Dizi Eleştirisi
Andor (2. Sezon): Devrimin Sessiz Provası

ANDOR | Yaratıcı: Tony Gilroy | Oyuncular: Diego Luna, Kyle Soller, Adria Arjona, Stellan Skarsgård, Genevieve O’Reilly, Denise Gough, Faye Marsay, Varada Sethu, Elizabeth Dulau, Ben Mendelsohn, Benjamin Bratt, Alan Tudyk, Forest Whitaker | 46~60′ | Disney+
İlk sezonuyla 2022’nin benim için tartışmasız en iyi dizisi olan Andor, hikâyesini sonlandırmak üzere ekranlara geri döndü. Disney+ bünyesinde seyirciyle buluşan yapım, 2019’da tamamlanan son Star Wars üçlemesinin ardından gelen evren uzantısı dizilerin de açık ara en iyisi. Rogue One filminde ölen Cassian Andor’un (Diego Luna) direnişe katılma sürecini ayrıntılarıyla anlatan Andor, serinin kendi formülüne sıkı sıkıya bağlı filmlerinden farklı olarak bambaşka bir şey denemişti. Bu defa yalnızca halkın ayaklanmasına değil; kapalı kapılar ardındaki politik entrikaların uzun vadeli etkilerine, bir koltuğa saplanıp kendi gibi düşünmeyen kimselerin iktidara yaklaşmasını istemeyen diktatörlere ve onların kraldan çok kralcı şakşakçılarına da net bir röntgen çekiliyor. Star Wars evreninde adı bir şekilde anılan kilit karakterlerin hiçbirine yer verilmemesi sayesinde, Andor hem evrenin tam içinden hem de sanki bambaşka bir yaratım sürecinden çıkmışçasına ayrıksı bir anlatı kuruyor. Belki de iyi demlenmiş hissettirdiği için bu kadar özel. Çünkü kalemiyle suda yürümeyi bilen Tony Gilroy, bizlere faşizme ve katı iktidar biçimlerine dair, herhangi bir üçüncü dünya ülkesine birebir uyarlanabilecek kadar gerçek bir direniş öyküsü anlatıyor.
Yeni sezonda kaldığı yerden devam eden Andor, bu defa önemli meselelerinin çoğunu ikinci yarıya ötelemeyi tercih ediyor. Bu nedenle ilk bölümler, aşina olduğumuz evrenin mevcut durumunun etkisiyle karakterlerini yeniden tanıtmayı yeğlemiş. Andor’un elini taşın altına soktuğu gizli görevlerin sorumluluğu giderek ağırlaşıyor. Senatodaki ikili oynayan muhbirimiz ise ajanlığını daha sıkı önlemlerle sürdürüyor. Luthen (Stellan Skarsgård) kendini daha büyük bir amaç uğruna feda etmeye hazırlanırken, yapbozun parçalarını birleştiren polis devletinin küçük adamları da avlarına adım adım yaklaşıyor. Bu sezonda, İmparatorluk’un gizli silah üretimi için mineral yataklarına göz diktiği bir gezegenin yok olma pahasına hedefe konmasıyla birlikte Orta Doğu benzerliğinin altı da iyice çizilmiş. Küçücük toprakları “verimlilik” bahanesiyle paylaşamayan koca koca fillerin absürt savaşları arasında ezilen sivillerin sembolü olarak ise Bix (Adria Arjona) çıkıyor karşımıza. Gördüğü işkencenin ardından sessizliğe gömülen Bix, işgal altındaki toprakların zorla radikalleştirilmiş sakinlerini temsil ediyor aslında.
Fakirleştirme, hukuksuzluk ve kutuplaştırma gibi ilkel ama ne yazık ki hâlâ etkili diktatörlük yöntemlerinin birer birer uygulandığını izledikçe sinirlerimizi bozan Andor, aynı zamanda direnmek için su yüzüne çıkmaya çalışan, bir nefeslenip yeniden harekete geçmeye özlem duyan kalabalıklara da açık bir öğreti sunuyor. İmparatorluk’un karşısında korkusuzca duranların, barışçıl protestolara şiddetle karşılık veren bir iktidara karşı nasıl bir konum almak zorunda kaldığı çok net. Muhaliflerin kendi içindeki fikir ayrılıkları ise fazlasıyla tanıdık, fazlasıyla acı. Gücün dağılmasına sebep olan her unsurla birlikte, idealist fikirlerin büyüsüne kapılıp esas düşmanı unutanlara da ince ama sert bir uyarı yöneltiyor Tony Gilroy. Kaynakların ve yetkinin el değiştirmesinden öcü gibi korkan, “yeni dünya”nın sözde büyük liderleri ve zavallı diplomatları bu diziyi izlese ne hissederdi, doğrusu çok merak ediyorum. Kurmacanın bahşettiği yetkiye yaslanarak, ışın kılıçlarının ve büyüleyici ses efektlerinin hüküm sürdüğü bir evrenden umut aşılayan Gilroy’un da bir gün demokrasi düşmanı ilan edilmesi işten bile değil.
Siyaset teorisine duyduğu ilgiyi ve birikimini yaptığı her işte hissettiren Tony Gilroy, özgürlük için her şeyden vazgeçmeye hazır radikal devrimcileri ağırlamaya en müsait evrende harikalar yaratıyor. Andor’u politik katmanlarından bağımsız düşündüğümüzde bile eleştirilecek pek bir yan bulmak zor. Tüm fikirlerini olgunlaştırmadaki ustalığı, görkemli setler ve kostümler arasında üç boyutlu karakterler inşa edebilmesi, üstelik bunu da isabetli oyuncu yönetimiyle taçlandırabilmesi sayesinde iyice değer kazanıyor. Diego Luna, dizinin birleştirici unsuru olarak zaten müthiş bir iş çıkarıyor. Ancak Stellan Skarsgård ve bana göre dizinin esas yıldızı Genevieve O’Reilly’nin katkıları da yadsınamaz. Bu iki karakterin geçmişten bugüne, sınıfsal ve politik olarak katman katman, neredeyse elle tutulabilir gerçeklikte şekillenmiş olması da bu başarıda büyük pay sahibi. Zaten kağıt üzerinde bu kadar iyi yazılmış karakterler, yetenekli oyuncuların ellerine geçince böylesine kusursuz sonuçlar doğuyor.
Bu sezonun 12 bölüme yayılacak kadar yoğun bir materyali olmadığını kabul etmek gerek. Andor’dan pek alışık olmadığımız şekilde, özellikle ilk yarıda süreyi doldurmak adına fazlaca mini çatışmaya ve zaten bildiğimiz bilgilerin tekrarlandığı diyaloglara başvurulmuş. Neyse ki hareketin arttığı ikinci yarı bu dağınıklığı büyük ölçüde telafi ediyor. Yine de şu uyarıyı yapmakta fayda var: Andor, Star Wars etiketiyle sunulmuş birçok anlatının aksine büyük bir patlama ya da dorukla sona ermiyor. Hatta bazı izleyicilerde hevesin kursakta kaldığı bir “makas” hissi bile yaratabilir. Ancak bu finalin, Rogue One’dan hemen önce geçen olayları anlattığını hatırlarsak, net bir çözüme ulaşılmayacağının bilinciyle izlemek önemli. Zira hikâye burada tamamlanmıyor; direniş, doğrularıyla ve hatalarıyla, başka kollarda ve gerilla tipi ayaklanmalarda varlığını sürdürmeye devam ediyor.