Sezonların Dalaşı Ep. 3: Cinayet Mevsimi

Sezonların Dalaşı Ep. 3: Cinayet Mevsimi

Hello, hello, hello! Yan Odadan Filmler’in dev final sezonuna tekrardan hoşgeldiniz. Kaymak tabakanın yarıştığı Sezonların Dalaşı‘nda bir ilk yapıp çifte prömiyerle yarışın startını vermiş ve toplamda dört yarışmacıya veda etmiştik. Şimdi iki gruba ayrılan yıldızlar bir araya geldi ve sadece 110 dakikalık süre sınırına göre öneri yaparak çeyiz sandıklarından en iyi filmleri çıkarıp mücadeleye devam ediyor. Batanlar ve çıkanlar bir kez daha podyumda eleştirilecek. Eğer siz de hazırsanız araç kontağına anahtarımızı takalım ve debriyajdan ayağımızı çekip gaza basalım.

Benim biricik movie bufflarım, tekrardan hoşgeldiniz. Şimdi… Adını söyleyeceklerim bir adım öne çıksın. Muzaffer ÇınarTolga KarakayalıCemal AkçiçekBarış Yücel. Dördünüz de bu bölümde güvendesiniz. Sahneden çekilebilirsiniz. Geriye kalan 8 yarışmacı bu görevin en yüksek ve en düşük not alanlarını temsil ediyor. Bir kez daha hatırlatıyorum, bu sezonun her bölümünde iki görev birincisi iki de elenen olacak. Ve karar tamamen tek kişilik dev jürinin elinde. Hazırsanız başlıyoruz.

Fatih Sultan Ergin! Yıldızdaşların senden nefret edecek, ama yapabileceğim hiçbir şey yok; çünkü yine hedefi tam onikiden vurmuşsun. Cinnet, cinayet ve insan doğası üçgeninde geçen haftada esrarengiz bir Peter Weir filmiyle başımı döndürdün. The Last Wave, akıla en son gelecek noktadan evren ile fâniler arasındaki çatışmayı ele alıyor. Mevsim normallerini mumla aratan hava şartları, kıyamet alametlerinin binbir yüzü derken hem Avustralya topraklarındaki mitolojilerin peşine düşmüş Weir, hem de iki medeniyetin arasında örülü duvarı daha yüksek bir mertebeden satmış. Her karesi zihnime kazındı. E tabii henüz twist tüccarlığı yapılmıyorken çomağını her şey yalan diye kafama indirmesi de cabası.

Sıra nostaljiye bir haftalığına da olsun tokat atan İlknur‘da. Neredeyse tacı kaptığı All Stars 2 ve geçen bölümde gelen Ah Güzel İstanbul sonrası ister istemez intihara kalkıştığını düşünüyorum İlknur’un. Batman: Under the Red Hood, yanlış zaman yanlış insan diye mırıldanan Tarkan’ı getiriyor akıllara. Hele ki Sezonların Dalaşı’nda… Görücüye çıktığı yıl fanboyları arasında epey yankı uyandıran yapıma dönecek olursak, cazibesini az çok anlayabiliyorum sanırım. Batman serisinin en karizmatik kötüsü Joker, bir türlü beyazperdedeki yansımalarına konuk olamamış modern karakterler, hem sevdiğimiz hem de nefret ettiğimiz Robin ve muazzam bir seslendirme kadrosu. Amma velakin herkesin ayılıp bittiği evvelce Batman’in başına gelmiş olaylar silsilesi bana duygusal kademede oldukça kuru geldi. Tabir-i caizse meh.

B-b-b-b-b-b-b-Beril! Araya İngilizce tabir, nida kondurunca Film Twitter’daki hilkat garibeleri isyan çıkartıyor AMA KİMİN UMRUNDA? Beril filmini gönderdiğindeki tek tepkim huh oldu. All Stars 2 sonrası yarışma genelinde film zevklerimi bu kadar iyi kavrayan başka biriyle karşılaşmayacağıma ikna olmuştum halbuki. Peki şimdi Terence Davies’in The Long Day Closes‘ını ne yapacağız? Son dönem işlerini ağır ama nispeten daha kucaklanası bulduğum Davies vaktinde hatıralarından sinematik mizansenler yaratarak günce formunda filmler çekmiş. Beril’in önerisi de o az ve öz hatıra trenlerinden biri. Tabii hiç katlanamadığım bir liriklik mevzu bahis olduğu için kimliğini yeni yeni keşfeden minik Davies’in gözünden dünyaya bakmak benim için pek bir şey ifade etmedi. O yüzden huh‘ıma geri dönüyor ve tekrarlıyorum: HUH.

Sentetik, plastik, fantastik Onurcan. Himalayalar’ın tepesinde bir bina, orayı ilim irfan yuvasına dönüştürme mücadelesinde rahibeler ve daha evvel bir harem olarak iş gören mülkün fantezileri ateşleyen açık seçik duvar resimleri… Powell ile Pressburger’ın başyapıtı Black Narcissus, düşündükçe katmerlenen, katmerlendikçe zevk veren bir ironi müsameresi. Technicolor’ın eşi benzeri olmayan renkleriyle bastırılmış duyguların her birini yüzeye çıkaran mübadelede dini misyonlarla yönetilen her toplum çuvaldızın tadına bakıyor. Bilhassa finaldeki manastır çanı yanında vuku bulan uçurumdan fırlatma sahnesi en az rahibenin dudağındaki baş döndürücü kırmızı ruj kadar ikonik.

Nietzsche’yi haklı çıkaran ahlaksızlık timsali John Doe… Öncelikle, O.J.: Made in America sevdamdan baz alarak The Thin Blue Line seçimi yapmak stratejik ve zekice bir hamle, onu söylemem gerek. Errol Morris’in yeni tanıştığım evreninde adalet terazisinin tasa yaratan yanılgısı soruşturuluyor. Yetmişli yıllarda Dallas’da gerçekleşen bir polis cinayeti üzerinden dedektifçilik oynamak yerine Morris gerçekleri ortaya koyup idam edilmenin eşiğinden dönen masum adamın başına gelenlerin, bu boktan hukuk sistemi içerisinde içimizden herhangi biri için de tekrarlanabileceğini hatırlatıyor. Tabii en acısı finaldeki ses kayıtına saklanmış. Normalde pek de iyi reaksiyon vermediğim kusursuz canlandırmalarla iyice yükselen Morris, daha sonra gerçek davada kanıt olarak kullanan kayıt ile bilinmeyenleri nispeten açığa çıkarıyor.

Caner del Taco, ama oluyor mu böyle? Beşinci sezonun Top 3’ü benim için ayrı bir değerli; çünkü tökezlediklerinde dahi kalburüstü filmlerle düştüler yere. Ve ister istemez, dahil oldukları sezonlarda ekstra bir beklenti oluşturuyorum. Caner’in White Material hüsranından sonra şimdi de Ken Loach filmografisine el atıp Sweet Sixteen ile karşıma çıkması da bu kaçınılmaz beklentinin hüsranla buluşmuş formu diyebilirim Küçük şehir, ekonomik anlamda sırtını illegal işlere dayamış bir aile ve istemediği eylemlere zorlanan bir evlat. Umuda ev sahipliği yapmayan bir başka gerçekçi Loach filmi. Ama nüktedanlığı zorlama, Liam’a uygun gördüğü çıkış noktası tahmin edilebilir ve keşfedilmiş. Ha tabii bu filmografiye anca böyle bir büyüme öyküsü yakışırdı, orası ayrı.

Hazır beşinci sezon demişken taçsız kralımız Emre‘yi de analım. Hayata idealist ve yarı optimist yaklaşan bir filmi, İspanya dolaylarından üçüncü sanatla dünyayı deviren Noviembre‘yi uygun görmüş bu bölüme. Teknik anlamda bir eleştiri getirmek, tutunduğu evrensel ve özgür ruha dil uzatmak haksızlık olur. Benim sıkıntım sadece sanatta değil, yaşamın herhangi bir alanında yaratılan Ali Rıza Tekin esin kaynaklı gurur oyunları. Tamamen dünyaya bakış açımla, hatırı sayılır ömürümde yılları devirdikçe kavrulan yaşam felsefemle alakalı sanıyorum. İyimser ülkücülüğe, sanat birincilliğine ve sararıp solacak gençlik ateşlerine ortada elle tutulur bir dava mevcut değilse tahammülüm yok. Benzer bir sebepten Olivier Assayas’ın Après mai’sini de gözlerimi devire devire izlemiştim. Özür dilerim Emre. Sen balta, ben taş, bu sefer uyuşmadık.

Ve binbaşı Murat (askerî rütbeler hakkında en ufak bir fikrim yok, beni affet) kaldı geriye. Video klip estetiğinin doğduğu noktadan, tüm stilize filmlerin babası Le samouraï‘dan bildiriyorum sizlere. Samuray mitolojisini eritip Amerikan kara film merakıyla buluşturan Jean-Pierre Melville tamamı mermerden yontulmuş bir film bahşetmiş sinema tarihine. Şimdilerde izlediğimiz itidal sahibi her filmin öncülü, en ergin hâli. Diyalogları eser miktarda , çevredeki yalın seslerden bir senfoni oluşturulmuş. Alain Delon’u Alain Delon yapan ihtişam bu koreografide gizli. Elbet bir noktada önerileceğini bildiğimden izleme listemde hep alt sıralara düşürdüğüm film öyle zamanlı çıktı ki karşıma, görsel çekiciliğinin tekinsizliğinden yüce muhtevasına kapılmamam imkansızdı.

Şimdi siz Untucked Lounge’da Absolut kokteyllerinizi yudumlarken ben ve iç seslerim son kararı verecek. Çekilebilirsiniz.

[cut_to_untucked_lounge]

[/back_to_main stage]

Bring back my movie buffs! 

Tekrardan hoşgeldiniz hanımlar ve beyler. Bazı kararlar verdim…

Murat Michaels, bir kez daha bozuk yemekhane yemeği gibi rakiplerinin midesine oturacağını kanıtladın. GüvendesinJohn Doe, hiçbir doğal ya da kimyasal ürün içindeki pisliği temizleyemez; ama yarıştaki iddian açık ve ortada. Tebrikler, bu görevin birincilerinden ilki sen oldun! Ergin Needles, unutma ki yüksek uçanın düşüşü de sert olur. Zirveden sesimi duymaya hazırsan tebrikler, bu bölümün ikinci birincisi de sensin! Onurcan Mattel, ipek geceliklerinin hışırtısı VH1 stüdyolarından bile duyuluyor. Rahibe realness‘ın akıllardan uzun bir süre silinmeyecek. Güvendesin.

Beril Chi, şaşkınlığımı mazur gör çünkü taca olan yolu bir kez daha tırmanabileceğine inancım tam. Kendine gelmeni umuyorum. Güvendesinİlknur Boxx, bir yarasa kadar kör olsaydım bile yine bu sonuca varacaktım. Ne Batman, ne de Robin dev kapışmada yer almayı hak etmiyor. Emre Thunderfvck, hislerin bu sefer seni yanılttı ve gafil avlandın. Ben ve iç seslerim hâlâ bu pozisyona düşmüş olmanın şokunu yaşıyor. Caner Del Rio, iki hafta üst üste parıltısız filmlerle şansını denedin. Sana bir şans daha vermemizi hak ediyor musun, emin değilim.

Canershantay you stayİlknur ve Emrenow sashay away. All Stars yolculuğumda da beni yalnız bırakmamış iki efsaneyi uğurladığım için içim buruk. Görüşmek umuduyla, kendinize iyi bakın.

John Doe
THE THIN BLUE LINE
1988 | Errol Morris | ABD
A
Barış Yücel
KIND HEARTS AND CORONETS
1949 | Robert Hamer | Birleşik Krallık
B+
Beril Demircioğlu
THE LONG DAY CLOSES
1992| Terence Davies | Birleşik Krallık
B-
Caner Atalay
SWEET SIXTEEN
2002 | Ken Loach | Birleşik Krallık, Almanya, İspanya
B-
Cemal Akçiçek
LA CÉRÉMONIE
1995 | Claude Chabrol | Fransa, Almanya
B+
Emre Küçükenez
NOVIEMBRE
2003 | Achero Mañas | İspanya
C-
Ergin Kaytan
THE LAST WAVE
1977 | Peter Weir | Avustralya
A
İlknur Akarı
BATMAN: UNDER THE RED HOOD
2010 | Brandon Vietti | Kanada
C
Murat Karakuş
LE SAMOURAÏ
1967 | Jean-Pierre Melville | Fransa, İtalya
A
Muzaffer Çınar
PICNIC AT HANGING ROCK
1975 | Peter Weir | Avustralya
B
Onurcan Güden
BLACK NARCISSUS
1947 | Michael Powell, Emeric Pressburger | Birleşik Krallık
A-
Tolga Karakayalı
EYES WITHOUT A FACE
1960 | Georges Franju | Fransa, İtalya
B+

Yazar Hakkında

1990 doğumlu. Kuir. İkizler. 2009'da ödül sezonu portalı Oscar Boy’u kurarak sinema yazarlığına başladı. 2014’ten beri O Podcast’in moderatörlüğünü yapıyor. 2023 yılında da SİYAD üyesi oldu.

Yorum yazın...