Eleştiri
Onu Geri Getir – Bring Her Back: Sular Çekildiğinde

BRING HER BACK (Onu Geri Getir) | Yönetmen: Danny & Michael Philippou | Oyuncular: Billy Barratt, Sora Wong, Sally Hawkins, Jonah Wren Phillips, Sally-Anne Upton, Stephen Phillips, Mischa Heywood | Senaryo: Danny Philippou, Bill Hinzman | Avustralya | 104′ | Korku, Gizem
Avustralyalı kardeşler Danny ve Michael Philippou, YouTube çıkışlı kariyerlerini korku sinemasının dikkat çeken yönetmenlerine dönüştürmeye kararlı görünüyor. 2022 yapımı ilk filmleri Talk to Me ile kayda değer bir çıkış yakalayan Philippou’lar, ikinci uzun metrajları Bring Her Back ile yine kendi memleketlerinde geçen bir hikâyeye yönelmiş. Body horror izleri taşıyan film, Andy (Billy Barratt) ve görme engelli kız kardeşi Piper’ın (Sora Wong) babalarının ölümünün ardından, sosyal hizmetler tarafından Laura (Sally Hawkins) adında gizemli bir kadının yanına yerleştirilmesiyle başlıyor. Laura, tıpkı Piper gibi kör olan kızını kaybetmiş, daha önce de psikolojik sorunları olan Oliver (Jonah Wren Phillips) adında bir çocuğu evine almış. Yalnızca bir kız çocuğuna ebeveynlik yapmak isteyen Laura’nın teklifine rağmen, birbirlerinden ayrılmak istemeyen Andy ile Piper, her köşesi başka bir gariplikle örülü bu eve birlikte taşınıyor. Oliver’ın iletişim kurmakta zorlanması, bahçedeki tuhaf sınırlar, boş bir yüzme havuzu ve kapısı kilitli bir sığınak derken, Laura’ya dair şüpheler giderek büyüyor, evin ve kadının karanlık sırları da yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor.
Her iki filminde de korkuyu yaşadığımız evrenden çıkarmaktansa cehenneme bir kapı aralayan Philippou’lar, Talk to Me’den farklı olarak bu kez gizemini daha uzun süre koruyan bir tansiyon inşa ediyor. İlk filmlerinde olacakları az çok tahmin edebildiğimiz için, karakterlerin ölülerle iletişim kurmalarına her ne pahasına olursa olsun engel olmak istiyorduk. Bring Her Back ise tam tersi bir refleksi tetikliyor. Ne olup bittiğini anlamak için tüm kapıların açılmasını, herkesin sorgulanmasını istiyoruz. Tehlike yine büyük ölçüde göz önünde, ancak Laura’nın nelere razı olduğunu ve asıl amacını kavramamız zaman alıyor. Film aynı zamanda, merkezdeki iki çocuktan birinin tam anlamıyla tanımadığı ama kahramanlaştırdığı babasıyla ilgili bir sırrı da ikinci yarıya saklıyor. Bu yönüyle ebeveynliğe, seçemediğimiz ailelerimizin üzerimizde bıraktığı kalıcı izlere dair madalyonun iki yüzünü de gösteriyor. Vefat eden baba, istismarcı ve düpedüz gaddar biri; Laura ise evlat acısıyla baş edememiş, sevgisini nereye yönlendireceğini bilemeden yasına saplanıp kalmış bir kadın.
Nasıl ifade edeceğimi tam bilemiyorum ama belki Avustralyalıların doğayla kurduğu ilişki üzerinden yola çıkmak doğru olur. Bu dünyada geçici olduklarını, bulundukları coğrafyaya ayak uydurmanın gerekliliğini en iyi kavrayan halklardan biri onlar. Dolayısıyla yeni olana dair hevesleri de, büyük şehirlerde yaşayan küçük bir kesim dışında, oldukça sınırlı. Günlük yaşamda bir şeyi sonuna kadar kullanmak, işlevini yitirmediği sürece değiştirmemek âdeta bir yaşam felsefesine dönüşmüş. Talk to Me izlerken bu hissi kısmen almıştım, ama Bring Her Back’te habitat kaynaklı tekinsizlik çok daha baskın. VHS kasetlerinden işlevini yitirmiş kapı kilitlerine kadar her detayda o topraklara özgü bir ‘antikalık’ seziliyor. Bu da başroldeki Sally Hawkins’in zamansız yüzüyle birleşince filmin üzerini garip bir ilkellik duygusu sarıyor. Kaygıyı artıran, çözüm yollarına dair güvenimizi sarsan bir atmosfer bu. Sanki zamanın içinde kaybolmuşuz gibi. Akıllı telefonlar olmasa hikâyenin bugünde geçtiğini bile anlamakta zorlanacağız.
Filmin geçtiği coğrafyayı düşününce, alt metninde suya dair inşa edilen anlam evreni de dikkat çekiyor. Hayatın okyanuslarla çevrili olduğu, deniz canlılarının yaşama yön verdiği bu devasa adada, hikâyenin tüm kırılma anlarına sıvılar eşlik ediyor. İçi boş bir yüzme havuzu, Andy’nin sabahlarını saran idrar kokusu, çocukların babasının sıcak su buharıyla kaplı bir banyoda düşerek ölmesi ve finalde bastıran kör edici yağmur… Su, burada hem veren hem alan; hem arındırıcı hem de yok edici. Philippou’lar Bring Her Back’te suyun temizleyici anlamını ters yüz ederek, onu bütün acıların taşıyıcısı ve hatta müsebbibi hâline getiriyor.
Sürprizlerini bozmadan yazmanın hayli zor olduğu Bring Her Back’te Sally Hawkins’e ayrı bir parantez açmak şart. Korku türünün kadın oyunculara sunduğu zengin rol imkânlarından sonuna dek faydalanan Oscar adayı aktris, şeytanla pazarlığa oturacak kadar çaresiz bir annenin tüm nüanslarını göz alıcı bir performansa sığdırıyor. Bu kadar büyük acılar yaşayıp yine de ayakta kalmayı başaran, öz evladı uğruna bir başkasının yaşam hakkına göz dikmekten çekinmeyen bir karakterle empati kurabilmemizi ancak Hawkins gibi deneyimli bir oyuncu sağlayabilirdi. Finalde gözyaşlarımız, yaşadıkları trajedinin yükünü taşıyan çocuklar için değil, Laura için dökülüyor. Onun yalnızlığına, sırtını sıvazlayacak kimsenin olmamasına üzülüyoruz.