Eleştiri
A House of Dynamite: Kimliksiz Düşmana Karşı

A HOUSE OF DYNAMITE | Yönetmen: Kathryn Bigelow | Oyuncular: Idris Elba, Rebecca Ferguson, Gabriel Basso, Jared Harris, Tracy Letts, Anthony Ramos, Moses Ingram, Jonah Hauer-King, Greta Lee, Jason Clarke, Malachi Beasley, Brian Tee, Brittany O’Grady, Gbenga Akinnagbe, Willa Fitzgerald, Renée Elise Goldsberry, Kyle Allen, Kaitlyn Dever | Senaryo: Noah Oppenheim | ABD | 112′ | Drama, Gerilim
Venedik’te yaptığı prömiyerin ardından bir süreliğine Oscar tahmin listelerimizin üst sıralarına tırmanan Kathryn Bigelow’un yeni filmi A House of Dynamite, Netflix’te yayına girdi. Amerikan hükümeti ve askeri personelinin, kaynağı belirsiz kıtalararası bir balistik füzenin ABD’ye çarpmasını engelleme çabalarını anlatan yapım, aslında okyanusun diğer tarafına yönelik “ön uyarı” işlevi gören bir korku filmi olarak nitelendirilebilir. Bigelow, kurmaca dünyasında Beyaz Saray çevresinde daha erdemli ve yetkin insanların çalıştığı bir hayali satarak bugünün yönetimine bakıyor; Trump iktidarıyla mukayese etmeye de açık, zıt bir yetkinlik paralelliği kuruyor. Özellikle Ulusal Nükleer Güvenlik İdaresi’nin 300’e yakın çalışanını rastgele işten çıkaran turuncu başkanlarının eylemleriyle yan yana koyduğu bu senaryo, Bigelow’un uzun süredir filmografisine yön veren güç, şiddet ve erkeklik temalarını yeni bir deney düzeneğinde incelemesi olarak da özetlenebilir belki. K-19: The Widowmaker’dan (2002) sonra bir kez daha nükleer silah tehlikesini gündemine alan Bigelow, 8 senenin ardından sinemaya dönüşünü müjdeleyen filminde gösterişli oyuncu kadrosunu da içinde kaybolacakları rollere yerleştirmiş ayrıca.
Zero Dark Thirty’de şiddeti meşrulaştırması, Detroit’te ise siyahların gördüğü sistematik faşizmi şiddet fetişiyle ikincilleştirmesi nedeniyle sert şekilde eleştirilen Bigelow’un bu kez gerçek bir hikâyeye el atmaması tesadüf değil. Noah Oppenheim’ın kaleme aldığı senaryo ABD’nin karşı karşıya kalabileceği olası bir nükleer saldırıyı kurgularken, ulusuna doğrudan bir uyarıda bulunma niyetinde. Hürriyetini, toprağını ve bu değerleri koruyan üniformalı güçlerini her şeyin üzerinde tutan milliyetçi bakış, filmin adım adım ilerleyen yapısını belirliyor. Füze savunma üssünden komuta merkezine, Güney Pasifik semalarında görev yapan pilotlardan Beyaz Saray Durum Odası’na uzanan hikâye, sonunda Idris Elba’nın canlandırdığı tedirgin başkanla birlikte Air Force One’a taşınıyor ve Raven Rock Dağ Kompleksi’nde son buluyor.
Filmin temel motivasyonu üzerine konuşmak gerekirse, A House of Dynamite düşmanını net bir şekilde göstermeyen klasik bir Amerikan propaganda filmi. Bigelow, bilinmeyen bir düşman yaratarak boşluğu kendi önyargılarıyla doldurmaya zorluyor izleyiciyi . Bu muğlaklık da filmi yine “bizimkiler” ve “ötekiler” arasında sıkışan basit, kutuplaştırıcı bir çatışma mitine teslim ediyor. Korku siyasetini seven otokrasilere benzer şekilde, ABD’nin karşı tarafın insani yönünü tamamen silmesi, Amerikan yaşamını üstün gören milliyetçi tavrı iyice açığa çıkarıyor. Bigelow’un yalnızca kendi coğrafyasında doğmuş olana reva gördüğü duygu repertuarı ise öylesine dar ve geleneksel aileyi yüceltmeye yönelik ki, film “Defcon” uygulamalarından kafasını kaldırıp nefes almaya çalıştığında bile ancak doksanlarda kalmış bir aksiyon filmi arka planının izlerini bulabiliyoruz anca.
Netflix’in tüketim kolaylığı sayesinde hızla satılan her filminde olduğu gibi, A House of Dynamite da odağını bulmakta zorlanıyor; dar alanda karakterlerinin burnuna kadar yaptığı zoomlar sırasında senaryo haz erteleyerek ilgimizi dağıtıyor. Nükleer silahın ABD topraklarına inişi yaklaşmış, herkes başkanın ağzından çıkacak söze kilitlenmişken, Bigelow aniden bombayı farklı bir biçimde patlatıyor ve zamanı sıfırlayarak hikâyeyi en başa sarıyor. Zoom ekranında gördüğümüz kilit karakterleri tek tek yeniden ziyaret ediyor, olayları farklı perspektiflerden tekrar ettiriyor sonra. Elbette hafızamızda kalan büyük reaksiyonlarla parçaları birleştiriyoruz, fakat filmin ivmesini bir anda sıfırlamasıyla birlikte etkisi de hızla sönüyor. Bigelow’un filmografisinde bu denli zayıf bir kurguya da alışık değiliz, malum. Dolayısıyla kasıtlı gibi görünen bu yavaşlatma, küçük rolleri büyük oyunculara teslim etme telaşından doğmuş hissi veriyor.
Sevin ya da sevmeyin, Amerikan bağımsız sinemasının ve kadın yönetmenlerin ana akımda yer bulma yolculuğunda önemli bir rol oynamış olması sebebiyle, kendi ülkesinin sınırlarını aşamayan şanına yine de değer göstermeyi gerekli buluyorum Kathryn Bigelow’un. Ancak A House of Dynamite’ın tekdüze paranoyasına onun adı bağlı olmasaydı, bu filmi konuşmaya hatta izlemeye bile değer bulur muyduk emin değilim. Finale kadar seyircisini elinde tutmayı başaramayan, acemice bir ritme bağlanmış, kamu spotu tadında ve zevksiz bir film bu. Politik drama olma iddiasıyla yola çıkmış bir dizinin pilot bölümü deseler bile şaşırmazdım. Hele ki, ülkesinin tarihindeki en büyük nükleer saldırı ihtimali karşısında görev yapan başkanın, kritik anlarda dinlediği podcastlerden söz etmesi, filmin yapay ciddiyetini tamamen ortadan kaldırıyor.
Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.




















