Yan Odadan Filmler S11E06: Jazz Eller

Yan Odadan Filmler S11E06: Jazz Eller

Şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın diye diye girelim bu yeni bölüme. İnternetin en çok izlenen realite şovu Yan Odadan Filmler, drama dolu 11. sezonunda kendi reyting rekorlarını kırmaya devam ediyor. Çember iyice daraldı, final hiç olmadığı kadar yakın… Bir o yana, bir bu yana görev birinciliği dağıta dağıta mavilerin baskın olduğu bir sezon tablosu çıkardık ve bu sefer de müzikaller ile müzikli filmler başlığı altında yarışacak kalan sağlarımız. Artık elimizde sadece 6 yarışmacı mevcut ve altısı da birbirinden iddialı yapımlarla mücadele verdiği için safe çanağına kimseyi oturtmayıp, Interior Illusions Lounge’un ışıklarını kapatarak elektrikten tasarruf ediyor ve podyuma doğru süzülüyorum izninizle…

Barbaros Öztürk… Yarışmanın altı bölümdür her türlü kritik alan yegâne yarışmacı hiç sevişmediğim 68 kuşağının bağrında gezinen, The Who tarafından bestelenmiş bir müzikal (hatta rock operası) yollamış: Tommy. Sosyal eleştirisinin bol olduğunu iddia eden yapımın geçtiğimiz çeyrek asır içerisinde iyi yaşlanmadığı aşikar. Problematik o kadar çok söylemi ve eylemi var ki hem sağır, hem dilsiz, hem kör ana karakterini içine dahil ettiği her durumda ekrana gerilerek bakındım. Bir anlamsız mesihleşme hâlinin, yükselten ve alçaltan kimyasallar eşliğindeki yorumuyla ilgili kurabileceğim pozitif cümlem oldukça az… İyisi mi, böyle dağınık bırakayım.

Bir 68 kuşağı sayıklaması da Deniz Erkaradağ‘dan gelmiş. Bu sefer hepimizin bildiği Hair isimli müzikal esas konumuz. Yani… Köyden indim şehre hikâyelerinin hippilerle tanıştım ve kardeşlik, insanlık, eşitlik türküleri tuttururken kafam asla yerinde değildi ayağı benim hiç ilgimi çekmiyor yahu. Gelmiş geçmiş en sıkıcı, en temposuz müzikallerden biri olsa gerek ayrıca Hair. Akıllarda yer tutacak tek bir numara barındırmadığı gibi, meşhur Let the Sunshine In kısmı da inanılmaz çiğ bir mizansen ile servis ediliyor. Üstelik bu şarkının orijinali o kadar da cafcaflı değilmiş sanki. Hangi versiyonuyla ününe ün kattı da ezber ettiğimiz müzikal tiyatro klasiklerinden birine dönüştü merak ettim.

Denizhan Budak beni bu uyuşturucular da vardır diyen seçkiden alıp doksanların İrlanda’sına götürdü. The Commitments, bir grup kurma hayalindeki gençlerin dönemin politik iklimini ve tabii zorunlu sosyo-ekonomik arka planlarını da karışıma katıp anlatıyor. Kuzeyin bütün cazibesi içine işlemiş. Tüm o yokluğun, umutsuzluğun  orta yerinde yeşertilmeye çalışılan neşe Yeşilçam’dan tanıdık olduğumuz bir yeter ki biz bize olalım, gerisi mühim değil hâlinin eseri. Ancak bu kontekst içerisinde müziğe duyulan eşsiz tutku bütün içimize sinmeyen noktaları zımparalamış sanki. Nihayetinde el ele verip gün batımına doğru yürümedikleri, bütün anlaşmazlıkları köküne kadar yaşadıkları için de ayrıca artı puan ekledim.

Emir Tektaş, John Waters için yeni edindiğim zaafıma oynayarak orijinal Hairspray‘i önermiş. Şurası yanlış, burası eğri yorumu yapabileceğim bir film değil; çünkü Waters biliyorsunuz ki her zaman kendi evreninden sesleniyor ve asla üslubuyla ilgili bir tavizde bulunmuyor. Ancak bu da filmlerini iletişim kurması hayli zor bir konuma getirdiğinden pek eğlenceli müzikal versiyonunu tükettiğim Hairspray’in asla içine giremedim. Ve böyle dağınık bir metinden, çok net bir mesaj sağabilmesi sebebiyle bu hikâyeyi Broadway’e, oradan da perdeye taşıyanlara saygı duydum açıkçası. Hayır bari meselen biraz olsun dişe gelirken daha lineer bir şeyler yapsaydın ya Johncuğum Waterscığım… Neyse.

Açılışından sonra fazlaca düşen Kanarie ise Mehmet Sarı‘nın keşif sineması sponsorlu skor kartına yeni bir yüksek not daha getirdi. Güney Afrika Savunma Kuvvetleri’nin korosunda askerliğini yapan kuir bir oğlan ve maskülinitenin toksik kırılganlığı içerisinde yolunu bulmaya çalışan bir büyüme hikâyesi. Çok cilalı değil ve hatta bazı yerlerde kendi kazdığı kuyulara ipsiz atlıyor. Ancak pek iyi niyetli ve dünyaya bırakmak istediği mesajı oldukça berrak. Beni Smalltown Boy numarasıyla içine alıp, tüm aksaklıklarına rağmen finale kadar taşımayı başardı. Muhtemelen festival dahilinde izleseydim daha da çok yükselirdim ben bu tatlı hâllerine. Bakın yine konu pandemi evrenine ve festivalleri özleyişime geldi, görüyor musunuz?

Ve Okan‘ın tartışmalı Company seçimi… Daha önce de yarışmada yahu Ponyo bir uyarlama mı, yok efendim Kenzo World gerçek bir kısa mı gibi gibi itişip kakışmalar yaşanmış ve sonucunda yine tek jüri ben olduğum için benim sözüm geçmişti; ama burada da böyle minör bir itişme kakışma yaşanmış oldu işte. Zamanında televizyon filmleri şalanjı bile yaptığım yarışmanın çalgılı çengili görevinde bir Broadway klasiğini izleme imkanına eriştiğim için Okan’a teşekkür etmem şart. Yeni yeni içine düştüğüm müzikal tiyatro çukurunda hangi yapımların ulaşabilir olduğuna çok hakim değilim çünkü. Heteronormatif düzenden tutun, otuzların göz açan uyandırışına kadar değindiği her şeyin bugünüme çok yakın olması beni iyi yakaladı. Ama belki sahneye konuluş biçimi, belki de şarkıların essizliği ya da Hamilton’ı çok yakın bir tarihte izlememden ötürü mukayese kurbanı ettim, düşündüğüm tepelere çıkamadım.

Bir kritik porsiyonunun daha sonuna geldik… Okan ve Mehmetkeep up the good work. Yarışa heyecan katan seçimlerinizi görmekten pek hoşnutum. Denizhan, durdun durdun ve iki hafta üst üste turnayı gözünden vurdun. Condragulations my dear, you’re the winner of this week’s challenge. You’ve won a five year membership with Squarespace, which includes a consultation with their design team for your own personal website and online shop. Thank you. You may join the other girls. Barbaros, ayağının takılmasını hiç istemediğini biliyorum ama üzgünüm, you’re up for elimination. Deniz, seçimin benim filmlerden bağımsız beğenilerimle alakalı bir yerde sınıfta kaldı. Emir, Hairspray’in müzikalini izlemiş olmam tamamen dezavantajına oldu. Deniz… You’re safe. EmirI’m sorry my dear, this means you’re also up for elimination.

Two queens stand before me. Ladies, this is your last chance to impress me and save yourself from elimination. The time has come to lip sync for you life! Good luck and don’t fuck it up…

– Önerilen kısalar: Barbaros’tan The Maker (2011), Emir’den Whiplash (2013) –

Ladies, I’ve made my decision.
Barbaros
, shantay you stay. You may join the other girls.
Emir, you’re a beautiful queen with a big future. Shine on, showgirl! Now sashay away.

Barbaros Öztürk
TOMMY
1975 | Ken Russell
5
Deniz Erkaradağ
HAIR
1979 | Miloš Forman
6
Denizhan Budak
THE COMMITMENTS
1991 | Alan Parker
8
Emir Tektaş
HAIRSPRAY
1988 | John Waters
5
Mehmet Sarı
KANARIE
2018 | Christiaan Olwagen
7
Okan
COMPANY
2008 | Lonny Price & John Doyle
7

Yarışmacı Yaş Şehir 1 2 3 4 5 6 7 8
Barbaros Öztürk 26 İstanbul HIGH WIN HIGH LOW HIGH BTM2    
Deniz Erkaradağ 30 İstanbul HIGH SAFE WIN SAFE BTM2 LOW    
Denizhan Budak 25 İstanbul LOW HIGH SAFE BTM2 WIN WIN    
Mehmet Sarı 28 Kütahya LOW SAFE WIN WIN HIGH    
Okan 22 Ankara WIN HIGH LOW SAFE LOW HIGH    
Emir Tektaş 19 Samsun LOW SAFE BTM2 HIGH SAFE ELIM    
Umut Kapyalı 26 İstanbul SAFE BTM2 SAFE SAFE ELIM      
Selim Bildirici 20 İstanbul SAFE SAFE HIGH ELIM        
Cafer Sümen 22 Erzincan SAFE SAFE ELIM          
Selçuk Şahin 22 İzmir LOW ELIM            
WIN: Kazanan, HIGH: Yüksek not, SAFE: Güvende
LOW: Düşük not, BTM2: En düşük notu alan iki yarışmacı, ELIM: Elenen

Yazar Hakkında

1990 doğumlu. Kuir. İkizler. 2009'da ödül sezonu portalı Oscar Boy’u kurarak sinema yazarlığına başladı. 2014’ten beri O Podcast’in moderatörlüğünü yapıyor. 2023 yılında da SİYAD üyesi oldu.

Yorum yazın...