Dizi Eleştirisi
The Four Seasons (Mini Dizi): Kırılmadan Kırılanlar
THE FOUR SEASONS | Yaratıcılar: Tina Fey, Lang Fisher & Tracey Wigfield | Oyuncular: Steve Carell, Colman Domingo, Tina Fey, Will Forte, Kerri Kenney-Silver, Marco Calvani, Erika Henningsen, Julia Lester, Alan Alda, Ashlyn Maddox, Toby Huss | 27~35′ | Netflix
Film de bölüm bölümler ilerleyen bir yapıda olduğu için, The Four Seasons’ın Netflix imzalı bu yeni versiyonuna kimlik kazandırmak Fey için zorlayıcı olmamış gibi görünüyor. Her mevsimi ikişer bölümlük bloklar hâlinde ele alan dizi, üç çifti tekrar tekrar bir araya getiriyor. Nick (Steve Carell), 25. evlilik yıldönümleri için buluştuklarında arkadaşlarına eşi Anne’den (Kerri Kenney-Silver) ayrılmak istediğini açıklar. Kendi ilişkilerinin durağanlığından hırçınlaşan Kate (Tina Fey) ve Jack (Will Forte) bu duruma müdahale etmek istese de, Anne’in zaten her şeyin farkında olduğunu öğrenirler. Grubun izlenmesi en keyifli çifti olan Danny (Colman Domingo) ve Claude (Marco Calvani) ise bir sağlık krizinin eşiğinde, zıt mizaçlarının ilişkideki rollerini nasıl dönüştürdüğüne dair bir sınavdan geçmektedir. İlk tatil, evlilik yıldönümü bahanesiyle düzenlenir; ikincisinde Nick’in genç sevgilisinin (Erika Henningsen) seçtiği ekolojik bir otelde sıkıntıyla can çekişirler. Üçüncü buluşma, Nick ve Anne’in kızları (Julia Lester) üniversitede sahneye çıkarken yapılır. Aynı zamanda bir kısmının okuduğu ve tanıştığı şehir tabii burası. Finalde ise kayak tatili için iki ayrı grup olarak dağa çıkarlar.
Antonio Vivaldi’nin “Dört Mevsim” konçertolarının da eşlik ettiği sekiz bölümlük bu yolculukta The Four Seasons, evrensel bir damara başarıyla dokunuyor. İzleyenin kendi ilişkisine dair izler bulabileceği, feyz alabileceği çok sayıda örnek sunuyor. Tina Fey’in alaycı mizahı bu kez biraz geri planda; onun yerini daha gerçekçi, hatta zaman zaman acıtan bir tasvir almış. Genç sevgili bulup andropoz kokan bir “yenilenme” peşindeki adamı da, terk edilen tarafı da karikatürize etmiyor Fey; ikisini de incelikle resmediyor. Çünkü bu hikâye, bir ayrılığın sadece çiftleri değil, o ilişkinin sosyal varlık gösterdiği arkadaş çevresini de etkileyebileceğini anlatmakla ilgileniyor. Hele ki yaş ilerledikçe, bu kopuşların yankısı çok daha geniş alanlara yayılıyor. Fey de işte bu noktada tanıdık arketiplere başvurmak yerine, olgunlaşmış ilişkilerdeki çatlaklara daha dürüstçe bakmayı tercih etmiş tıpkı orijinal film gibi.
Bana göre The Four Seasons’ın tek handikapı, fazlasıyla lineer ilerlemesi. Tina Fey’in röportajlarında sıkça dile getirdiği gibi, artık sınırlarını zorlamayan lokasyonlarda, sette sorun çıkarmayan oyuncularla çalışmayı ve ideal bir iş ortamı kurmayı önceliyor. Bu kolektif huzur dizide fazlasıyla hissediliyor. Ancak bu tercihin anlatıya da yansıyan bir düzleştirme etkisi var. Fey, oyuncu olarak da konfor alanının dışına çıkmak istemiyor gibi. Filmdekinden farklı ve karanlık bir yön izleyen finali bir kenara koyarsak, dizinin oyuncularına sınırlarını zorlayacak nitelikte bir çatışma sunmadığını görüyoruz. The Four Seasons’ın misyonu net: Büyük kırılmalara ihtiyaç duymadan, yetişkin ilişkilerine, evliliğe ve özellikle tek eşliliğe dair açık ve dürüst bir perspektif sunmak. Ancak Fey’in yaratıcı ortakları Lang Fisher ve Tracey Wigfield ile birlikte komediyi bu kadar geri plana atarak karakter odaklı bir metin üretme çabası ne kadar başarılı, tartışmaya açık. En azından altı karakterin tamamına eşit derinlik sağlandığını söylemek zor.
Cetvelle çizilmiş gibi ilerleyen, settekiler gibi izleyicisini de fazla zorlamayan bu yol haritasını bir kenara bırakırsak, The Four Seasons kendini izletmesini bilen bir ekip çalışması. Tina Fey, Will Forte ve Steve Carell, daha önce birlikte çalıştıklarını bildiğimiz ve kolektif performanslarını takdir ettiğimiz isimler. Kadronun yeni yüzleri Colman Domingo ve özellikle klişeye dönüşmesi an meselesi olan karakterini karikatürleştirmeden, kalbini ortaya koyarak canlandıran Marco Calvani ise ayrı bir övgüyü hak ediyor. Filmin heteronormatif yapısının ardından eşcinsel bir çift üzerinden yeni bir pencere açılması hem doğru bir fikir hem de doğru oyuncularla hayata geçirilmiş. Buna karşılık, Kerri Kenney-Silver’ı bu kadroya ne yazık ki ait hissedemedim. Steve Carell ile bir çift olduklarına inanmak da zor. Üstelik oldukça gösterişli ve ayrıksı bir tonda oynadığı için performansı diziyle uyumlu görünmüyor. Bu yargımda Sandy Dennis’in orijinal Anne’ini referans almamın da payı olabilir. O versiyonda yalnızca sessizliğiyle bile derin bir vazgeçmişlik hissi yaratılıyordu. Yeni yorumda bu içsel kırılmaya yer verilmek istenmemiş olabilir ama Kenney-Silver sanki başka bir dizide oynuyormuş gibi duruyor.