Takip et

Kısa Eleştiri

Üç Film Birden | Anemone, The Roses ve The Long Walk

tarihinde yayınlandı.

Esasında “Üç Film Birden” yazılarını bu kadar kısa aralıklarla tekrarlamamaya gayret ediyorum. Ancak Oscar Boy’un planlı postlarına verdiğim iki haftalık ara sebebiyle But Perşembe’de masayı boş bırakmak istemedim. Üstelik, bahsi geçecek üç filmi de uzun uzun konuşmaya değer görmediğim için hızlıca aradan çıkarmanın en doğrusu olacağını düşündüm. Peki sırada kimler var? Daniel Day-Lewis’ın oğlunun hatrına rol aldığı Anemone, Olivia Colman ile Benedict Cumberbatch’in bir türlü uyuşmayan kimyaları yüzünden çuvallayan The Roses ve neden bu kadar gürültü kopardığını hâlâ anlamadığım, bir başka vasat Stephen King romanının uyarlaması The Long Walk.

ANEMONE | Gaipten Hikâyesizlikler

Yönetmen: Ronan Day-Lewis | Oyuncular: Daniel Day-Lewis, Sean Bean, Samantha Morton, Samuel Bottomley, Safia Oakley-Green | Senaryo: Ronan & Daniel Day-Lewis | Birleşik Krallık, ABD | 125′ | Drama

Emeklilik açıklamalarını belli periyotlarla tekrarlayan üç Oscar’lı Daniel Day-Lewis, Phantom Thread’den sekiz yıl sonra Anemone ile geri döndü. Day-Lewis hânesinin üretken döneminde ortaya çıkan yapımda, eşi Rebecca Miller bir yandan Mr. Scorsese belgeseliyle gönülleri fethederken, oğlu Ronan da ilk uzun metrajlı denemesiyle şansını zorluyor. Senaryoyu baba-oğul birlikte kaleme almışlar. 1980’lerin İrlanda’sında, bağımsızlık geriliminin gölgesinde inzivaya çekilmiş asker kardeşini arayan bir adamın ailesine sahip çıkma motivasyonundan beslenen bir hikâye anlatmaya niyetleniyorlar. Fakat sonuç, pek karanlık, çoğu zaman içi doldurulmamış monologlarla kasıtlı olarak silikleşen, anlatıda kuramadığı hâkimiyeti görselliğin tonuyla örtmeye çalışan tam bir acemi işi. Day-Lewis’lerin niyeti asla kötü değil. İyi bir senaryo hocasının elinden geçse belki ne anlatmak istediklerini bile kavrayabilirdik. Ama bu hâliyle, gösterişli bir dünyanın içinde bağ kuramadığımız karakterlerin bağlamı meçhul diyaloglarla vaktimizi çaldığını izliyoruz yalnızca. Dolaylı anlatım ve kulağını tersten tutarcasına metafor denemeleri de, seyirciye eziyetten başka bir şey getirmiyor. İçerisinde bir kısa filmi dolduracak kadar mesele var mı, ondan bile emin değilim.


THE ROSES | Güllerin Kangreni

Yönetmen: Jay Roach | Oyuncular: Benedict Cumberbatch, Olivia Colman, Andy Samberg, Kate McKinnon, Ncuti Gatwa, Sunita Mani, Zoë Chao, Jamie Demetriou, Allison Janney, Hala Finley, Wells Rappaport | Senaryo: Tony McNamara (uyarlama), Warren Adler (roman) | Birleşik Krallık, Avustralya, ABD | 105′ | Komedi

Hazırlık aşamasında Warren Adler’ın romanından Danny DeVito’nun çektiği 1989 tarihli uyarlamasını da izlediğim The Roses, Yorgos Lanthimos’a Oscar başarıları getirmiş The Favourite ve Poor Things‘in senaristi Tony McNamara’nın imzasını taşıdğı için umutluydum açıkçası. Ancak Michael Douglas ve Kathleen Turner’lı öncülünü de düşününce dev bir hayal kırıklığıyla karşılaştım. Başrollerinde Olivia Colman ve Benedict Cumberbatch’in sıfır kimyayla yer aldığı The Roses, görünürde sağlam görünen evlilikleri, kazanan-kaybeden dengesi değişince çatırdayan bir çifti anlatıyor. Adamın internete malzeme olan mesleki çöküşü, kadının yükselişini hızlandırınca savaş kaçınılmaz hâle geliyor. Fakat Jay Roach’un yönettiği film, bu çatışmanın tırmanışına o kadar takılıyor ki neredeyse son 15 dakikaya kadar oyalıyor bizi bitmek bilmeyen detaylarla. Bir de üstüne İngiliz başrollerin çevresine Amerikan karakterler yerleştirilmiş. Fakat iki farklı mizah damarının asla buluşmaması yorgunluk yarattığında finale geldiğimizde pilimiz bütünüyle tükenmiş oluyor. İç mekân tasarımı, doksanların romantik komedilerinden miras bir nostalji taşısa da, erkek hazımsızlığını deşmeye fırsat bulamayan film, sonunda dümdüz bir gişe komedisi olmaktan öteye gidememiş.


THE LONG WALK | Ayaklarımda Kara Sular

Yönetmen: Francis Lawrence | Oyuncular: Cooper Hoffman, David Jonsson, Garrett Wareing, Tut Nyuot, Charlie Plummer, Ben Wang, Jordan Gonzalez, Joshua Odjick, Mark Hamill, Roman Griffin Davis, Judy Greer, Josh Hamlton | Senaryo: JT Mollner (uyarlama), Stephen King (roman) | ABD, Kanada | 108′ | Gerilim

Plajda okunup unutulması gereken romanlar yazmasına rağmen başımıza bela olmaktan vazgeçmeyen Stephen King’in bir eseri daha sinemaya uyarlandı. The Long Walk, postapokaliptik bir Amerika’da geçiyor. Kaynakların tükendiği, ağır ekonomik buhranın otokratik bir rejime yol açtığı bir dünyada, halk ülkenin dört bir yanından seçilen 50 erkeğin katıldığı ölümcül bir yarışmayı izliyor. Ritmi düşenin, kurallara karşı gelenin, gözünün yaşına bakılmadan öldürüldüğü bu bir hayli ürkütücü düzenek bu. Tek bir kazanan çıkıyor ve ona vaat edilen şey de “ne isterse o”. Kâğıt üzerinde birbirinden farklıymış gibi duran ama aslında The Hunger Games tarzı ölümüne mücadele hikâyelerinin tüm fenotiplerini barındıran karakterlerin çekişmesini izliyoruz. Ancak hepsinin fazlasıyla karikatürize olduğu yetmezmiş gibi yarışmaya katılmalarını haklı kılacak inandırıcı bir taban yaratılmadığından hiçbir şeye de ikna olamıyoruz. Yol filmlerinin dinamizmini korku öğeleriyle birleştirme yetisi olmayan Francis Lawrence gibi kiralık bir yönetmene de teslim edildiği için materyal, ortaya çıkan şey zayıf bir hikâyeyi geç doksanların unutulmuş, yüksek bütçeli aksiyonlarıyla aynı sepete atan tatsız bir denemeyi andırabilmiş anca. King romanlarının her fırsatta sinemaya uyarlanmasının nedeni belki de Hollywood’un hâlâ yazarın düşündükleri kadar zeki olduğuna inanması. Bu yanılgıyı bir gün fark ederlerse, belki biz de kendine önem atfeden bu eziyetlerden kurtuluruz.


Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin