Yan Odadan Filmler S07E05: Göz Bağı

Yan Odadan Filmler S07E05: Göz Bağı

Her Yan Odadan Filmler sezonunun en sevdiğim bölümüne geldi sıra. Final öncesi son toplaşmamızın asıl amacı tabii ki de Top 3’e çıkmaya kimin hak kazandığına karar vermek. Görev başlığımız görsel anlamda doyurucu filmler önermek idi. Ve yarışmacılarıma nasıl filmler önermeleri gerektiğini söylerken beşinci bölümde en yüksek not alan iki ismin karneleri ne olursa olsun finale çıkacağını, diğer ikilinin ise genel performansları üzerinden değerlendirmeye alınacağını söylemiştim. Bu yüzden verdiğim notlar da hazır tüm sıralamayı açık ederken önce direkt bu bölümün yıldızları Mesut Gül ve Nihat Kocakaya ile başlayalım.

Finaldeki yerini ayıran ikiliden Mesut, Douglas Sirk’ün technicolor ile kutsanan cennet bahçesi tadındaki All That Heaven Allows isimli filmini önermiş. Başrollerdeki iki Hollywood efsanesi, Jane Wyman ve Rock Hudson, geçmiş yılların Oscar adaylarını izlemeyi ne kadar da özlediğimi hatırlattı bana. Kendisinden yaşça küçük ve sınıfsal anlamda da aşağıda bir adama aşık olan dul bir kadını konu alıyor film. Kırklardan miras naifliği renkle buluşunca terfi ettirmiş sanki materyali. Kendi bugününe ait tutuculuğuna dair söylemlerinin 2018’de bile bir karşılık buluyor olması epey acı tabii. Ama Douglas Sirk bu küçük mesajlarla uğraşacak bir yönetmen değil. Dolayısıyla All That Heaven Allows, hikâyesinin sarpa sardığı noktada dış güzelliğe her şeyden daha çok önem verdiğini hatırlatırcasına gözümüze sokuyor melodram arka fonlu renk bahçesini. Queer kültürüne bir hazine hediye edip köşesine çekiliyor.

Yarışma başladığı günden bu yana her görevin üstesinden hakkıyla gelen Nihat da yine ne istediğimi anlayarak yapmış seçimini. Lola Montès, Powell ile Pressburger ile aynı havayı teneffüs eden Max Ophüls’ün imzasını taşıyor. Hayatın bütününe cümbüşü bol bir sahne gözüyle bakan yönetmenlerin adeti olduğu üzere de yanlışı ve doğrusuyla süslediği öyküsünde tek baki olan teatrallik. Mantığı zorlayan gurur oyunlarını anlatıya ivme kazandıracak bir estetikle süslüyor, en trajik mizansenlere koca bir gülümsemeyle ara vermenizi sağlayacak esler veriyor. Dört başı mamur filmlerin, televizyonun yükseldiği yıllarda öne çıkabilmek adına yaptığı türlü maskaralığı da cabası. Ama neredeyse her parçası bağımsız olan Lola’nın hikâyesi, bir bütün olmak üzere bir araya geldiğinde görsel illüzyonları da sağolsun, tek tük sarkmaları “güzellik” ile eşitliyor. Daha uzun olmasını isteyerek bir günah mı işliyorum acaba?

Bu iki filmin de hakkı görev birinciliği almak hiç şüphesiz. Ama tabağında fazlaca “Win” mavisi gören Nihat’ı bir kenara alıp yarışın Arap atı Mesut’u konuk istiyorum bu haftanın zirvesinde. İkinize de ayrı ayrı tebrikler tabii! Finalde görüşmek üzere.

Bu görevin ilk ikiye göre daha düşük notlar alan yarışmacılarına geçelim şimdi de. Salih Erdal Arslan, her karesi tablo olmayı hak eden ve verdiğim görevin optik ön koşuluna cuk oturan I Am Cuba‘yı önermiş. Fakat makaslanarak apolitikleştirilmiş bu propaganda filminin çamura bulanmış bir rüyayı andıran Havana portresi bana pek tekdüze geldi. Tarih hakkında dersini veriyor, Küba Devrimi’ni perdeye taşıyor, sinematografide siyah beyazla nasıl iştihamlı görsellere ulaşılır onu gösteriyor. Fakat hani nerede devamlılık hissi veren dramatik yan öykü, empati kurabileceğim karakterler? Buna rağmen filmin sonuna kadar büyük bir ilgiyle izlemiş olmamın da şaşkınlığını yaşıyorum. Halbuki hiç ben kalemim değil bu tarz içi istemli olarak boşaltılmış filmler.

Son olarak Sonat Ündaş‘ın önerisi What Dreams May Come‘ı da konuşalım. İzlerken sürekli olarak 2017 sinema yılını kapatmaya yakın deneyimlediğim Downsizing’i hatırlamış olmam normal mi? Çünkü iki filmin benzer problemlere sahip olduğunu düşünüyorum. Harika bir fikir, neredeyse muazzam başlangıç noktası, ama sonrasında kafasızlaşan bir senaryo, tabir-i caizse toplu intihar. Aşkı, sevgisi Parliament Sinema Kulübü’nün dublajla iyice bayağılaştırılmış doksanlar ana akım vıcıklığından beslenen koca bir balon. Robin Williams filmi bitirebilmemin yegane sebebi olabilir. Vefat ettiğinden beri yanılmıyorsam hiçbir filmini izlememi gerektiren bir durum olmamıştı. Rötarlı vedama katkıda bulunulması haricinde pek de iyi hatırlamayacağım bu mantık hatası denizinde yüzen viraneyi.

Dediğim gibi, finale çıkan üçüncü ismi Sonat ve Salih Erdal’ın tüm performansına bakarak seçtim. Bu tür durumlarda kimin karnesinde hangi renkler var diye bile kontrol etmiyorum. Yaışmada akılda kalıcı neler izletmiş diye bakmam yeterli oluyor. Değerlendirme yaptığımda da Salih Erdal’ın adı bir parça daha öne çıktı benim için. Yani final üçlümüz belli oldu: Mesut Gül, Nihat Kocakaya ve Salih Erdal Arslan! Tamamen serbest bir seçim yapacakları final görevinde hepsine ayrı ayrı başarılar diliyorum. Sonat, now sashay away…

Bitti mi? Bitmedi! All Stars 4 hazırlıkları yaparken finale çıkamamış beş yarışmacımdan kimi desteklediğinizi öğrenmek istiyorum. Buranın birincisi All Stars biletini sizin sayenizde kapmış olacak. Hadi bakalım, iyi olan kazansın!

[poll id=”656″]

Mesut Gül
ALL THAT HEAVEN ALLOWS
1955 | Douglas Sirk
A-
Nihat Kocakaya
LOLA MONTÈS
1955 | Max Ophüls
A-
Salih Erdal Arslan
I AM CUBA
1964 | Mikhail Kalatozov
B
Sonat Ündaş
WHAT DREAMS MAY COME
1998 | Vincent Ward
C+

Yarışmacı Yaş Şehir 1 2 3 4 5 6 Sonuç
Mesut Gül 24 İstanbul SAFE SAFE SAFE HIGH WIN    
Nihat Kocakaya 24 Bursa WIN HIGH WIN WIN HIGH    
Salih Erdal Arslan 16 Adana HIGH SAFE HIGH LOW SAFE    
Sonat Ündaş 33 İstanbul HIGH LOW LOW HIGH ELIM
Emre Altıntaş 31 Ankara LOW HIGH SAFE ELIM      
Cemil Karaduran 22 İstanbul LOW WIN ELIM        
Feyza Kara 25 İstanbul SAFE ELIM          
Atakan Göktepe 22 İstanbul ELIM            

Yazar Hakkında

1990 doğumlu. Kuir. İkizler. 2009'da ödül sezonu portalı Oscar Boy’u kurarak sinema yazarlığına başladı. 2014’ten beri O Podcast’in moderatörlüğünü yapıyor. 2023 yılında da SİYAD üyesi oldu.

Yorum yazın...