Yan Odadan Filmler – All Stars S02E02: Şaşırtmaca İktisatı

Yan Odadan Filmler – All Stars S02E02: Şaşırtmaca İktisatı

Hello, hello, hello! Yan Odadan Filmler yarışmasının varlığıyla ekranları kutsadığı günden beri en çok takip edilen ve sevilen sezonu All Stars ikinci çıkarmasıyla geçtiğimiz hafta startını vermişti. Şanlı müsabaka tarihinin birinci olamamış başarılı yüzleri taç için mücadele vermeye başladı. İlk görevde henüz giyeceği kostümleri bavullarından çıkarmamış Tarık Kılıç kupkuru bir perukla boy gösterince jüri gözünün yaşına bakmadan eledi. Sıra sürprizlerle dolu muharebenin ikinci aşamasında. Baylar bayanlar, hazırsanız motorları çalıştırın ve iyi olan kazansın!

All Stars 2’nin en önemli twist‘i yarışmacıların daha önceki sezonlarda kullanılmış görev başlıklarını kafalarına göre seçip kendi kaderlerini belirleyebilmeleri. Ama plan program yapıp önerecekleri filmlerin tam listesini çıkaranları, koltuğunda rahatlayıp yayılanları hazırlıksız yakalayabilmek için ilk haftada kullanılan her görevi uzun listeden sildim. Geriye kalan 10 kişi çalışma odasında biraz homurdansa da A- ve B- notları aralığında yapımlar izlemiş olmam kimsenin çok zorlanmadığını gösteriyor. Podyumun ışıklarını yakalım ve barbekü partisine başlayalım!

Adını söyleyeceklerim bir adım öne çıksın. Adem GüneşÇağatay Kalyoncu ve İlknur Akarı. Üçünüz de sizi bir sonraki göreve taşıyacak kadar puan almayı başardınız. Hakkınıza bu hafta “Safe” ibaresi düştüğü için pek çenemi yormayacağım. Adem’in yarışma tarihinde Maximo Oliveros hezeyanı varken Ma vie en Rose önermesi büyük risk. Çağatay’ın Broken Flowers’ı Jim Jarmusch’u neden sevdiğimi hatırlattı. İlknur’un Lifeboat seçimi de Hitchcock’un filmografisinde yönetmenin varlığını hissedemediklerimizden. Bu kadarı yetsin. Şimdi Interior Illusions Lounge’da Absolut kokteyllerinizi yudumlayabiliriniz.

Geri kalanlara diyeceklerim var tabii. Önce yüksek not alanları aradan çıkaralım. Oğuz Kayır, All Stars’a çalışarak geldiğinin sinyallerini veriyor bir kez daha. Like Father, Like Son geç tanışıp çok sevdiğim yönetmen Hirokazu Koreeda’nın imzasını taşımakta. Toplumun farklı sosyoekonomik gruplarından iki aile, hastaneden çocuklarının karıştığı haberini alıyor ve tarifi mümkünsüz bir seçimle yüzleşmek zorunda kalıyor. Hiç işlenmemiş bir mesele değil. Türk televizyonları doğuran mı ana, büyüten mi dizileriyle dolup taşıyor yıllardır. Ama Koreeda’nın toplum ve bireysel kültürü iç içe geçirmiş teksti sosyoloji okuması gibi. Bilinçli ve duygusal, yönetmenin filmografisine yaraşır üstünlükte bir eser.

Bundan birkaç yıl evvel şu yarışmayı yapıyor olsam muhtemelen sonunu getiremeyeceğim Divorce Italian Style ise Mehmet Ferhan Meraler‘den gelmiş. Anlatıcılı öykülere önyargımı paramparça edip bir de üstüne hiç eskimemiş mizahıyla günüme neşe kattı Divorzio all’italiana. Yine merkezde kuralcı ve geleneklerine sırtını dayamış bir cemiyet, bu cemiyetin kalın kalemlerle çizdiği sınırları alt etmek için geceyle gündüzünü karıştırmış bir ana karakter ve öykünün yön almasına yetecek miktarda sevgi var. O kadar iyi tasarlıyor ki dinin anlamsızlığına eleştirisini, muhafazakar bir Avrupa ülkesinden 1961 yılında çıkmış olduğuna inanamıyorsunuz. En nihayetinde çirkin eşini terk edip kuzenine varmaya çalışması da trajediyle komedinin çiftleşebilme kabiliyetinden.

İlk görevde eleme potasına göz kırpan Emre Küçükenez, başı sonu muazzam Blow Out‘la talihsiz haftasını unutturuyor. Ben Brian De Palma sevmem sohbeti yaptığım bir haftada takma kirpik, bordo ruj ve 11 pont topuk üçgeninde gidip gelmeyen bir filmini izlemek güzel tokat oldu. Antonioni’nin yine yarışma dahilinde izlediğim Blow Up filmini alınmış, fotoğrafların yerine ses kayıtlarını kondurulmuş. Daha iyi demeye dilim varmıyor, ama daha güzel yaşlanmış bir film desem yeridir. Her şeyi bir kenara bıraktım, film yapma eyleminin pek takdis etmediğimiz bir parçasından salt gerilim ve muallak yaratabilmesine bile şapka çıkarılır.

Ve son olarak dayanamayıp sosyal medyada erkenden övdüğüm Jacob’s Ladder var. Adrian Lyne’ın doksanlar sinemasını tanımlayan yarı-şaheserini Beril Demircioğlu göndermiş. Oyunu seven ve kurcalayıp kuralları değiştiren sinemacılara olan hayranlığım filmi hazmedince yine kendini belli etti. Çoktan değişmiş korku filmi normlarının 21. yüzyıldaki yansıması bu filmin özünde var. Üstünüze koşmayan ecinniler, serde cirit atan iblisler sadece var oldukları için tedirgin ediyor. Demlendikçe keyiflendirecek, keyiflendirdikçe ne de iyi ettin önerdin Beril dedirtecek. E lafı uzatmayalım, tebriğimizi basalım. Condragulations my dear. 

Sırada düşük not alıp, “Neden bu filmi önerdin?” sorusunu sorduranlarda. Şükrü SöğütIt’s Such a Beautiful Day seçimiyle risk kavramına ben buradayım demiş. Hertzfeldt’in 2015’te Oscar’a aday olan kısası World of Tomorrow’ı gereğinden fazla beğenmiştim. Ama burada her bir karesi çizilmeden önce veri giriş bölgelerine halüsinojen sürülmüşcesine pasaklı bir anlatı var. Tempo sıkıntısı durağanlık kaynaklı değil, aksine her çiçekten bal almak istediği için hiperaktif bile denebilir. İpin ucu da erkenden kaçınca hazmetmekte güçlük çektim. Belli Hertzfeldt’in dünyaya emsalsiz bir bakış açısı var. Ama burada içini açmayıp kusuyor ve en kötüsü de kustuğunda o bile rahatlayamıyor.

Onurcan Güden görev birinciliğini yeni aldı derken anonymous runway uygulamasının kurbanı oldu. Mungiu sevdama oynayıp Rumen sinemasından kendime yol yaparım demiş fakat Philanthropy düpedüz Türk filmi. Üçüncü dünya ülkelerinden birinde üretilip de meselesiz olan, tek katmanlı komedilere katlanamıyorum sanırım. Gişeyle flört eden bir sinema hakim değil belki filmin bütününe ama sosyal adaletsizlik bu kadar da uyduruk anlatılmamalı sanki. Hadi yaşadın, ama hiç mi içeriden bakamadın? Belki ilk yarım saatinin sonunda freni batlamış bir tır edasıyla yokuş aşağı kendini bırakmasa gelişememiş toplumlara dikildi diye temizliğinden tam not verirdik.

Ve bir tek Yakup Yılmaz kaldı geriye konuşmadığımız. Önerdiği Lenny isimli film, tıpkı düşük puan alan diğer iki yarışmacının seçimleri gibi epey sorunlu. Neden? Bu kadar ananevi biyografilerde ana karakterini ilgi çekici kılan durumların ve özelliklerinin altını çizemiyor isen, bence, bu biyografiyi perdeye taşıyan sen olmamalısın. Belli ki Bob Fosse, komedyen Lenny Bruce’un tartışmalı özgeçmişinde dişe dokunur bir şeyler yakalamış. Hadi kurgu masasında imzanı atıp, yenilikten yana bir yapı da inşa ettin. Hani nerede güven süspansın? Film literatürüne geçirdiğin karaktere sen saygı duymuyorsan izleyiciden dikkatini toplayıp sonuna kadar dayanmasını nasıl bekleyebilirsin ki? Yakup’a değil tabii sitemim, Lenny’i izleyene kadar pek sevdiğimi sandığım Bob Fosse’ye.

Karar anında çok zorlanmış gibi gözükmek istemiyorum. Ama evet, Onurcan ve Yakup’un seçimleri ikinci görevde zengin kalkışı yapmalarına sebep olacak kadar yavandı. Bu bir yarışma, alınmaca gücenmece olmasın diyor ve seçimimi yapıyorum. Onurcan, shante you stay. Yakup, sashay away.


All Stars’da ikinci görevin tam sıralaması şöyle:

Yarışmacı Film
(Yıl; Yönetmen; Ülke)
Not
Beril Demircioğlu Jacob’s Ladder
1990 | Adrian Lyne
ABD

A-

M. Ferhan Meraler Divorce Italian Style
1961 | Pietro Germi
İtalya

A-

Emre Küçükenez Blow Out
1981 | Brian De Palma
ABD

A-

Oğuz Kayır Like Father, Like Son
2013 | Hirokazu Koreeda
Japonya

A-

Çağatay Kalyoncu Broken Flowers
2005 | Jim Jarmusch
ABD, Fransa

B+

Adem Güneş Ma Vie en Rose
1997 | Alain Berliner
Belçika, Fransa, Birleşik Krallık

B+

İlknur Akarı Lifeboat
1944 | Alfred Hitchcock
ABD

B

Şükrü Söğüt It’s Such a Beautiful Day
2012 | Don Hertzfeldt
ABD

B-

Onurcan Güden Philanthropy
2002 | Nae Caranfil
Romanya, Fransa

B-

Yakup Yılmaz Lenny
1974 | Bob Fosse
ABD

C+

Yoksa siz hâlâ All Stars 2 sayfasını ziyaret etmediniz mi? 

Yazar Hakkında

1990 doğumlu. Kuir. İkizler. 2009'da ödül sezonu portalı Oscar Boy’u kurarak sinema yazarlığına başladı. 2014’ten beri O Podcast’in moderatörlüğünü yapıyor. 2023 yılında da SİYAD üyesi oldu.

Yorum yazın...