Takip et

Eleştiri

Passing

tarihinde yayınlandı.

Passing

Yönetmen: Rebecca Hall | Oyuncular: Tessa Thompson, Ruth Negga, André Holland, Bill Camp, Alexander Skarsgard, Gbenga Akinnagbe, Antoinette Crowe-Legacy, Ashley Ware | Senaryo: Rebecca Hall (uyarlama), Nella Larsen (roman) | 98 dakika | Drama

Temel insan haklarını ve en basitinden eşitliği konuştuğumuz Hollywood’un politik olmaya meyletmiş/meyleden bugününden çok önemli bir örnek Passing isimli yeni Netflix filmi. Neden? Çünkü kimin bir hikâye anlatıcısı olması gerektiğine karar veren, o büyük koltuklarda oturan kişilerin artık cinsiyet, etnik ya da politik kimlik gözetmeksizin sermayeyi fırsat konusunda eşitliği sağlayarak dağıttığı bir dönemin içerisinde üretildi her şeyden evvel. Ama bunun da ötesinde oyuncuya yönetmen koltuğunu devretme konusunda temkinli ve sadece erkek yıldızlarına yol açmayı seven endüstride artık kadınların da kapıları devirebildiğinin kanıtı. Greta Gerwig, Regina King, bu sene sınavını verecek Maggie Gyllenhaal derken Passing’te de Vicky Cristina Barcelona ve The Town ile hayatlarımızda yer eden Rebecca Hall‘u görüyoruz kamera arkasında. Nella Larsen’ın 1929 tarihli aynı adlı ve edebiyat tarihinin dönüm noktalarından biri olarak addedilen romanından uyarlanmış Passing, yirmili yılların sonlarındaki New York’u mesken ediyor kendine. Beyaz olarak geçerlilik sağlamasına yardım eden ten renkleri ve görünürlük içerisinde görünmezliği tercih etmeleri sayesinde bağlı oldukları sınıfa toplum tarafından gösterilen muamelelerden kendini soyutlamış iki siyah kadının öyküsü anlatılıyor. İlk yönetmenlik denemesi için büyük bir sorumluluk alan Hall, sosyal kimliği alakadar eden bütün kalemler üzerinden aidiyeti incelemeye koyulduğu bir film için kolları sıvamış özetle.

“Passing” kavramı biriymiş/başka bir zümreye aitmiş gibi davranmak anlamına gelen ve kendi sınıfından, cinsiyetinden, kimliğini oluşturan etkenlerden biriyle alakalı geçerliliği sağlamaktan geliyor. Bir yere ait olma açlığıyla beyaz kabul edilmek uğruna her şeyi kabullenmiş ve mevcudiyetinden irili ufaklı feragat etmiş Irene ile Clare hakkındaki oyuncaklı anlatı bütün meselesini buraya kurduğu için biraz tehlikeli bir sınırda dolanmakta. Hele ki bunu beyazperdeye taşıyanın beyaz biri olduğu düşünüldüğünde tereddütler de beraberinde geliyor. Ancak Rebecca Hall her şeyden evvel yetkin bir sinema dili inşa etmiş. Passing’in kolektif bir çalışma hissi yaratmasına gösterdiği özen de bir ilk film olduğuna inanmayı güçleştiriyor. İtinalı rejisi sayesinde Passing sadece Hall’un değil, orijinal materyalin sahibi Nella Larsen ve iki büyük rolü teslim ettiği Tessa Thompson ile Ruth Negga‘nın da filmine evrilmiş. Başrollerinin karşılıklı valslerinde kimin daha iyi olduğuna dair tartışmalar uzunca bir süre gündemimizi meşgul edecek, orası kesin. Çok değerli iki performansla birlikte geçerlilik sağlayabilmenin, kişinin kim olduğuyla ilgili kendine söylediği yalandan geçtiğine, bu uğurda yapabileceklerinin ehemmiyetli olduğuna dikkat çekerek tartışmayı kadınlığa, oradan da cinselliğe ulaştırıyor Hall ve film bu sayede zamanı mekânı aşan bir anlatı formuna bürünüyor.

Takkeyi düşürüp keli göstermeye de pek niyetli bir yapım Passing. Çünkü Hollywood’un sattığı ve altın çağına aitmiş gibi hissettiren görsel ahlakın içerisinde inanılmaz acıklı, bir gönül macerasını kaybetmekten çok daha fazlasını muhteva eden bir trajedi gizli. Vitrine beyaz bir manzara koymaya eski dostu Irene’den daha yakın Clare’in içinde tam da o dönemin buhranına has bir şuursuzluk gizli. Bu hiçbir şeyden haberi olmayan tavır da yolu Harlem Rönesansı’nın tesir ettiği kalabalıklarla kesiştiğinde değişiyor. Clare’in bildiği tek dünya aslında çok da huzurluymuş gibi gözükmeyen Irene’in sahip olduklarına şahitlik etmesiyle derinden sarsılıyor. Fakat bu noktada da devreye başka yöntemleri tercih ettiği için yargılamaktan kendini alamayan ve bütün imkânsızlıklarla tünelin ışık saçan ucunu görmeyi başarmış Irene’in, endişeleri, korkuları, onları sadece ten renklerinden değil dişilikleri üzerinden çarpıştıran düzenin baskısıyla ortaya çıkmış hırsları devreye giriyor. Irene için Clare zaten eşinin ırkçılığına gülüp geçecek kadar dehşet verici bir yaşam sürerken, kendi konfor alanını işgal etmeye başladığında beyaz taklidi yapmayı içselleştirmiş bu kadına, düştüğü kuyudan kurtarmak için elini uzatmayı da hiç istemiyor.

Kullanılan lensin de etkisiyle sanki hep bir rüyadaymışız ve gördüklerimiz gerçek olamayacakmış hissini veren Passing’in başarısı, ırkçılığın şekil değiştirse de hep vücut bulduğu bir Amerika’da hakikatle alakalı elini korkak alıştırmamasından geliyor. Göz boyayan kostümlerin, tarihte yolculuğa çıkaran setlerin, New York’un hiç eskimeyen silüetinin orta yerinde siyah bir kadın olarak varlık göstermenin tek yöntemi olduğunu söyleyen dünyayla başa çıkmaya çalışıyor karakterler. Burada da birbirlerinin yöntemlerine karşı duydukları kıskançlıkla aslında aynı kavgayı verdiklerini unutarak çarpışıyor iki kadın. Rebecca Hall’un bizzat kendi uyarladığı senaryonun yardımıyla bu sert durumu büyük sözler söylenmeden, nasihatler verilmeden izliyoruz. Hemen göze çarpmayan söylemleri ilmek ilmek işleyerek yolunu yaptığı finalinde de kaçınılmazı sahnelerken aynı zarafeti sürdürüyor. Altını çizdiği cümleler konusunda bir hayli temkinli davranması yanlış gibi görünse de Passing bütün gücünü bu melankolik yalınlıktan alıyor ve seyircisine kroşeyi vururken de hep beklenilen, alışılmış konumdan bir adım geride durmayı seçerek istediğini elde ediyor.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin