Gündemdeyiz: Three Thousand Years of Longing, Moonage Daydream ve Athena

Gündemdeyiz: Three Thousand Years of Longing, Moonage Daydream ve Athena

Gazete küpürü formatıyla arkayı üçlediğim son model Oscar Boy şablonunda vizyondan Three Thousand Years of Longing ile Moonage Daydream’i, Netflix kitaplığından da Athena’yı ağırlıyorum bugün. Bu yapımlardan herhangi birisi, ne izlesem sorunuzun alternatif cevapları arasındaysa ayağınızı denk almanıza sebep olacak yazım için önden buyrun…

THREE THOUSAND YEARS OF LONGING
Yön: George Miller

Mad Max ile Happy Feet serisi ve Babe’i aynı filmografiye sığdırmış George Miller, eklektik bir kariyer inşa etmeye oryantalizmden mecburi bir makas alan Three Thousand Years of Longing ile devam ediyor. A.S. Byatt’ın Bülbülün Gözündeki Cin isimli kısa öyküsünden uyarlanan yapım, uzunca bir süredir Miller’ın “tutku projesi” olarak rafta dururken, İstanbul’u aşındıran seti ve kadroda yer bulan Türkiyeli oyuncularıyla nihayet ete kemiğe büründü. Topkapı’yı, Sarayburnu’nu yeşil ekranlarda yeniden yaşatıp, sarayın da içine giren Miller, alıştığımız üç dilek hakkı sunan cin masallarını bugüne kadar getirmiş. Anlatı bilimci ana kahramanına da yaşananları ancak masalsı bir dilde anlatırsa ilgimizi çekebileceğini söyleterek amacını belli ediyor. Ancak tekniği zayıf, prodüksiyon kalitesiyle düşük bütçesini işaret eden ve daha da önemlisi, çok demode bir “Dünya ne hâle geldi…” sızlanması muhteva etmekte karşımızdaki film. Efsaneleri gizemli, kurduğu evren düşündüğü kadar efsunlu değil. Filmin iyi kotarabildiği yegâne şey faşist komşular, sis perdesiyle merak uyandırdığı tek durum ise Erdil Yaşaroğlu’na rol verilmesi.

MOONAGE DAYDREAM
Yön: Brett Morgen

Beyoncé’nin en verimli ve zirvede olduğu döneme ön sıralardan şahitlik ederken aklımdan hep büyük sanatçıların müzik tarihinde çığır açtığı dönemleri adım adım takip edebilmiş kimselerin ne kadar şanslı olduğu geçiyor. The Beatles gibi, Elvis Presley gibi ve tabii David Bowie gibi… Müziğin dönüşümüne büyük katkı sağlamış, yeryüzüne gökten misafir olmuş Bowie’nin ne tür bir deha olduğunu hatırlarken direkt onun anlatıcılığında yolculuk ettiğimiz Moonage Daydream, hakkında yapılan filmlerden sadece biri. Daha evvel Kurt Cobain ve Jane Goodall çalışmalarıyla hatırlarda yer eden yönetmen Brett Morgen, yine inanılmaz bir arşiv çalışmasının içine dalarak, Bowie’nin küratörlüğünde yapılmış gibi hissettiren epik bir belgesele kalkışmış. Ama eğer Heroes dinlemeden gününüzü bitiremiyor, Space Oddity için yaşıyor, Life on Mars’a tapıyorsanız yeni bir şey yok ne yazık ki içinde. Biçimsel olarak elindekilerle bir bütünlük yakalamaya çalışırken çok oyalanıyor çünkü Morgen. Belki Bowie’nin pek sevdiğim “Kendinizi güvende hissettiğiniz bir iş yapmayın.” sözüne güvenerek, içine sinmeyeni görücüye çıkarmak istemiştir kim bilir…

ATHENA
Yön: Romain Gavras

Ayrıcalıklı ailelerin beyaz oğulları polis devletleri hakkında filmler yapmasa mı acaba dedirten Athena da geçtiğimiz hafta Netflix bulunan her evde oynatıldı sanıyorum ki. Costa-Gavras’ın oğlu Romain tarafından çekilen film, Gezi’yi ilk birkaç gün ben de destekledim diyen bütün ılık su aktivistlerinin ekmeğine yağ sürenlerden. Bizim gibi coğrafyalara mutlak surette tanıdık gelecek yapımda öykü, küçük kardeşleri polis tarafından öldürüldükten kurbanın ağabeylerinin de dahil olduğu bir sokak direnişini konu alıyor. İlk 10 dakikaya sığdırdığı plan sekansla umut vaat etse de erkenden beyaz bayrağı çekiyor mini Gavras. Bu kadar güzel gözükmeye meraklı bir direniş filmi izledik mi emin olamıyorum, ama New Order’da tezgahı yanlış yere kuran Michel Franco gibi Romain Gavras’ın da bu filmi tamamladıktan sonra gururlanıp kendi sırtını sıvazladığına yemin edebiliyorum sanırım. Önceki uzun metrajlılarının ardından teknik yetilerini iyice genişlettiği Athena’da bir egzersiz yaptığını ve birilerinin ona bu kadar meselesiz bir halk isyanı çekmenin yanlış olabileceğini söylemeyi unuttuğunu varsayıyorum. Kötücüllüğe neredeyse bir adım kalmış çünkü.

Yazar Hakkında

1990 doğumlu. Kuir. İkizler. 2009'da ödül sezonu portalı Oscar Boy’u kurarak sinema yazarlığına başladı. 2014’ten beri O Podcast’in moderatörlüğünü yapıyor. 2023 yılında da SİYAD üyesi oldu.

1 Yorum

  1. Mehmet Kerem Bakşi

    bence seyrettiğim en güzel ve bir baş yapıttı tek kelimeyle söyleyebilirim ki olağanüstü hem romantik hem ağlamaklı hem romantizim ve aşk vardı sevgi vardı şeyhet herşeyin tam olmasını istediğim bir filmdi

    Yanıt

Yorum yazın...