Dizi Eleştirisi
Emmy Sezonuna HBO Max’da Hazırlık: The Handmaid’s Tale, The Rehearsal ve The White Lotus
Emmy sezonuna hazırlanırken, Türkiye’de erişilebilen dijital platformlardaki dizileri üçer üçer ağırlamaya iki hafta önce başlamıştım. Disney ile açılıp Netflix ile devam eden bu serinin yeni durağı HBO Max. BluTV’den bayrağı devralarak harika bir seçki, kullanıcı dostu arayüzü ve içeriklerini zamanında paylaşmasıyla gönlümüzü kazanan platform, Emmy hazırlığı için biçilmiş kaftan. Bu sezon uzun uzun yazdığım The Pitt, Industry, House of the Dragon, The Penguin ve The Franchise da Max’te izlenebilir durumda. Ancak bugünün konukları nihayet finalini yapan The Handmaid’s Tale, Nathan Fielder’ın gerçek bir deli olduğunu beş yüz milyonuncu kez ispatladığı The Rehearsal ve fenomen yapım The White Lotus olacak.

Yaratıcı: Bruce Miller | Oyuncular: Elisabeth Moss, Yvonne Strahovski, Madeline Brewer, Ann Dowd, O-T Fagbenle, Max Minghella, Samira Wiley, Josh Charles, Amanda Brugel, Bradley Whitford, Sam Jaeger, Ever Carradine, Timothy Simons, D’Arcy Carden, Cherry Jones, Alexis Bledel | 39~58′ | Hulu
THE HANDMAID’S TALE (6. Sezon): Bu Gece Son…
Trump’ın ilk başkanlık yılında ekranlara gelen Margaret Atwood uyarlaması The Handmaid’s Tale, ya da Türkçesiyle Damızlık Kızın Öyküsü, sekiz yılın ardından nihayet final yaptı. Mad Men sonrası yıldızlık mertebesinde ne yapacağını bilemeyen Elisabeth Moss’un kreatif anlamda fazlasıyla katkı sunduğu dizi, kitabın sunduğu materyal eridikten sonra kendi parodisine dönüşmekle, Moss’un abartılı oyunculuğuyla ve öyküyü haddinden fazla uzatmasıyla sıkça eleştirilmişti. Yine de son sezona geldiğimizde, tüm yorgunluğuna rağmen iyi bir kapanış yaptığı söylenebilir Emmy ödüllü bu yapımın. Kurtuluşu tadabileceği her fırsatta Gilead’a dönüp yeniden isyan bayrağını çeken June Osborne, bu kez istihbarat desteğiyle özgürlük savaşçılığına farklı bir anlam yükleyerek yola çıkıyor. Geçmişin bedelini tam anlamıyla ödetemese de acı çeken “damızlıklar”ın intikamını alıyor neyse ki. Ve evet, umudunu kaybettiğin anda bile vazgeçmemek, direnişin ancak dayanışmayla ayakta kalabileceği mesajı da çok net bir şekilde veriyor dizi. Hayatta kalan tüm kilit karakterlerin geri dönerek anlatıdaki görevlerini tamamladığı bu veda, özellikle son iki bölümde gereğinden fazla uzatılmıştı ama. Uçağı partiküllerine ayırdıktan sonra gelen 50 dakikalık hesaplaşma ve herkesin öyküsünü kurşun kalemi kâğıda bastıra bastıra anlatan dolgun final noktasını pek sevemedim. Ama şaşırmadım da. Zira ilk günden beri bu didaktikliği, seyircinin hayal gücüne hiçbir şey bırakmamayı çok seviyordu zaten bu dizi.

Yaratıcı: Nathan Fielder | 30~59′ | HBO
THE REHEARSAL (2. Sezon): Akıl Kanması
Nathan Fielder’ın eşsiz mizah anlayışına ve hayat görüşüne Nathan for You sayesinde çok uzun yıllar önce aşina olan seyirci için, ne The Curse ne de The Rehearsal cephesinden gelen hiçbir delilik sürpriz değil artık. Ancak en aklı başında izleyicisini bile tuzağa düşürmeyi başaran bu ikinci sezondan, hayranlığımı katlayarak ayrıldığımı belirtmem gerekiyor. İlk sezonunda, belli bir hazırlık ortamı kurarak sıradan insanların kişisel ilişkilerini yönetmelerine yardımcı olan Fielder, ne kadarının gerçek olduğunu asla bilemediğimiz o endişeli ve duyarlı kimliğiyle bu kez daha büyük bir aldatmacaya girişiyor. Havayolu pilotları arasındaki hiyerarşik iletişim probleminin pek çok uçak kazasının temelinde yattığına, bu sorunun çözülmesi hâlinde kazaların önlenebileceğine önce kendini, ardından havacılık profesyonellerini ikna eden Fielder, hedefine ulaşmak için sahte bir şarkı yarışması bile düzenlemiş. Patikasındaki absürtlükleri ve sürprizleri bozmadan izleyiciye bırakmak istiyorum. Fakat Fielder’ın pilotlara yardım ederken pilot lisansı aldığına bizi de ikna ettiği o anlatı kırılması… Gerçeklikle oynama biçimi, bu sezonla birlikte bugüne dek hiç denemediği kadar derin bir yanılsama uçurumuna dönüşüyor. Komedisinde açtığı bu yeni sayfada, otizm spektrumunda yer alabileceğine dair kişisel bir sorgulama da var. Ama sorun şu ki artık Fielder’ın, realiteyi yeniden deneyimlememizi sağlayan sosyal deneyler inşa ederken bize ne kadar “gerçek” koklattığını bilmiyorum. Manipüle edilen taraftaki kobayların ne hissettiğinden bağımsız, hatta içten içe duyduğum suçlulukla birlikte, bu his teşhircisi ve savunmasız absürtlük tufanını izlemekten yine de büyük keyif alıyorum.

Yaratıcı: Mike White | Oyuncular: Leslie Bibb, Carrie Coon, Walton Goggins, Sarah Catherine Hook, Jason Isaacs, Lalisa Manobal, Michelle Monaghan, Sam Nivola, Lek Patravadi, Parker Posey, Natasha Rothwell, Patrick Schwarzenegger, Tayme Thapthimthong, Aimee Lou Wood, Jon Gries, Sam Rockwell, Scott Glenn | 60~87′ | HBO
THE WHITE LOTUS (3. Sezon): Kendi Mirasının Kurbanı
Önce Hawaii, ardından İtalya şubelerinde renkli karakterler ve ilginç olay örgüleriyle gündemimizi meşgul ederek zaferden zafere koşan Mike White, yaklaşık bir ay önce final yapan üçüncü sezon için Tayland’ı seçti. Bu defa daha spiritüel temalara değinileceği ima edilse de, ne yazık ki böyle bir sezon izlemedik. White, ilk iki sezonda işlediği meselelerin üzerinden derinleşmeden yeniden geçerek, her hikâye kırıntısında aynı sorunu uzatıp oyalamaya çalıştığı bir sezon sundu bizlere. Hawaii sezonunun aksine, varlıklı kimselerin bu tür coğrafyalardaki kültüre ve tarihe de nasıl bir araç olarak davrandığını dahi umursamaması şaşırtıcı. Oysa The White Lotus evreninin tam kalbinde, parayla kamufle edilmeye çalışılan beyaz cehaletinin sebep oldukları yatıyor. Carrie Coon, Parker Posey, Aimee Lou Wood, Walton Goggins ve Patrick Schwarzenegger gibi birbirinden yetenekli isimlerin yer aldığı kadro, dizi boyunca sayısız unutulmaz televizyon anı yaratarak diziyi gündemde tuttu mu evet? Genelin aksine daha yavaş alev alan bu sezonda tempo sorununu da dert etmedim. Ama White’ın kendi yarattığı rüzgâra fazlaca kapılıp içerik üretiminde zorlandığına dair hissimi bastırabildiğimi söyleyemem. Üçlü kadın arkadaş grubunun finaldeki hesaplaşmasına giden yolda tansiyon yeterince tırmandı mı? Bu kadınların geçmişte ortak bir bağları olduğuna inandık mı gerçekten? Ya da tüm servetini kaybetmiş babanın anksiyetik telefon konuşmaları arasında boğulurken, hikâyesini merak etmeyi ne zaman bıraktık? Finaldeki ölümün de aceleye geldiğini söylemek isterdim ama bu, Mike White’ın kaleminin hiçbir zaman en güçlü olduğu alan değildi. Dolayısıyla oraya dair uzun uzun konuşmaya gerek var mı, bilmiyorum. Bağımsız sinemanın kraliçeleriyle dolu yeni bir sezon için beklemeye koyulmaktan başka yapacak bir şey yok gibi sanki.