Yan Odadan Filmler – All Stars S06E0809: Katil Aranıyor & Renkli Balo

Yan Odadan Filmler – All Stars S06E0809: Katil Aranıyor & Renkli Balo

Yan Odadan Filmler’in görünürde en kısa ama filmlerini izle izle tükenmeyen sezonu All Stars 6’da yine bir ilke imza atalım ve tacı sahibiyle buluşturacağımız finalden önce kalan iki bölümü birlikte aradan çıkaralım dedim. İtirazı olanı dinlemeyeceğim için hiç danışmadan aldığım kararıma saygı duymanız gerektiğini hatırlatmak istiyorum. Zaten sekiz ve dokuzuncu bölüm özelinde olanları görünce tekerrürden sebep bana “İyi yapmışsın.”lar hediye edeceğinize emin gibiyim. Evet, laf uzamasın. Yolumuz epey uzun. Neo noirların yarıştığı, benim seçkiyi tüketirken demek ki bu türe zaafım varmış dediğim sekizinci epizotla huzurlarınızdayım. Now it’s time for “The Judge”s critiques…

Brian De Palma filmleri izledikçe kadınlarla alıp veremediğini ne olduğunu anlamakta daha da güçlük çekiyorum. Gerçi anlamak istediğimden de çok emin değilim. Akınmint, filmografisinin en önemli parçalarından Body Double ile De Palma’nın bitmek bilmeyen seksistliğinin yeni bir yüzünü bahşetmiş bana. Rear Window misali, dikizleme paşam, bak dünya etme bulma dünyası anlatısında kadının adı da yok, bir ehemmiyeti de. Cani karakterine Indian denmesi de cabası. Ama işte esas adam aldatılmış, üstelik iş de bulamıyor, takıntılar, Vertigo’dan miras bir de fobi ekledik mi tamamdır diyerek izleyicisini bulmuş bir şekilde. Ben almamayı tercih ediyorum. Seksenler film ahlakı sizlerin olsun.

Deniz Von’Du tarafından risk alma şovları da süratle devam ediyor. Bu sefer sahnede Dead Again var. Mizojininin kıyısından geçecek mi diye üre ürke izlediğim hikâye neyse ki boy vermiyor. Ama işin kötüsü reenkarnasyon fantezisine giren bu trajedi pornosunda seyirciye finale kadar eşlik eden bir aksiyon da gerçekleşmiyor. Cetvelle çizilmek namına eline su dökebilecek bir yapım varsa beri gelsin. Ben özellikle yıldızlar geçidi yapan bu durağanlığın kapanış sahnesinde gözlerimi devirerek ses çıkarabiliyor muyum denemesi yaptım. Gülmek için geriye ihtisas isteyen mizahıyla ilgili problemleri de başka bir gün uzun uzun konuşuruz artık.

Murat Hamasaki ise bu bölüm kesin önerilir dediğim The Long Goodbye‘ı yollamış. Robert Altman imzası taşıyan bu kara film de tıpkı Body Double gibi tam bir referans çorbası. Film öncüllerine saygı duruşunda bulunmak için o kadar çok mesai yapıyor ki kendi hikâyesini anlatmaya sıra gelmiyor bir türlü. Ama Altman öyle büyük bir usta ki çok klasik bir polisiye romanını alıp Amerikan toplumuna ve bilhassa stüdyo sistemine dair yanlış giden her şeyin eleştirisine dönüştürmüş metni. Tabii biraz tempo ister miydik? Elbette. Film noir’da ne temposu bekliyorsun demeyin, seçkideki diğer yapımları da düşününce The Long Goodbye’ın sarkmaları can yakıyor.

Yarışa henüz dönen Okan MethydVengeance Is Mine ile denemiş şansını. Uzak Doğu sinemasının olmazsa olmaz psikopatlar üzerine karakter çalışması üretiminin en temiz örneklerinden biri. Verdiğim not gözüme şimdiden az gözüktüğü için biraz överek sizlerin de izlemenizi sağlamam gerekiyor sanıyorum. Çünkü burada bilhassa milenyumla birlikte kriminal zihinlerin bütün kıvrımlarını kimi zaman yargısız bir biçimde çarşaf gibi seren, bu coğrafyaya ait sinemanın atası mevcut. İki buçuk saate yakın süresi boyunca da sizin bu adamı anlamanız için diretmeden hayatındaki bütün dönüm noktalarına inanılmaz nüanslı bir şekilde değiniyor. Vukuatsız gerilim diye bir alt tür varsa, buyrun size zirvesi.

Geçiyorum iyi başladığı yarışta finale yaklaştıkça yorgun düşen Salih Erdal Hydrangea‘ya… A Simple Plan‘in gösterildiği sene Oscar adaylığı almasına şaşırmak isterdim. Ancak paranın köpeği olmayacağız mesajlı, Nejat İşler’in Kış Uykusu’ndaki şömine başı şovunu aratmayacak cinsten bir müsamere var karşımızda. Kabul ediyorum, Sam Raimi imzası taşıması ve tabii doksanlardan çıkmasından sebep reddedilemez bir nostalji hissi var. Geçtiği çevre sebebiyle Coenler filmografisini de hatırlatıyor, diğer taraftan bütün dönemdaşlarının (Türkçe’de böyle bir kelime var mıydı?) ses miksajı saplantılı yapımlarını da andırıyor. Ancak öyküsü Migros VCD sepetini hatırlatanlardan. Koca bir “Yani?” bıraktım bitişine.

Ve son olarak Uygar Ege Goode‘tan The Honeymoon Killers‘ı da konuşalım. Kamera önünde olup biten kadar arkasındaki hikâyesiyle de ilgimi cezbeden The Honeymoon Killers’ı esasında Martin Scorsese yönetecekmiş. Ancak geliştirilmesine katkıda bulunduğu senaryo son dakikada el değiştirip Leonard Kastle’ın kucağında bulmuş kendini. Dönemin standartlarına göre sıra dışı sayılabilecek yapım seri katil bir çifti konu alıyor. Kült statüsüne kavuşmasının birkaç dekat almasına şaşıramayacağım kadar çok pürüzü var esasında. Ama kendi cilasızlığıyla öyle bir cazibe ediniyor ki ah biraz daha grafik olsa keşke dediğim bütün noksanları unutturuyor. Beni en çok şaşırtan da kimlerin öyküleri anlatılabilir konusunda normlarına fazlasıyla sadık bir endüstriden çıkmış olması tabii. Alkışlar bu projenin arkasında duran herkese!

Evet sinekolilerim… Bir takım kararlar verdim ben yine. Zevklerime göre film önererek acılar içinde kıvrandığınız sekizinci bölümün sonuçları şöyle: Okan Methyd ve Uygar Ege Goode, condragulations my dears. You are the top 2 All Stars of the week. You’ve each won eight-night safari trip in South Africa, courtesy of South African Tourism. Murat Hamasaki and Salih Erdal Hydrangeayou’re safe. This means Akınmint and Deniz Von’Duyou’re in the bottom two. Okan and Uygar Egeeach of you needs to decide which of the bottom two you will eliminate if you win the lip sync.

Two top All Stars stand before me.
Ladies, this is your chance to impress me, $10.000 and earn the power to give one of the bottom queens the chop.
The time has come…to lip sync… for-your-LEGACY!
Good luck, and don’t fuck it up.

Önerilen kısalar: Okan’dan Lightningface (2016), Uygar Ege’den Mr. Carefree Butterfly (2017)

Ladies, I’ve made my decision.
Okan, condragulations. You’re a winner baby!
You’ve earned a cash tip of $10.000.
Uygar Ege, you’re safe.

Will the bottom two please step forward?
Okan, with great power comes great responsibility.
Which queen have you chosen to get the chop?

Okan: İkisinin de benzer bir performansı var bu yüzden notlardan gidemiyorum. Aynı sezon sister'ım oluşundan Deniz'i elemek istemiyorum, Akın diyorum.

Akın, as it is written, so it shall be done. You are and will always be an All Star. Now sashay away.

Akın Memişoğlu
BODY DOUBLE
1984 | Brian De Palma
4
Deniz Erkaradağ
DEAD AGAIN
1991 | Kenneth Branagh
5
Murat Uzunkaya
THE LONG GOODBYE
1973 | Robert Altman
6
Okan
VENGEANCE IS MINE
1979 | Shōhei Imamura
7
Salih Erdal Arslan
A SIMPLE PLAN
1998 | Sam Raimi
6
Uygar Ege Baran
THE HONEYMOON KILLERS
1970 | Leonard Kastle & Donald Volkman
8

Bitti mi? Bitmedi! İki bölüm birden yaparak finale koşacağımızı söylemiştim. O yüzden hızımızı hiç kesmiyorum. Yan Odadan Filmler’in cici annesi RuPaul’s Drag Race’in biz fânilere bahşettiği balo görevini örnek aldığımız dokuzuncu epizot ile kaldığımız yerden devam ediyoruz mücadeleye. Bu defa sinekoliler toplamı 240 dakikayı geçmeyecek iki film önermek mecburiyetindeydi. Bunlardan bir tanesinin siyah-beyaz, bir tanesinin de renkli olması ön koşulunu koydum. Yıl olarak ise önerecekleri yapımlardan birinde serbest hareket etme şansları oldu, diğeri ise 1990 ve sonrası tekabül etmek zorundaydı. Zorlandılar ama yine buldular onları bu cehennemden finale ulaştıracak filmleri. E hadi geçelim şenliğin kritik kısmına o zaman…

Okan Methyd‘la başlayalım… önerdiği iki yapımla da hedefi on ikiden tutturmuş yarışa geç döndüğü için biletini elinde tutmak adına üstün mücadele veren sinekolimiz. Bir tarafta Jim Jarmusch’un dünyasında mübalağa seven Roberto Benigni’nin bile kendini bulduğu şahane bir gariplik, Down by Law var. Yönetmenin sinemasına dair sevdiğim her şeyin en “olmuş” hâli. Absürtlük ile hayat dersi olmak arasında bir takım cambazlıklar dönüyor ve hayran olmayanı sopayla kovalıyor Jarmusch. Ancak Okan’ın bu bölümdeki esas marifeti bugüne kadar neden izlemediğimi hâlâ çözemediğim To Wong Foo, Thanks for Everything! Julie Newmar‘ı yollamak olmuş. Drag sanatına dair her şeye olan koşulsuz şartsız hayranlığımla bu camp klasik için de ölüp bitmemem imkansızmış zaten. Monet X Change – Trinity the Tuck zaferine göz kırpan öngörüsüyle alakalı şakalar bir yana dursun, The Dressmaker’ın da ilhamını nereden aldığını da daha iyi anladım. Onu da kuir karaktersiz kuir filmler arasında sayıyordum zaten.

Son haftalarda biraz bocalayan Salih Erdal Hydrangea alıştığımız çizgisinin biraz dışına çıkmış bu bölümde. Pigs and Battleships takdir edip bayılamadığım klasiklerin bütün özelliklerine sahip. Ozu’nun kontrastı olmak için fazlaca mücadele vermiş bir sinemacının ağzından, bugün bile geçerliliğini koruyan, toplumsal adaletsizliğin en acımasız davrandığı kesime dair dört başı mamur bir gözlem aslında. Ama nasıl ağır aksak, nasıl kaosla iç içe, nasıl da genel izleyiciye hitap etmeme çabasında anlatamam. Diamantino isimli delilik de izlediğiniz gündeki halet-i ruhiyenize göre bambaşka reaksiyonlar vereceğiniz o kafası dumanlı işlerden biri sanki. Cristiana Ronaldo’ya benzeyen, çok başarılı ama inanılmaz aptal bir futbolcu üzerinden dünyadaki bugünle alakalı bütün hassasiyetleri tiye almak için yola çıkmış bir yapım. MAGA’sı, mülteci problemi, mizojini… Herkes ama herkes nasibini almış fantastik edebiyatından. Ah kurgu masasında biraz makaslanaymış neler neler olmuş da neyse.

Gelelim Murat Hamasaki‘ye. Yani Cléo from 5 to 7 hakkında bir kelam etmeye gerek yok bence. Agnès Varda sinemasını bilmediğim için kendisinden uzak durduğum günlerin acısını çıkarıyor adeta. Tam anlamıyla bir sinema dersi. Varda hem kamerasını konumlandırdığı yer, hem karakterini betimleme biçimi, hem seyircisine perde üzerinde eşsiz bir empati yaratma kabiliyeti, hem de kadın olmayı belli başlı klişelere bağlamayan tekstiyle zamansız bir klasik yaratmış. Üstüne negatif eleştiri getiren taş olur, çarpılır. Ancak böyle bir klasiğin yanına The Death of Dick Long‘u koymak da anca Murat’tan bekleyeceğim bir hareket. O kadar alakasız, kötü çekilmiş, kötü yazılmış, kötü oynanmış, anlamsız, başladığı yerde biten, bütün kartlarını ilk beş dakikada açıp seyircisine filme tutunmak için tek bir dal bile bırakmayan bir film ki ne yaparsam yapayım neden önerdiğini anlayamıyorum. Swiss Army Man’in yönetmeni yeni bir absürtlüğün peşine düşmek istemiş belli ki, orası tamam da. Bu sefer asla yerine oturmayan bir konseptin peşinden koşuyor. Sonuç da koca bir hüsran.

Uygar Ege Goode‘un önerileri de diğerlerine kıyasla daha dengeli sanki. Blast of Silence, kadın düşmanlığı yapmayıp kadın düşmanı bir karakter nasıl anlatılır üzerine dev bir ders bana soracak olursanız. Allen Baron’un hem Amerikan, hem de Avrupa sinemasına yüzünü dönmüş taşyapıtı geçtiğimiz bölümün neo noir seçkisine de cuk otururmuş sanki. Gerçi bu noir’ın özü alıyor artık. Dış dünyayla ilişkisi neredeyse tamamen kesilmiş, sosyopat olarak özetlenebilecek seri katilinin dünyasında öyle bir çelişki yaratıyor ki domino taşı gibi zihninin içindeki bütün ezberlerin yıkılışını izliyoruz zevkle. Önerdiği diğer yapım Fallen Angels ise Wong Kar-Wai’nin olaylara değil yine hislere ve bilhassa kurduğu görsel bütüne odaklandığı filmlerden bir diğeri. Çok benim ağzıma layık olduğunu iddia edemeyeceğim. Biraz pasaklı ve dediğim gibi ne anlattığından çok ne gösterdiğine kafayı takıyor. Ama Wong Kar-Wai işte. Kenara not etmelik aforizmalarında kaybolup vardım bir güzel finale.

Son kritiğimiz de Deniz Von’Du‘ya geliyor. Louis Malle üretimi Elevator to the Gallows bir filmden ziyade anlı şanlı bir soundtrack. Kara filmlerle dolup taşan iki haftanın da kalbur üstü yapımları arasında adını saymak mümkün. Ama tabii Frankofonluğun sevmediğim yarısından besleniyor bu meşhur klasik de. Mizah anlayışının kuruluğu ve hikâyesine bir çatı kurma çabasındaki aleladelikten çok yorulduğum için filmin hayranları gibi gerilmek ya da eğlenmek kısmet olmadı. Umuyorum bir gün Yan Odadan Filmler yarışmacıları Yeni Dalga’ya uğramamayı öğrenirler… Deniz’in diğer seçimi Splendor için ise ne söylenebilir bilmiyorum. İki adam arasında kalan esas kızımız onları üçlü bir ilişkiye dahil ederek doksanlardan beklemeyeceğimiz (esasında dönemin erotik gerilimlerini düşününce çok da mantıksız değil) bir cüret ile fantezilere hizmet ediyor. Tabii ki de bu ilişkiyi fetişize eden bir tavır var, Gregg Araki’den daha fazlası beklenemezdi. Ama o kadar işte. Soft pornonun bile kötüsü çekilebiliyormuş, onu gördük.

Herkesin filmlerine verdiğim puanları toplayarak yaptım bu sefer sıralamayı. İlk ikimiz haricinde herkesi bottom‘a koyacağımı da görevleri verirken açıklamıştım. Hemen sadede geliyorum… Okan Methyd ve Uygar Ege Goode, condragulations my dears. You are the top 2 All Stars of the week. You’ve each won 4-night stay in Montreal, Canada including hotel and airfare, courtesy of Tourisme/Montreal. This means Deniz Von’Du, Murat Hamasaki and Salih Erdal Hydrangeayou’re in the bottom three. Okan and Uygar Egeeach of you needs to decide which of the bottom three you will eliminate if you win the lip sync.

Two top All Stars stand before me.
Ladies, this is your chance to impress me, $10.000 and earn the power to give one of the bottom queens the chop.
The time has come…to lip sync… for-your-LEGACY!
Good luck, and don’t fuck it up.

Önerilen kısalar: Okan’dan Stutterer (2015), Uygar Ege’den Biidaaban (2018)

Ladies, I’ve made my decision.
Okan, condragulations. You’re a winner baby!
Uygar Ege, condragulations. You’re also a winner baby!
You’ve each earned a cash tip of $5.000.

Will the bottom queens please step forward?
Okan, Uygar Ege, with great power comes great responsibility.
Which queens have you chosen to get the chop?

Okan: Deniz'i elemek istemiyorum tekrardan, geriye de iki kişi kalıyor. Finalde güçlü bir rakip olacağından Salih diyorum.
Uygar Ege: Hiç düşünmeden Murat diyorum. Buraya kadar gelerek pek çok queenin hakkını yediğini düşünüyorum. Verilen şansların hiçbirini de değerlendiremedi. Onun yerine Emir ya da Akın Top 5'te olmalıydı.

Murat and Salih Erdal, as it is written, so it shall be done. You are and will always be All Stars. Now sashay away.

Deniz ELEVATOR TO THE GALLOWS
1958 | Louis Malle
7
SPLENDOR
1999 | Gregg Araki
4
Murat CLÉO FROM 5 TO 7
1962 | Agnès Varda
9
THE DEATH OF DICK LONG
2019 | Daniel Scheinert
4
Okan DOWN BY LAW
1986 | Jim Jarmusch
8
TO WONG FOO, THANKS FOR EVERYTHING! JULIE NEWMAR
1995 | Beeban Kidron
8
Salih Erdal PIGS AND BATTLESHIPS
1961 | Shōhei Imamura
7
DIAMANTINO
2018 | Gabriel Abrantes, Daniel Schmidt
7
Uygar Ege BLAST OF SILENCE
1961 | Allen Baron
9
FALLEN ANGELS
1995 | Wong Kar-Wai
7

Yarışmacı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
Deniz Erkaradağ HIGH BTM3 HIGH SAFE BTM2 WIN SAFE BTM2 BTM3
Okan HIGH SAFE SAFE BTM3 ELIM WIN WIN WIN
Uygar Ege Baran SAFE WIN SAFE WIN SAFE HIGH WIN WIN WIN
Murat Uzunkaya SAFE BTM3 BTM3 SAFE WIN BTM2 SAFE SAFE ELIM
Salih Erdal Arslan WIN SAFE WIN WIN SAFE SAFE BTM3 SAFE ELIM
Akın Memişoğlu SAFE HIGH WIN BTM3 SAFE WIN BTM3 ELIM
İbrahim Bars WIN SAFE SAFE SAFE WIN SAFE ELIM
Emir Tektaş BTM3 WIN SAFE HIGH SAFE ELIM OUT
Emre Eminoğlu SAFE SAFE BTM3 ELIM OUT
Ekin Bilge BTM3 SAFE ELIM OUT
Egemen Doğan SAFE ELIM OUT
Burak Ar ELIM OUT
WIN: Kazanan*, WIN: Kazanan, HIGH: Yüksek not, SAFE: Güvende
BTM2/3: En düşük notu alan yarışmacılar, ELIM: Elenen

Yazar Hakkında

1990 doğumlu. Kuir. İkizler. 2009'da ödül sezonu portalı Oscar Boy’u kurarak sinema yazarlığına başladı. 2014’ten beri O Podcast’in moderatörlüğünü yapıyor. 2023 yılında da SİYAD üyesi oldu.

Yorum yazın...