Takip et

Altın Rapor

Altın Rapor: Sansür, Şiddet ve Sessizlik (28 Mart – 3 Nisan)

tarihinde yayınlandı.

Son yerel seçimde en çok oyu alan partinin cumhurbaşkanı adayı, yönettiği büyükşehirdeki önemli çalışma arkadaşları ve onların tutuklanmasının karşısında eylem yapan 301 genç hâlâ içeride. Gündem hiç değişmedi son bir haftadır. Hatta boykotla birlikte daha da perçinlendi. Bununla paralel bir şekilde sinema tarafında da yaşanan son gelişmelerin hepsinde politik bir temel var. İKSV’sinden Sundance’ine, buyrun bakalım Altın Rapor’un yeni sayısına:

İKSV’den ‘Aile Yılı’na yaraşır beyanlar

Geçtiğimiz hafta “Nerdesin Aşkım?” bölümünün programdan çıkarılmasıyla hedef tahtasına oturan İstanbul Film Festivali’ne yönelik tepkiler büyüyor. Onur Haftası Komitesi’nin net bir boykot çağrısıyla başlattığı kamuoyu baskısı karşısında İKSV’den gelen açıklama ise fecaat.

“İstanbul Film Festivali’nin vizyonunda veya programa yaklaşımında bir değişiklik yok. Festival seçkisi, geçtiğimiz yıllardaki anlayışla hazırlandı. Bu yıl Çiçek İstemez, Musikişinas ve Nerdesin Aşkım? bölümlerinde değerlendirilebilecek filmleri ise farklı bölümler altında göstererek bölüm sayısını daha az tuttuk. Bölüm adları değişebilir, bölüm sayıları azalıp artabilir ama programı inceleyen takipçilerin, festivalin her zamanki gibi heyecan verici bir seçki sunduğunu göreceğinden eminiz.”

Tam anlamıyla biz aslında hiçbir şey yapmadık savunmasına girişmişler. Kuir filmlerin bu yıl başka başlıklar altında gösterildiğini söyleyen festival yönetimi, sansür iddialarını “bölüm sayısını azalttık” gibi teknik bir ifadeyle geçiştirmeye çalışmış. Ne var ki, mesele yalnızca içerik değil; temsilin, görünürlüğün ve politik duruşun kasıtlı olarak buharlaştırılması.

Tam da bu nedenle, Ulusal Yarışma’yı ve Belgesel bölümünü birleştirerek yerel sinemanın ifade alanını daraltan festivalin, şimdi de LGBTİ+ varoluşları görünmezleştirmesi tesadüf değil. Üstelik Türkiye’de devletin “Aile Yılı” adı altında yürüttüğü sistematik ayrımcılık ortamında bu kararın apolitik olmadığı da apaçık. Tüm bu süreç, Sundance Film Festivali’nin Utah’tan ayrılış gerekçesini hatırlatıyor: Orada da muhafazakâr hükümetin anti-LGBTİ+ yasaları, festivalin yeni bir yuva aramasına neden oldu. Türkiye’deki kültür-sanat kurumlarının da benzer bir eşikte olup olmadığını sorgulamanın zamanı gelmedi mi artık?

Sundance Film Festivali taşınıyor

Robert Redford’un 40 yılı aşkın süredir Park City, Utah’da kök salmış festivali Sundance, 2027 itibarıyla yeni evine, Boulder, Colorado’ya taşınıyor. Festivalin pandemiden bu yana yaşadığı sarsıntılar, Park City’nin fiziksel ve altyapısal yetersizlikleri, değişen endüstri dengeleriyle birlikte bu kararın kaçınılmaz hâle geldiği bir süredir konuşuluyordu. Boulder, 34 milyon dolarlık teşvik paketiyle, gelişmiş altyapısı ve üniversite şehri olarak yeni izleyici olanakları sununca, 10 yıllık yeni anlaşmanın imzalanması kaçınılmaz oldu. Sundance yöneticilerine göre, “doğayla iç içe, kültürel olarak canlı” bu yeni şehir, Redford’un daima önemsediği mekan duygusunu yaşatmaya devam edecek.

Ancak bu taşınma yalnızca lojistik değil, politik bir tercih de aslında. Utah’ta Cumhuriyetçi vekillerin girişimiyle geçen ve valinin imzasını bekleyen HB77 yasası, kamu binalarında LGBTİ+ Onur Bayrağı’nı yasaklıyor. Yasa yürürlüğe girerse 2026’daki son Park City Sundance’i bu ayrımcı düzenlemeye tabi olacak. Utahlı vekillerin festivali “porno” yapmakla suçladığı açıklamalar da gündeme gelirken, Sundance’in yeni odak alanları arasında “kapsayıcılık” ve “erişilebilirlik” ilk sırada yer alıyor. Bu atmosferde Boulder’ın seçilmesi, sadece bir mekân değişimi değil, aynı zamanda bir duruş beyanı olarak da okunabilir.

Akademi geri adım attı

Hamdan Ballal’a yönelik saldırı sonrası ilk açıklamasında ne Ballal’ın ne de filmin adını anmayan Akademi, tepkilerin büyümesiyle birlikte 11.000 üyesine yeni bir mektup yolladı. Başkan Bill Kramer ve Janet Yang imzalı metinde, önceki açıklamada Ballal’ın adının geçmemesinden ötürü özür dileniyor ve ifade özgürlüğünün bastırılmasına karşı olunduğu açıkça belirtiliyor. No Other Land ile Oscar kazanan Ballal’a yapılan şiddet eylemi “sanatsal ifade ile bağlantılı” bir saldırı olarak tanımlanırken, Akademi bu tür şiddeti “dünyanın herhangi bir yerinde” kınadığını vurgulamış.

Bu açıklama, aralarında Alfonso Cuarón, Ava DuVernay, Guillermo del Toro, Olivia Colman, Riz Ahmed, Emma Thompson ve Joaquin Phoenix gibi isimlerin de bulunduğu yaklaşık 900 Akademi üyesinin sert eleştirilerinin ardından geldi bu arada. “Ballal’a yapılan yalnızca bir sanatçıyı değil, rahatsız edici gerçekleri anlatma cesareti gösteren herkesi hedef alıyor.” diyen üyeler, Akademi’nin sessizliğini “ahlaki bir başarısızlık” olarak tanımlamıştı. Ballal ve ekip arkadaşları ise bu destek mektubunun yalnızca kişisel olarak değil, politik olarak da son derece anlamlı olduğunu belirterek imzacılara teşekkür etti.

Michael Jackson biyografisine 2026 yolları gözüktü

Lionsgate’in bu ödül sezonunda gösterime girmesi beklenen Michael Jackson biyografisi, iki filme bölünebilirmiş. Antoine Fuqua’nın yönettiği “Michael“, şu anda neredeyse dört saatlik bir kurguya sahip olduğundan yapımcılar iki parçaya ayırmayı değerlendiriyormuş. Ancak CinemaCon’da adı dahi anılmayan filmle ilgili henüz kesinleşmiş bir karar yok. Jaafar Jackson’ın başrolde yer aldığı, Colman Domingo ve Nia Long’un da Jackson ailesinin fertlerine can verdiği yapımın planlanan 3 Ekim 2025 tarihine yetişmemesi kuvvetle muhtemel. Yalnız bu ertelemenin arkasındaki esas sebep Michael Jackson’ın çocuk istismarı geçmişi.

1990’ların başında 13 yaşındaki Jordan Chandler’ın ailesi tarafından yöneltilen istismar suçlamaları, Jackson’ın 1994’te 20 milyon dolar ödeyerek konuyu kapatmasıyla sonuçlanmıştı. Jackson suçlamaları reddetse de dava açılmasını engelleyen bu anlaşma, gizli bir kabul zaten. Filmin senaryosunda Chandler vakasına yer verilmesi, Jackson ailesiyle yapım ekibi arasında büyük bir krize yol açtı ve geniş çaplı yeniden çekimler başlatıldı. Jackson, 2005’te başka bir istismar davasından beraat etse de, bu süreçten sonra kamu hayatından neredeyse tamamen çekildi. Film, bu karanlık ve kirli mirasa ne kadar mesafelenecek göreceğiz.

Sektör CinemaCon mesaisinde

Her yıl sinema salonu sahiplerini, stüdyo yöneticilerini ve sektör profesyonellerini Las Vegas’ta bir araya getiren CinemaCon, film endüstrisinin nabzını tutmaya devam ediyor. 2011’den bu yana düzenlenen etkinlik, yalnızca gişe potansiyeli yüksek yapımların tanıtıldığı bir vitrin değil; aynı zamanda sinema salonlarının geleceğine dair stratejik duyuruların, yıldız oyuncuların ve yönetmenlerin sahne aldığı sürpriz anların da adresi. Sinemanın fiziksel mekânlarda yaşamasını savunan bu büyük buluşma, her yıl yeni fragmanlar, gösterimler ve stüdyo sunumlarıyla gündemi belirliyor. Dışarıdan kimsenin kabul edilmediği CinemaCon’da yine 2025’in bütün merakla beklenen yapımları küçük fragmanlarını göstererek heyecan yaratmayı başardı.

Luca Guadagnino’nun Julia Roberts, Ayo Edebiri ve Andrew Garfield’ı buluşturan After the Hunt‘ı, Cynthia Erivo ve Ariana Grande’ye yeni Oscar adaylıkları getirmesi muhtemel Wicked: For Good, Yorgos Lanthimos’un Emma Stone ve Jesse Plemons’la bir kez daha çalıştığı sıradaki deliliği Bugonia hakkında güzel şeyler okumaktan perişan oldum ben açıkçası. Tez vakitte önce fragmanlara, sonrasında da bu filmlere kavuşmamışz şart. Neyse ki 10 Nisan’da Cannes programı açıklanınca gündemimiz biraz olsun hareketlenecek. Hem CinemaCon sebebiyle fragmansız geçen haftamızın ardından da gelecek yeni görsel materyaller karnımızı doyurur.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin