Dizi Eleştirisi
Nobody Wants This (2. Sezon): Sinagog Cephesinde Değişen Bir Şey Yok

NOBODY WANTS THIS | Yaratıcı: Erin Foster | Oyuncular: Kristen Bell, Adam Brody, Justine Lupe, Timothy Simons, Jackie Tohn, Stephanie Faracy, Tovah Feldshuh, Michael Hitchcock, Emily Arlook, Sherry Cola, Stephen Tobolowsky, D’Arcy Carden, Arian Moayed, Alex Karpovsky, Leighton Meester, Miles Fowler, Seth Rogen, Kate Berlant | 21~31′ | Netflix
Dünyanın en büyük zalimliklerinden biri Filistin topraklarında yaşanırken Netflix’in vitrinine Museviliği Adam Brody ile taşıyan Nobody Wants This, her türlü yoruma açık bir tarihte seyirci karşısına çıktıktan sonra ara vermeden ikinci sezonuyla geri döndü. Bir haham olan Noah ile, Call Her Daddy ekolünden fırlamış gibi duran Joanne’in sınır tanımayan, ölçülü, kibar ve heyecansızlığına rağmen gönlümüzü çalmayı başarmış aşkı yeni sezonda da türlü sınavlardan geçiyor. Dizinin menüsünde bu sezon da din değiştirme meselesi başrolde, ancak farklılıklar hânesine yenileri eklenmiş. Her şeyi doğru yapmaya çalışan Noah’nın geçmiş ilişkilerinde karşı tarafı beklentiye sokan işaretler, Sevgililer Günü’ne programlanmış romantik eylemlerin bir komodin almak kadar düşünce barındırmayan jestlere indirgenmesi derken ilişki dersleri hız kesmiyor. Bunlara Joanne’in kız kardeşine terapistiyle bir ilişki tahsis edip, Noah’nın ağabeyinin evliliğine de kuşku tohumları serpiyor dizi. Ama merak etmeyin, moral bozacağını sandığınız her yerde ters köşe yapıp hızlıca toparlayan, umutsuz vakaları bile mutlu bir notada bırakmaya özen gösteren dizinin yaratıcısı Erin Foster, yine kontrolü elden bırakmamış. Kısacası sinagog cephesinde değişen bir şey yok.
Netflix’in binge modelinden bugüne kadar defalarca şikâyet ettim. Zamana yayılan seyirlerin, üzerine bunca emek harcanmış yapımlara daha uzun ömür ve daha çok tartışma fırsatı tanıdığına inananlardanım. Bu yüzden tek sezonu üç saatte tüketilen, 20 dakikalık bölümleriyle su gibi akan Nobody Wants This’i böylesine hızlı bitirmiş olmaktan pek hoşnut değilim. Elbette dizinin yayınlanacağı platformun bilinciyle ritmini ona göre ayarladığı hissediliyor. Yine de Nobody Wants This’in daha farklı bir yol haritasına ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. İlk sezonda bir sonraki bölüme hızla atlama arzum, Adam Brody’yi uzun zaman sonra yeniden fantezilerime sızacak bir rolde izliyor olmamla besleniyordu. Ancak bu sezon Brody’nin varlığına alıştığımız için dikkatimizi daha çok anlatıya verebiliyor, dolayısıyla dizinin tüm kaynaklarını nefes almadan tüketmesini fazlasıyla inorganik buluyoruz. Hangi ilişkinin hangi darbeleri aldığını ve nasıl şekillendiğini art arda izleyince zaman mefhumu tamamen kayboluyor, gerçekçilikten payını zaten az alan yapım iyice yapay bir forma bürünüyor.
Bir romantik komedinin ilişki modelleri konusunda sunduğu manzaralara, hele ki doksanlardan miras Amerikan stüdyo kültürünün izlerini taşıyorsa, fazla takılmak belki anlamsız görünebilir. Ama bu, benim susmam için yeterli bir sebep değil. Justine Lupe’un canlandırdığı Morgan’ın terapistiyle bir anda sevgili olması, esas kızımız Joanne’in öyküsünde önemli bir yere oturmasına rağmen, hem ilerleme hızındaki acelecilik hem de absürtlüğüyle sezonu fazlasıyla baltalıyor. Tıpkı Lupe gibi Succession’dan tanıdığımız Arian Moayed’in karakterinin de kötücül varoluşunun ardından neredeyse çocukça bir hafiflikle sahneden çekilmesini anlamakta zorlandım. Noah’nın sinagogundan ayrılmasına sebep olan Büyük Noah (Alex Karpovsky) karakterinin kullanılış biçimi de aynı şekilde sorunlu. Sahneye girişinden tüm gelişmelerin hızla harcanışına kadar her şey sorgulanmaya açık. İlk sezonunda adımlarını sağlam atan ve iskeleti iyi tasarlandığı belli olan dizi, ikinci sezonuyla birlikte “Hangi derme çatma fikri ayakta tutabiliriz?” çabasının esiri olmuş görünüyor.
Dizinin Musevilik paketi ve Brody’ye pek yakışan haham rolünün ötesine geçen, aslında çok önemli bir tarafı var. Artık en küçüğü otuzlarının sonlarına yaklaşmış milenyaller için çağdaş dünyada ilişki sahibi olma arzusunu ve bu çaresizlikle kabullendiğimiz absürtlükleri arka arkaya kusursuzca sıralıyor. Joanne de, kız kardeşi Morgan da Amerikan ekolünün “aykırı kızlar” fenotipine birebir uyan karakterler olmalarına rağmen hisleriyle gerçeğe yaklaşabiliyorlar. Burada, dizinin yaratıcısı Erin Foster’ın Yahudi bir adama âşık olduktan sonra din değiştirme deneyiminden yola çıkarak Nobody Wants This’i kaleme almış olmasının ve en çok da bu kız kardeşlerin gerçekten ilham alınarak yazılmasının payı büyük. Ancak tüm bu klişe tanımlarına rağmen yakalanan tamamlanmışlık hissinin yanında uyumsuz çok fazla detay var bu sezonda.
Kristen Bell’in canlandırdığı her karaktere kendi gerçek personasını yedirmesi (O korkunç Instagram paylaşımını görmüşsünüzdür belki.) dışında herkesin rolünün hakkını verdiği Nobody Wants This, bana göre artık ya Netflix’in binge çıkmazını terk etmeli ya da tek sezona daha kısa bir zaman dilimi yerleştirmeli. Bu defa, dünyanın durmaksızın bir cehenneme dönüştüğünü umursamadan din adamı övme işini askıya alıp Noah’nın maneviyatını Tanrı ile kurduğu bağın ötesine taşıyabildiği için tüm bu cilalı sunuma göz yumabilmişken, hikâyesini daha sağlam bir çerçeveye oturtmasını çok isterdim dizinin. Zaten müthiş bir arka planın önünde, tüm ışıklar doğru yönden vururken, her yaşa uygun öpüşmeler gerçekleştiren ana karakterleriyle romantizmi cinsellikten arındıra arındıra neredeyse bir Çocuklar Duymasın sterilliğine erişmiş durumda. Bari bu dünyada kalmamızı sağlayacak unsurları, Esther’ın şüpheleri, Bina’nın dönüşümü, Noah’nın maskesinin düşüşü ve Morgan’ın aptallığını doğrudan açıp, bizi ikna etsin. Başka bir şey istemiyorum.
Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.




















