Jojo Rabbit

Jojo Rabbit

Yönetmen: Taika Waititi | Oyuncular: Roman Griffin Davis, Thomasin McKenzie, Taika Waititi, Scarlett Johansson, Sam Rockwell, Alfie Allen, Rebel Wilson, Stephen Merchant, Archie Yates | Senaryo: Taika Waititi (uyarlama), Christine Leunens (roman) | 108 dakika | Komedi, Drama, Savaş

Her fırsatta bir açığını yakalasak da saldırsak diye beklenilen, “sosyal adalet savunucuları” olarak damgalanmış kalabalığın yanında olmayı seçsem de Jojo Rabbit’i izledikten sonra bilhassa okyanusun diğer tarafından yükselmiş çatlak sesleri anlamlandırmakta güçlük çektiğimi itiraf etmem gerek. Tarih sayfasının en korkunç lideri, faşizmin poster yüzü Adolf Hitler’i komedi malzemesi olarak kullandığı için eleştiri yağmuruna tutulmuş yapımın iddia edildiği habis, ahlaksız film olduğu iddialarıyla büyük problemlerim mevcut çünkü. Yeni Zelanda’dan Hollywood’a transfer olmuş çılgın adam Taika Waititi’nin yine merkezine bir erkek çocuğunu oturttuğu bu çok tartışılan projesi, Christine Leunens’in “Caging Skies” adlı eserinden uyarlama. Savaşa gittikten sonra iyice idolleştirdiği babası ve biricik Adolfcuğunun izinde, Nazi yaz kampına giderek kendini minik bir savaşçı olarak eğiten Jojo’nun etrafında dönüyor bütün öykü. Küçük adam annesinin evde Yahudi bir genç kızı sakladığını öğrenmesiyle hicivi bol, güldürmeden bırakmayan bir hayat sınavına tabi tutuluyor. Mizansen başına sayısız esprinin düştüğü yapımda, etrafındaki her yetişkin vatanı için sorumluluğunu yerine getirirken bu hengame çok net bir rota belirliyor kendine. Yelken açtığı ufukta ırkçılığın, savaşın ve bu başlıkların ürünü her türlü düşünce yapısının ne kadar anlamsızca, hatta aptalca olduğunun altını çizen tertemiz bir mesaj mevcut. Waititi kendi canlandırdığı Hitler ile bugünün Amerikası ve pek çok batılı toplumda yükselen sağ düşünceyi tiye alıyor sadece. Güldürüdeki yetkinliğinden sıklıkla yararlanırken ne yaşanmış katliamı unutturmaya, ne de çağdaş karşılığını aklamaya çalıştığı yok. Aksine her filminde olduğu gibi Waititi hoşgörü ve sevgi kavramları üzerine kurduğu anlatısını hep doğru kanatta şekillendiriyor. Adolf, Nazi olmaktan başka bir şey istemediğini düşündürürken Jojo ne annesinin, ne de evdeki misafirlerinin telkinine gerek kalmadan yolunu kendi buluyor. Tüm bunların haricinde, tamamı kusursuzluğa oynayan kadrosuyla birlikte kahkaha attırdığı kadar ağlatarak doyuracak birkaç hikâye de sığmış salt “tatlı” kelimesiyle tanımlanabilecek Jojo Rabbit’e. Filmin bam telinin etrafındaki delişmenliklerinde Rebel Wilson, Yorki’yi canlandıran harika yetenek Archie Yates ve pek çoğu ile aldığı risklere hareket alanı sağlarken, mutlak sona yaklaştıkça da boğaza yumruk atarak birkaç düğüm hediye ediyor. Nihayetinde de ortaya dört başı mamur bir aile filmi çıkıyor işte. En basit yoldan, kimi zaman daha önce duyduklarımızı yine akla gelen yöntemlerle dile getirerek her devre uygun bir işe evriliyor. Sürprizleri bozmadan daha ne kadar yorumlayabilirim bilmiyorum; fakat son çeyreğe denk düşen, sadece çocukların gözünden o günün dünyasını incelemeye koyulan ton bana pek taze ve yetkin ellerden çıkma geldi, herhangi bir olayı açık etmeden konuşmaya çalışacak olursak. Ayrıca anti Semitizm’in ocağına diktiği incir ağacında Sam Rockwell – Alfie Allen ikilisi üzerinden yapılmış kuir ima da gözümden kaçtı sanılmasın. Bir çocuğun büyümesine sebep olabilecek en kötü hadiseleri teker teker sıralarken bu çiftin abartıya göz kırptığı kostümlü harp hâlleri koca bir gülümseme yerleştirdi suratıma. Hatta biraz daha derinine gidip Jojo ile Rockwell’in karakteri arasındaki gizli anlaşmanın, bu has, heteronormatif beyaz kanına susamış kafatasçılıktan sebep olduğunu düşünmekteyim. Yalnız bunu hepinizin Jojo Rabit’i vizyonda yakaladığı gün konuşmamış daha doğru olacak.

Yazar Hakkında

1990 doğumlu. Kuir. İkizler. 2009'da ödül sezonu portalı Oscar Boy’u kurarak sinema yazarlığına başladı. 2014’ten beri O Podcast’in moderatörlüğünü yapıyor. 2023 yılında da SİYAD üyesi oldu.

Yorum yazın...