Dizi Eleştirisi
Heated Rivalry (1. Sezon): Buz Üstünde Kuir Mucize
Yaratıcı: Jacob Tierney | Oyuncular: Hudson Williams, Connor Storrie, François Arnaud, Robbie G.K., Christina Chang, Dylan Walsh, Ksenia Daniela Kharlamova, Callan Potter, Franco Lo Presti, Bianca Nugara, Sophie Nélisse | 43~55′ | Crave (Kanada)
Heated Rivalry’yi cinsel tansiyonu yalnızca yaratmakla kalmayıp ustalıkla yöneten Jacob Tierney uyarlıyor. Altı bölümün hem senaryosunu kaleme alan hem de yönetmen koltuğunda oturan Tierney, bu anlamda yapımın arkasındaki tek ve belirleyici yaratıcı akıl. Daha önce Xavier Dolan’la The Death & Life of John F. Donovan’ı yazmış olsa da kariyerinde çığır açan bir zirvesi bulunmadığı için, Heated Rivalry’nin kısa sürede küresel bir fenomene dönüşeceğini de kimse öngöremedi dolayısıyla. Üstelik okyanusun bu tarafında erişimi sınırlı olmasına rağmen, yapım son derece organik bir biçimde yankı buldu ve seyircisini hızla topladı. Belli ki ilk gençlik heyecanına, bastırılmamış arzuya ciddi bir açlık çekiyormuşuz. Cinsiyet ya da yönelim fark etmeksizin etrafında toplanmamız bunun göstergesi. Elbette bunda, kimlikleriyle ilgili pek çok iç muhasebeden geçseler de sonunda bir yere varabilen iki ana karakterin, fiziksel görünümleri ve davranış kodları itibarıyla heteronormatif çerçeveye oldukça yakın yazılmış olmasının payı büyük. Biseksüel Ilya’nın kadın partnerleriyle olan ilişkilerini kıskanan ve onu yalnızca kendine ait görmek isteyen Shane’in duygularını “makul” bulduğumuz yılları geride bıraktık, o üniteleri çoktan terk ettik. Ancak Heated Rivalry, eşcinsel ilişkilerin doğasına dair modern ve ilerici bir perspektifi elinin tersiyle itmeden, karakterlerin yaşlarına ve deneyimsizliklerine özgü ilkel hislerin de hâlâ geçerli olabileceğini teslim eden net bir çizgi tutturuyor. Tam da bu nedenle, demodeleşmeden yolunu bulmayı başarıyor.
Kadın bedenini metalaştıran bakışın görsel anlatılardan tamamen silinmesi için hâlâ uzun bir yolumuz var. Ancak popüler kültürün estetik ve arzu rejiminde belirleyici hâle gelen kuir bakışın, bu kırılmayı hızlandırdığı da inkâr edilemez. Belki kendi yankı odalarımın bir yanılgısıdır ama artık kameranın objeleştirmek üzere erkek bedenine çevrildiği bir dönemin içindeyiz. Üstelik bundan bilinçli biçimde faydalanan, hem kadın hem de gay erkek hayranlarını memnun etmek için kartlarını açık oynayan erkek yıldızlara da giderek daha sık rastlıyoruz. Heated Rivalry tam olarak bu farkındalıkla hareket ediyor. Seksin ve bilhassa buz hokeyi oynayan iki sporcunun zımba gibi fiziklerinin satacağını bilen dizi, Ilya ve Shane’in bedenlerini başlı başına bir anlatı aracına dönüştürüyor. Birlikte duş aldıkları ilk andan, kır evinin tavandan yere uzanan camlarına yansıyan sahnelere kadar, kamera onların bütün kıvrımlarını sakınmadan kullanıyor. Ancak yapım, ilk iki bölümünü neredeyse tamamen libidosuyla pazarladıktan sonra direksiyonu bambaşka bir yere kırıyor.
Heated Rivalry’nin üçüncü bölümünde, dizinin tonunu ve niyetini kökten değiştiren önemli bir kırılma var. Kamera ilk kez Ilya ve Shane’in yanından ayrılıp, arka planda hızlıca tanışıp neredeyse unuttuğumuz Scott Hunter’ın özel hayatına yöneliyor. Yaptığı spor nedeniyle kimliğini açık edemeyeceğini sezdiğimiz bir ilişkinin içinde, sevdiği adamı da günden güne mutsuz eden kapalı bir hayatın, âdeta bir zindanın içini izliyoruz. Bu sapma, dizinin yalnızca nereye gideceğini değil, nasıl bir yerde durmak istediğini de açık ediyor. Düşük bütçesine rağmen harikalar yaratan yapım, ilerleyen bölümlerde Shane’i bir kadınla ilişki denemesi içinde izlettikten sonra, beşinci bölümde de duygusal olarak başını arşa değdiriyor. Ataerkinin orta yerinden gelen Ilya, varlığının en önemli parçasının kabul edilmediği ülkesinde, yarım yamalak İngilizcesiyle telefonda Shane’e hislerini anlatmakta zorlanıyor. Babasını yeni kaybetmiş olmanın da indirdiği zırhla, ne varsa Rusça dökülüyor ağzından. İşte tam o anda anlıyoruz Heated Rivalry’nin ne yapmak istediğini: Bize, kuir aşkın da kazanabileceğini, acılar çekilse bile mutluluğun mümkün olduğunu ve her kuir sevdanın halıları kopartarak, anırmalı ağlamalardan geçmek zorunda olmadığını hatırlatıyor. Sezon finali de bu kırılmayı usulüne yakışır biçimde taçlandırıyor zaten.
Neresinden bakarsanız bakın, Heated Rivalry mucizevi bir iş. Elindeki sınırlı imkânlarla, parayla satın alınamayacak hisleri harekete geçirmeyi başarıyor. Hudson Williams’ın harika bir keşif olduğunu söylemeye gerek yok; ancak özellikle dizinin beklenmedik bir hite dönüşmesinin ardından verdiği sayısız röportajda da görüldüğü üzere, Connor Storrie kendiyle taban tabana zıt Ilya’ya eşsiz bir kimlik kazandırıyor. Aksanından dil ve beden kullanımındaki titizliğine kadar, Heated Rivalry’nin en büyük kozlarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Elbette böylesine akıl almaz bir karşılık bulunca, dizinin devamına dair umutlanmamak ve meraklanmamak mümkün değil. Rachel Reid’in kaleminden televizyona taşınmayı bekleyen daha pek çok sayfa olduğu açık; ancak şimdilik ortada ne ikinci sezon için yazılmış bir senaryo ne de bir çekim planı var. Jacob Tierney, bu ani başarının ardından kalemindeki o saf duyguyu koruyabilecek mi, asıl merak ettiğim bu. Biz ise her hâlükârda, senelerce beklememiz gerekse bile, altı bölümlük büyük sevdamızı dönüp dönüp izleyerek bir sonraki buluşmaya hazırlanacağız. Son sahnedeki arabanın arka koltuğunda oturuyormuşuz gibi, sevgisiyle birbirine iyi gelen iki insandan biri olabilme ihtimaline tutunarak. Kendi olmaktan vazgeçmeyen kimsenin ayağına taş değmediği yarınlarda yeniden buluşmak üzere diyelim. İyi ki varız.