2018’i sessiz sedasız kapatmayacağım beyanında bulunduktan sonra adaylarımı açıklayıp hemen ardından da yılın en iyi kadın oyuncu performanslarını sıraladım. Sıra beylerde. Hiç lafı uzatmadan listeleme manyaklığımın bir diğer tezahürü için kolları sıvıyorum…




MAHERSHALA ALI
Green Book
The Curious Case of Benjamin Button zamanında adını ezber ettiğimiz Mahershala Ali, ikinci Oscar heykelciğine yelken açtığı rolünde yine harikalar yaratıyor. Konudan alakasız, ah keşke cinsel kimliğine daha fazla zaman ayırsalarmış dedim, ama buna da tavım. Ali’nin abartılı ve bir yandan da ölçülü oyunu tüm iç çekmelerimizi unutturacak kadar iyi ne de olsa.
CHRISTIAN BALE
Vice
Tarihten karakterlerin ağır makyajlar altında canlandırılmasına geliştirdiğim eşsiz alerjiyi Christian Bale için, ki kendisine çok bayılmam, askıya alabildim bir şekilde. Nasıl diye sorarsanız cevap veremeyebilirim ama. Gerçi filmin yaramaz bir çocuk gibi keyfine bakmasına bağlıyorum. Bale da ritme ayak uydurup kendini çok ciddiye almamış gibi.
JOHN CENA
Blockers
Hakkı teslim edilmeyen komedi filmlerindeki iyi performanslara olan zaafımı biliyorsunuz. Poposuna girmiş bira şişesiyle fiziksel mizahını cılkını çıkaran John Cena’yı da es geçmek istemedim. Trainwreck’teki kısacık süresinde herkesten rol çalan aktörün The Rock ve Vin Diesel’in asla elde edemeyeceği bir kariyere ulaşacağına da inancım sonsuz.
BRADLEY COOPER
A Star Is Born
Bu sene Bradley Cooper’ın piyasadaki tüm erkek oyuncu ödüllerini süpürememiş olmasını büyük bir şaşkınlıkla izliyorum. Bu adamı seviyordunuz, size popüler bir filmle de geldi ve üstelik performansı tek kelimeyle muazzam, DAHA NE? Ağabeyine arabadan inerken yaptığı itiraf ve bilhassa açılıştaki Black Eyes numarasında Oscar diye çığlık atmıştım oysa ki.




JIM CUMMINGS
Thunder Road
Kimselerin izlemediği bir filmden kalburüstü bir performans. Sam Rockwell’in Three Billboards’ta olup olabileceğinin maksimumu. Cummings kendi için yazdığı role muazzam bir geçmiş yazmış, bu da yetmemiş güldürünün temel öğelerinden yararlanmış. Thunder Road’u tadıp da kendisine hayran kalmamak kesinlikle imkansız.
WILLEM DAFOE
At Eternity’s Gate
Oscar’ın sürpriz beşincisi Willem Dafoe, sanat tarihinin en meşhur ressamı Vincent Van Gogh’u İngilizce ve etrafındaki herkese rağmen aksansız oynuyor. Fakat At Eternity’s Gate adındaki pasaklılığın orta yerine de kariyerinin en iyi çalışmalarından birini sığdırmayı başarıyor aynı zamanda. Filmin sonunu sırf Dafoe nasıl tercihlerde bulunacak diye getirdiğimi de ekleyeyim.
ANDREW GARFIELD
Under the Silver Lake
Hani Jake Gyllenhaal için Prince of Persia başına gelmiş en iyi şey deriz ya, Garfield için de Spider-Man öyle bana sorarsanız. O franchise battığından beri birbirinden iyi yapımlarda, hep belli bir seviyenin performanslar getirdi önümüze. Under the Silver Lake’in oyunculardan ziyade bir senaryo harikası olduğu gerçek; ama Garfield da bo durmamış sağolsun.
RYAN GOSLING
First Man
Half Nelson ve The Place Beyond the Pines haricinde pek iyi performansı olmadığını düşündüğüm Ryan Gosling, First Man’de hakkında düşündüğüm tüm kötü şeyleri bir güzel yutturdu bana. Hem de susuz, tek lokmada… The Landing eşliğinde Ay’da makus talihine verdiği selam için mi ağlayayım, Claire Foy’la birbirlerine dakikalarca baktıkları son sahneye mi?




RICHARD E. GRANT
Can You Ever Forgive Me?
Özür dileyerek söyleyeceğim, Grant’in ödül sezonundaki karakterini çok seviyor olsam da, Can You Ever Forgive Me’nin finaline gelmeden yaptığı birkaç oyunculuk tercihi kaşlarımı kaldırmama sebep oldu. Ama öyle güzel telafi ediyor ki final çizgisinde geçiştirdiği sahneleri, her şeyi bir anda unutuyorsunuz. Bak yine gözlerim yaşlandı…
TIM BLAKE NELSON
The Ballad of Buster Scruggs
Eğer Coenler’in son filmi The Ballad of Buster Scruggs’ın tamamı ilk hikâye kadar iyi olsaydı şu an 10-11 Oscar adaylığının sohbetini yapıyorduk. Ve bu ilk parçayı iyi kılan da sadece Coenler’in kalemi değil hiç kimse kusura bakmasın, Tim Blake Nelson evvelden aşina olduğumuz yeteneklerinin hepsini sıraya dizerek düşman çatlatıyor.
CHRIS O’DOWD
Love After Love
Gizli gizli takip ettiğim, yer aldığı her filmde/dizide iyi olduğunu düşündüğüm bir aktör daha! Herkesten sakındığım Chris O’Dowd hayranlığım Get Shorty ile biraz ifşa oldu diyordum, şimdi Love After Love ile biraz daha kucaklıyorum kendisini. Her şeyi bir kenara bıraktım, sinema tarihindeki en gerçekçi sevişme sahneleri için bile anılmaya değer. Öhöm öhöm…
JASPER PÄÄKKÖNEN
BlacKkKlansman
Spike Lee’nin son harikasında mizah peşinizi asla bırakmıyor, ama Jasper Pääkkönen’ın canlandırdığı güneyli kara cahilin tadı bambaşka bence. Sezon boyunca tek bir yerde adının geçmemiş olmasını asla anlamayacağım. Bana sorarsanız eşini canlandıran Ashlie Atkinson ile filmin konuşulmayı hak eden gerçek yıldızı kendisi.



JESSE PLEMONS
Game Night
Plemons fiziksel avantajı sayesinde üstlendiği her role komik bir katman daha eklemeyi başarıyor ve Game Night’ta zirveyi görmüş desem yalan olmaz. 2018’in vizyona uğramış en iyi komedi filminde ekrana dönsün diye yalvardığımız karakter olarak herkesin rüzgârını çalıyor. Bir gün canlandırdığı karakterin misafiri olayım, beni de tedirgin etsin istiyorum.
CHARLIE PLUMMER
Lean on Pete
Charlie Plummer’la King Jack’te tanışmış olanlar için pek sürpriz olduğu söylenemez bu olağanüstü performansın. Henüz Chalamet kadar ünlü olmasa da aynı yolda doğru proje eline geçerse çok daha dev bir şöhrete döneceğini düşünüyorum. Bu iddiamı destekleyecek performansı arayanlara da şiddetle Lean on Pete önereceğim. Son sahneye dikkat!
ROBERT REDFORD
The Old Man & the Gun
Biliyorum, biliyorum. En az ben de sizin kadar şaşkınım. All Is Lost senesinde durmadan Redford’un peruğuyla dalga geçmiş olmama rağmen The Old Man & the Gun vedası derinden etkiledi beni. Belki performanstan çok filmin öneminin tesirinde kalıyorum ama perdedeki karizması da öyle her aktörde rastladığımız bir şey değil ki canım.
FRANZ ROGOWSKI
Transit
Rogowski’nin hayran kitlesi ben daha kulübe katılmadan önce yeteri kadar kalabalıkmış zaten. Ben de elimde posterimle alandayım artık! Transit’in bel kemiği demekten çekinmediğim aktör, az laf çok iş mantığını güderek yazılmış karakterine tarifsiz bir insaniyet katıyor. O edebilikten arınıp biraz ete kemiğe bürünebilmesi hep Rogowski’nin başarısı.




CORY MICHAEL SMITH
1985
Olive Kitteridge’ten beri bu çocuğun izini sürüyordum. Sonunda karnımızı doyuracak performansını bulabildik. 2018’in saklı hazinelerinden 1985’ta Smith’in iki kilit sahnesi var: Biri o parti, biri de finalde annesiyle yüzleşmesi. İkisinde de hıçkırıklara boğdu beni sağolsun. Çok daha büyük yönetmenlerle çalıştığını da göreceğiz ayrıca, buna eminim.
STEVEN YEUN
Burning
Şurada hiçbir şey yazmama gerek yok aslında. Sadece Steven Yeun’un esnediği o sahneyi video formatında bırakayım ve her şeyi açıklasın. Eminim en ince ayrıntısına kadar düşünerek yazılmış bir senaryonun ürünüdür bu karakter, ama Yeun da küçük nüanslarla bir aşamaya çekiyor sanki bu adamı. Yeni Dickie Greenleaf’im kendisi.
FEYYAZ YİĞİT
Ölümlü Dünya
2018’den totalde 40 oyuncu performansı sıralayıp da yerli bir aktör almamak olmazdı. Geçen sene Aile Arasında’da Ayta Sözeri neyse, Ölümlü Dünya’nın Feyyaz Yiğit’i de o benim için. Gülmeye gerçekten ihtiyaç duyduğum bir zamanda karşıma çıkıp bol kahkaha sağdı benden. O sorgulama sahnesi de kim ne derse desin, ŞA-HA-NE!
YOO AH-IN
Burning
Steven Yeun’un esnemeleri arasında Yoo Ah-In’i de es geçmemek lazım. Yönetmen sorumluluğun büyük bir kısmını üstleniyor olsa da genç aktör filmi sırtında taşıyor resmen. Başından sonuna, o ifadesiz anlarında bile derin anlamlar yakalayabilmeyi başardım ben. Umuyorum kariyerinin bundan sonrası da hep böyle parlak işlerle dolu olur.
Adlarını anmazsak olmaz... Murat Cemcir (Ahlat Ağacı), Sam Elliott (A Star Is Born), Daniel Kaluuya (Widows), Anders Danielsen Lie (22 July), Yahya Adul-Mateen II (First Match), Viggo Mortensen (Green Book), John C. Reilly (The Sisters Brothers), Paul Rudd (Ideal Home), John David Washington (BlacKkKlansman), Alex Wolff (Hereditary)