Oscar Boy’un Filmkolik Yarışı’na, Yan Odadan Filmler’in devler karması All Stars 4’e bir kez daha hoşgeldiniz! Yedi görev bitti, yedi yarışmacı kaldı. Hâlâ yorulmamış savaşçılarımla yeni bir mücadelenin pimini çekeceğiz bugün. Fakat ortalığı birbirine katmak adına yine elzem bir soru sormak istiyorum taçsız efsanelerime kritikler başlamadan evvel: Kim gitsin ve neden?
Onurcan Mattel: Umm. Bu noktada herkes başarılı. O yüzden kendimi düşünerek kim gitmeli sorusuna en güçlü rakibimin adını veriyorum: Arenbee. Aren’in eve değil, finale gideceğini düşünüyorum o yüzden adını rahatlıkla verebilirim.
Arenbee: Muzaffer. Önerdiği her yeni filmde esnemeye başlayıp uyku moduna geçiyorum. Bu bir tesadüf olamaz, değil mi?
Muzaffer Luzon: Oklar karnesini halen WIN mavisiyle renklendirememiş olan Emre’yi işaret ediyor tabii ki. Fakat baktığımız zaman aramızda bottom görmemiş 2 yarışmacıdan da birisi o. Bilmiyorum. Geriye kalan yedili olarak hepimiz artık eşdeğeriz bence. O gitsin, bu gitsin diyerek stratejimi açık etmek istemiyorum şu an. Ama bu görevde de başarısız bir seçim yapacaksa Emre gitsin diyebilirim.
Emre Thunderfvck: Ben şu an arta kalanlardan ilk Ali Edwards’ın elenmesi gerektiğini düşünüyorum. Nedeni her ne kadar güzel filmler önermiş olsa da jürinin herhangi bir zamanda izleyeceği meşhur, risksiz filmleri diğer yarışmacılara göre daha çok tercih etmesi. Mesela The Thing gibi. Bu şekilde risk almaya alışmadan ilerlemesi, risk alması gereken bölümlerde onu zorlayıp bottom’a atabilir. Bottom demek de elenmek demek.
Ali Edwards: Bence bunun cevabı çok açık. Son 4 haftadır 60 puanın üstüne çıkamayan ve şu an yarışmanın en zayıf halkası konumundaki Adem’in artık süresinin dolduğunu hissediyorum.
Adem Flowers: Nedense en çok benim adım verilir gibi düşünüyorum. Ama ben de bir cevap verecek olursam performans olarak değerlendirdiğimde Emre ama gönlümden geçen Aren (jealousy is killer).
John Doe: Benden bu soru için cevap istenirken benimle birlikte bu bölüm BTM2 damgası yiyecek yoldaşımı henüz kestiremediğim için kimse o gitsin diyorum.
Bir çoğunluk sağlanamamış olması garip… İki Emre, iki Aren denmiş ama onlar da çok politik cevaplar sanki. Ugh, yine istediğimi alamadım. Kamera arkasında neden hep karneye göre eleme yapılıyor diye çemkiren starlarımın iş icraate geldiğinde susması da ne bileyim biraz, nasıl derler, korkaklık sanki. Ben asıl mesleğime, tek kişilik dev jüri olmaya geri döneyim o zaman. Buradan yine iş çıkmadı. Önce görevden bahsedeceğim biraz izninizle… Efendim, yarışmacılarımdan daha önce herhangi bir filmini izlemediğim yönetmenleri bulmalarını istedim. Samanlıkta yaptıkları uzun aramalar sonucunda da buldukları iğnelerin filmografisinden nadide bir parça önermeleri gerekiyordu. Yine ve yine, oldukça ilginç bir seçki çıkmış ortaya. Safe olmayı başarıp bir sonraki aşamaya geçmeyi başaran ikiliyi kışkışlayarak kritiklere başlayacağım. Ali Edwards ve Emre Thunderfvck, you are safe. NOW GET THE FUCK OFF MY STAGE!
Come on alphabetical order, let’s get this… over with! Adem Flowers‘ın Killer of Sheep sayesinde görev birinciliği aldığı sezonda neredeyse aynı temalardan beslenen Breaking Away ile bottom kırmızısının tadına bakması acaba benim dengesizliğimle mi alakalı diyorum. Ama yok yahu, mevzuya yaklaşımları bambaşka. Killer of Sheep bir toplumun röntgenini büyük travmalar, metaforlar ya da karakter çalışmalarına ihtiyaç duymadan çekiyor. Breaking Away’in ise kafası pek meşgul. Dikkati dağınık bir şekilde, başı kesilmiş horoz gibi oradan oraya koşturuyor. Normalde büyüme öykülerinde evrenselliğe bakmanın özellikle izleyene pek faydası dokunmuyor; fakat Breaking Away ile bağ kurabilmek adına öyle bir çabaya giriştim ki, tanıdık gelecek bir his arıyor olmamı doğal karşılıyorum. En azından üç boyutlu hissettiren tek bir karakteri olsaydı, bir sonraki aşamaya sağ salim taşırdık Adem’i.
John Doe da beni küçük çaplı bir başka hayal kırıklığına sürükledi. Geç gelen queer kültür eğitimim sonucu sıkıca bağlandığım drag sanatı üzerinden yürümüş, cinsel kimlik boyutunda düşünüldüğünde transseksüelliğe kadar uzanan bu branşın muhafazakar bir toplum içerisindeki sosyal açılımlarını yapmaya çalışan Funeral Parade of Roses‘u önermiş. Fakat filmle ilgili eleştirilerde de sıkça adına rastlayacağınız, benim uzak kalmayı tercih ettiğim bir vizyonerin dehasına pek benzer bir üslupla, Jean-Luc Godard’ı hatırlatarak yapıyor tüm gözlemlerini bu Japon üretimi, görsel anlamda doyurucu yapım. Takip edilen bir hikâye, Godard referansını da göz önünde bulundurursanız, kesinlikle mevcut değil. Yapboz parçalarını dağınık bir şekilde önünüze bırakıp, istediğinizi yapmanızı buyuruyor. Yarışmanın bu noktasında benim böyle bir egzersizle uğraşmaya mecalim var mı? Asla.
Arenbee stratejik davranarak müzik sevdamdan yürümüş. Chet Baker çok aşina olduğum bir müzisyen değil onu eklemem gerek. Yalnız ergenliğe geçişte müzik ile sinema arasındaki yol ayrımında tembelce davranıp daha az efor gerektiren filmleri seçtiğimi, diğer biriciğimle de alakamın asla kesilmediğini biliyor olsa gerek. Let’s Get Lost bugüne kadar izlediğim en iyi biyografik belgesellerden biri, öncelikle bunu söyleyeyim. Tamamen etki alanı geniş başarılara odaklanmak yerine işe müzisyenin ezgileriyle bir şekilde dokunabildiği hayatları kullanarak koyuluyor. Feci derecede sulu bir duygusallıkla yaklaşıyor olmasını tolere edebilmem ise tamamen beni bunun gerçek olduğuna inandırabilmesiyle alakalı. Arşiv görüntülerini bir kenara bırakıp sevdiklerinin ağzından en düz hâliyle Chet Baker’ı tanımak tarifsiz bir mutluluk yarattı bende. Şimdi gidip “I Fall in Love Too Easily” dinleme vakti!
Muzaffer Luzon‘la kritiklere devam ediyoruz… Deep End benim bu yarışmayı var etme sebeplerimden biri. Filmi bildiğimi, önerilmesini beklediğimi sanmayın. Aksine bilmediğimden çıktı işte ortaya Yan Odadan Filmler. Muhtemelen zorunda kalmasam hayatımın kim bilir hangi aşamasında yollarımın kesişeceği bir yapım olacaktı. Adem’in Breaking Away’i ile coming of age haftası yapmıyor oluşumuza rağmen aynı seçkiye denk gelmesi de harika bir tesadüf. Erkek perspektifinden tonlarca film izlemiş olmamıza rağmen, hakikaten hormonlarının götürdüğü yer üzerine böylesine yetkin bir sinema diliyle konuşabilene ilk kez rastlıyorum. Ve bu kadar tanıdık sancılardan bahsediyor olmasına rağmen kendine Londra’da bir hamamı mesken edinmiş olması da ayrı bir kreatif zekanın ürünü. İyi ki yarışmam var diye diye getirdim finalini ve o bin kaplan gücündeki cinsel başkalaşıma varınca keyfim iyice katlandı.
Son olarak Onurcan Mattel‘in Living in Oblivion önerisini konuşacağız. Muzaffer için söylediklerimi tekrar etmek istemiyorum; ama evet, iyi ki Yan Odadan Filmler var dedirtti bu film de. Başından sonuna kadar, sadece film yapımı değil, üretmek üzerine harika gözlemlerini oldukça mizahi bir düzleme yatırarak paylaşıyor Steve Buscemi ve Catherine Keener’ı buluşturan bu taşyapıt. Bağımsız sinemanın zirvesinde ufak kurgu numaraları, absürtten beslenen oyunculuklar ve kamerasının lensini nereye odaklayacağını çok iyi bilen bir yönetmeni buluşturunca ortaya böyle bir eğlencelik çıkabiliyormuş demek ki. Özellikle filmin ilk ve son çeyreğindeki tekerrürlerden medet uman o hamlığa çok kaptırdım kendimi. Bana Yan Odadan Filmler tarihinin izlerken beni fazlasıyla heyecanlandıran iki efsanevi önerisini hatırlattı bir de, Welcome to the Dollhouse ve Chuck & Buck. Nice Amerikan bağımsızlarına!
Muzaffer ve Onurcan üçüncü haftadan sonra bir kez daha zirve yarışı için karşı karşıya geldi. Yine karar alırken epey zorlandım ama sanırım bu sefer durumu eşitlemek istiyorum. Onurcan Mattel, you’re a winner baby! You’ve earned a cash tip of 10,000 dollars.
Fıçının dibinde üçüncü kez bottom kırmızısıyla buluşan iki yarışmacım var: Adem ve John Doe. Finale gitmeleri hâlinde kimsenin sesini çıkarmayacağı bir yedili kaldığından eminim Onurcan için karar vermesi zor olacaktı. Evet, oyunu kurallarına göre oynamaya devam ediyor ve soruyorum: With great power comes great responsibility. Which queen have you chosen to get the chop?
Onurcan Mattel: Herkesin güçlü olduğu ve kimsenin elenmek istemeyeceği bir noktadayız. Adem de John Doe da finalde görmek isteyeceğim iki yarışmacı. İkisinden birini eleyecek olmak çok üzücü. John Doe, elenmeni istemiyorum. Adem, üzgünüm. Hoşçakal.
As it is written, so shall it be done. Adem Flowers, you’re an All Star. Now sashay away…
Adem Güneş BREAKING AWAY 1979 | Peter Yates B- |
John Doe FUNERAL PARADE OF ROSES 1969 | Toshio Matsumoto B- |
Ali Kavas I SAW THE DEVIL 2010 | Kim Jee-woon B |
Aren Hamparyan LET’S GET LOST 1988 | Bruce Weber A- |
Emre Küçükenez POSSESSION 1981 | Andrzej Zulawski B |
Muzaffer Çınar DEEP END 1970 | Jerzy Skolimowski A |
Onurcan Güden LIVING IN OBLIVION 1995 | Tom DiCillo A |
Yarışmacı | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 |
John Doe | HIGH | HIGH | BTM3 | HIGH | SAFE | BTM3 | WIN | BTM2 | ||||
Ali Kavas | SAFE | HIGH | BTM3 | HIGH | WIN | BTM3 | HIGH | SAFE | ||||
Aren Hamparyan | SAFE | HIGH | HIGH | WIN | SAFE | WIN | SAFE | HIGH | ||||
Emre Küçükenez | SAFE | SAFE | SAFE | SAFE | HIGH | HIGH | HIGH | SAFE | ||||
Muzaffer Çınar | HIGH | SAFE | WIN | SAFE | BTM3 | SAFE | SAFE | HIGH | ||||
Onurcan Güden | WIN | SAFE | HIGH | BTM3 | SAFE | SAFE | SAFE | WIN | ||||
Adem Güneş | SAFE | WIN | HIGH | BTM3 | SAFE | SAFE | BTM2 | ELIM | ||||
Cemal Akçiçek | SAFE | SAFE | SAFE | SAFE | BTM3 | HIGH | ELIM | |||||
Oğuz Kayır | SAFE | BTM3 | SAFE | HIGH | HIGH | ELIM | ||||||
Onur Coşkun | BTM3 | SAFE | SAFE | SAFE | ELIM | |||||||
Murat Karakuş | SAFE | BTM3 | SAFE | ELIM | ||||||||
Çağatay Kalyoncu | BTM3 | SAFE | ELIM | |||||||||
Faruk Songur | SAFE | ELIM | ||||||||||
M. Ferhan Meraler | ELIM | |||||||||||
WIN: Kazanan, HIGH: Yüksek not, SAFE: Güvende BTM2/3: En düşük notu alan yarışmacılar, ELIM: Elenen |