Sezonların Dalaşı Ep. 4: Çember Daralıyor

Sezonların Dalaşı Ep. 4: Çember Daralıyor

Yan Odadan Filmler’e görkemli bir veda yapacağımızın sözünü vermiş ve Sezonların Dalaşı’na da tüm sezonların birinci ve ikincilerini çağırırken oturduğum yerden kendimi heyecanlandırmıştım. Ama 4. bölüm itibariyle kim gitse içimin parçalanacağı bir noktaya geldik bile. Tabii ki de Cihan’ın, Emre’nin erken vedaları hüzün defterimin bir köşesinde kayıtlı. Lâkin çember daralıyor ve nice Cihanlar, nice Emreler tek bir hata yüzünden elenmek zorunda kalıyor. Böyle de yarışmayı çok ciddiye alıyormuşum gibi oldu, değil mi? AMA ALIYORUM. AMA SEVİYORUM. AMA TAPIYORUM. KİME NE? Yarışmacılardan önce Interiors Illusion Lounge’a geçip birkaç kadeh içtiğimden olsa gerek, bu çakırkeyf kırılma noktam için sizlerden özür diliyorum. Michelle Visage’ın üzerine istifra etmeden… Start your engines and may the best movie buff WIN! Ra-da-di-ra-ra-ra… 

Benim eşsiz şampiyonlarım! Risk kelimesine yeni açılımlar yaptığınız bir haftanın ardından yarı acımasız, yarı kararında değerlendirmelerimle ipliğinizi pazara çıkarmaya hazırım. Her zamanki gibi adını söyleyeceklerim bir adım öne çıksın ki endamlarını görelim: John DoeErgin ve Onurcan. Şampiyonların kahvaltısında “güvende” kelimesini kim tabağına almak istiyorsa bu yarışmada yeri yok. Ne yazık ki sönük seçimlerinizle bu hafta yıldızlarınız sessizce gözetim alanından çıktı. Güvendesiniz. Şimdi daha fazla vaktimi almadan sahneyi terk edin.

Geriye kalanlar bu bölümün en yüksek ve en düşük not alanlarını temsil ediyor. Sol baştan harekete geçelim: En keyifli sezonun birincisi Barııııış Yüceeeeel! Mussolini’nin faşist hükümdarlığı altında kuşku dansı yapan bir film, The Conformist‘i önermiş. Üstün görsel güzelliğiyle zaten 1-0 başlayan Bernardo Bertolucci harikası, aman ben İtalyan Sineması’nı ne edeyim diyen varlığıma ihanet etmem için elinden geleni yapıyor. Siyasi entrikaları, faşist düşmanını öldürecekken görevin meşruluğuna takılan tetikçisi, cüretkar anlatımı ve belirsiz imgeleriyle tam bir bütün The Conformist. Başı sonu aynı psikolojik katarsisden beslenmesine rağmen bir noktada optik mükemmeliyetin peşine düşerek meselenin özünü unutması acı; ama her karesi duvara asılacak haliyle bile mellem şaplam öyküsü şirazesini buluyor.

Son hükümdarımız, yarışmadaki yegâne kraliçemiz Beril Demircioğlu‘nda sıra. Gidenin bile favori gösterdiği müsabık iken bu kadar geveze, bu kadar yapmacık film önermek niye? Sohbetin sen Marksist misin diye başlayıp hayır canım ben adanmış bir sosyalistim diye devam ettiği bir yemek davetinde masadaki her şeyi fırlatıp atma arzusu bana mı özel? Metropolitan, sinemada olmasını istemediğim her şey, o kesin. Ama tiyatroda olsa da umursamadığım her şey aynı zamanda. Bu yüksekten bakan ve çoğu zaman atan tekstleri beyazperdeye yakıştıramıyorum. Daha doğrusu benden bağımsız olarak yakışsa da bakın bilgi dağarcığıma diyen öğreti hallerini anlamlandıramıyorum. New York entelektüellerinin dertlerini umursamaya başladığım gün haber vereceğim ama, söz!

Caner Atalay… Şu yarışmada sana oturup Bianca Del Rio avatarını vermişim, en iyilerin olduğu sezonda seni birinci etmişim, ve üç hafta üst üste bir hayal kırıklığından diğerine koşuyorum hâlâ. High Fidelity, şimdilerde cenaze alayına dönen Stephen Frears kariyerinin meşhur gevezeliklerinden biri. Kurulu düzeni türlü antikalıklarla reddeden gösterişçi sokak insanlarının meşhur kalelesi ayrıca. Plaklar, yanlış giden ilişkiler, seks, hayal kırıklıkları, şu yaşıma nasıl geldim hatırlamıyorum buhranları, bak çeneme vurdu çıkışlarıyla göze girme çabaları 21. yüzyılda bile geçerliliğini koruyor mu? Ne yazık ki evet. Ama hiç alıcısı olmadığım bir hipster anlamsızlığı bu.

Hazır hipster demişken, yarışmanın azılı Rus’u Cemal Akçiçek‘den A Girls Walk Home Alone at Night gelmiş. Biçim takıntılı anlatılar görsel sanatın kolay ulaşabilir bir noktaya gelmesi sebebiyle sayısını artırdı. Bu video klip estetikli kandırmacanın bir örneği daha var şimdi elimizde. Ana Lily Amirpour’un gösterime girdiği yılda bilhassa eleştirmen çevrelerince kutsanmış vampirli filmi tam bir sürpriz paketi. Çünkü senaryosu yok! Ortaya birkaç fikir atılmış, bazı mizansenler düşünülüp sıraya konulmuş, ama bunları birbirine bağlayacak karakterin motivasyonu filmi taşımaya yetmiyor. Hadi taşımasından geçtim bütünlük duygusu ellere karışmış. İçinden üç kısa filmlik malzeme çıkar. Ama üç kısa filmin üçü de birbirinden vasat olur, orası başka.

İçimiz yeteri kadar karardıysa biraz pik yapalım. En temiz karneyle yoluna tam gaz devam eden Murat Karakuş, Quentin Tarantino’nun yazıp da çekmediği nadir filmlerden True Romance‘i önermeyi uygun görmüş. Tony Scott’ın deneyimli ellerine bıraktığı gerçek bir suç klasiği. Bonnie and Clyde’ın ve hatta Badlands’in mirasını alıp kendine has diyalogları, içi içine sığmayan ritmiyle kült bir B filmi yaratmışlar. Kadroda ıskalayan tek bir performans, karakteri üzerine iyi oturmamış bir oyuncu dahi yok. Ve belki kaleme aldığı metni kendi çekse iyice kanlanıp, şiddet muslukları açılacak iken emaneti teslim alan Tony Scott daha ölçülü bir tansiyon oluşturmuş. Hikâyedeki gerilim ögeleri kadar kolay kolay akıllardan çıkmayacak Clarence ve Alabama’ya da değer vermiş. Belki finali için biraz homurdanabilirim; ama bu aşırılığa tesadüflerden ibaret kapanış yakışıyor.

Gelelim kıyıda seyir ala ala dördüncü bölümü gören Muzaffer Çınar‘a. Öyle güzel bozdu ki sessizliğini Muzaffer, hem önyargılarımı altüst etti hem de karnesine renk katma şansına erişti. Sinemasıyla bir türlü anlaşamadığım Orson Welles’ın bu kabustan çalma kıyamet düzeneğinde kaynak tabii ki de Franz Kafka. Bürokrasinin yarattığı kaos boynumdaki yuları ancak bu kadar sıkabilirdi. Açık alanda bile derinlik katabildiği kamera açılarıyla tanıdığımız yönetmen tekniğe kalmadan zaten senaryodaki kedi fare oyununun yardımıyla seyircisine nefes alacak alan bırakmıyor. Eğer müşkülpesentliğimden Orson Welles’ın bir dâhi olduğuna ikna edilme ihtiyacı hissettiysem bu benim ayıbım olsun; ama bilinsin ki görevi tamamlayan da The Trial oldu. Acaba mantık sınırlarıyla oynamaya cesaret eden kaç sinemacıya ilham olmuş bu şaheser, merak ettim şimdi.

Ve son olarak ilklerin sezonundan, ilk birinci Tolga Karakayalı… Oscar ödüllü bir belgesel önermeye karar veren Tolga, Taxi to the Dark Side‘ı yollamış. ABD’nin Afganistan’daki savaş sırasında uyguladığı korkunç işkence ve sorgulama yöntemleri tüm çıplaklığıyla masaya yatırılıp, Bush yönetimi sırasında yaşanan ve yaşatılan acılar birer birer gözler önüne seriliyor. Savaşın en çirkin yüzünü görmek, yakın ABD tarihinin içine serbest dalış yapmak isteyenler için bulunmaz bir fırsat. Ama gerçekleri teker teker anlatmak ve sinema yapmayı ikinci plana atıp işi bir liberal viraline dönüştürmekten başka bir gayesi yok ki Taxi to the Dark Side’ın. Belki gösterime girdiği dönemin psikolojine cuk oturmuş, zamanın ruhunu yakalamıştır. Şimdi geriye dönüp izlendiğinde dümdüz bir Wikipedia sayfası kadar heyecan yaratabiliyor anca.

Eveeet… Karar vermek için biraz araya, jüri üyelerine danışmaya ihtiyacım var. Bir yerlere kıstırdıklarınızı rahata kavuşturmak için Untucked Lounge’a geçebilirsiniz.

[reklam][/reklam]

Tekrardan hoşgeldiniz bayanlar ve baylar. Seçimlerimi yaptım. Munila Luzaffer, bu kanalda bir gün Orson Welles’la ilgili iyi bir yorum yapacağım aklıma hiç gelmezdi. Her şeyi bir kenara bıraktım sırf bu ilki yaşattığın için bile görev birincisi olmayı hak ediyorsun. Tebrikler, dördüncü bölümün birincilerinden ilki sensin. Murat Michaels, belli ki zirveden ayrılmaya niyetin yok. Modern Bonnie and Clyde benzeşin elinin altında daha nice klasikler barındırdığını kanıtlıyor. Barış Monsoon, konformist tavırların içimdeki ahengi bozma arzusunu açığa çıkarıyor. Sanırım daha fazla kendimi durduramayacağım. Barış, bölümün diğer birincisi de sen oldun, tebrikler!. Murat, bu demek oluyor ki güvendesin. Leziz filmler yollamaya devam!

Gelelim diptekilere… Tolga the Drag Queen, öncelikle seni kurtarmak istiyorum uçurumlardan. İlk sezonda yarattığın büyü hâlâ hatırlarımızda. Wake up Pearl Bob, wake-up! Beril Chi, büyük finallerin vazgeçilmezi… Sosyalist New Yorklular’ın bu yarışmada sonunu hazırlayacağını kim bilebilirdi? Üzgünüm ama bugün veda eden ilk isim sensin. Umuyorum yollarımız bir daha kesişir. Görüşmek üzere… Cemal Zamolodchikova, risk almaya daha ne kadar devam edeceksin bilmiyorum. Isırdığı yeri koparamayan vampir anlatın, sezonun en kötü önerilerinden biri olmaya aday. Benzer bir durum Caner Del Rio için de geçerli. Yalnız Caner’in daha da büyük bir günahı var. Başladığımızdan biri düşük not almaktan vazgeçmedi. Bu yüzden ilk kez sadece filmlere göre değil, vaat ettiklerinize bakarak karar veriyorum. Cemalshantay you stayCanergerçekten üzgün olduğumu bilmeni istiyorum. Now please, sashay away.

John Doe
AFTER LIFE
1988 | Hirokazu Koreeda | Japonya
B-
Barış Yücel
THE CONFORMIST
1970 | Bernardo Bertolucci | İtalya, Fransa, Batı Almanya
A-
Beril Demircioğlu
METROPOLITAN
1990| Whit Stillman | ABD
C+
Caner Atalay
HIGH FIDELITY
2000 | Stephen Frears | Birleşik Krallık, ABD
C+
Cemal Akçiçek
A GIRLS WALKS HOME ALONE AT NIGHT
2014 | Ana Lily Amirpour | ABD
C+
Ergin Kaytan
A MATTER OF LIFE AND DEATH
1946 | Michael Powell, Emeric Pressburger | Birleşik Krallık
B+
Murat Karakuş
TRUE ROMANCE
1993 | Tony Scott | ABD, Fransa
A-
Muzaffer Çınar
THE TRIAL
1962 | Orson Welles | Fransa, Batı Almanya, İtalya
A+
Onurcan Güden
A FACE IN THE CROWD
1957 | Elia Kazan | ABD
B
Tolga Karakayalı
TAXI TO THE DARK SIDE
2007 | Alex Gibney | ABD
C+

Yazar Hakkında

1990 doğumlu. Kuir. İkizler. 2009'da ödül sezonu portalı Oscar Boy’u kurarak sinema yazarlığına başladı. 2014’ten beri O Podcast’in moderatörlüğünü yapıyor. 2023 yılında da SİYAD üyesi oldu.

Yorum yazın...