Kısa Eleştiri
Üç Film Birden | Warfare, KPop Demon Hunters ve Surviving Ohio State
Bir önceki Üç Film Birden yazım, Google Keşfet denilen nimet sayesinde yılın en çok tıklanan içeriği vasfına erişti diye mi, yoksa yüksek sezon öncesi izlediğim her şey hakkında fikir beyan etme damarım fokur fokur kaynamaya başladığından mı bilinmez, yine klavye başında bu konsepti eskitirken buldum kendimi. Bu defa hoş bir denk geliş de yaşıyoruz üstelik. Üç ayrı platformdan üç filmi konuşacağız: Prime Video’da yerini alan Alex Garland filmi Warfare, Netflix’in sürpriz hit animasyonu KPop Demon Hunters ve HBO Max’te sessiz sedasız seyircisini arayan belgesel Surviving Ohio State. Hadi başlayalım!

Yönetmen & Senaryo: Alex Garland & Ray Mendoza | Oyuncular: D’Pharaoh Woon-A-Tai, Will Poulter, Cosmo Jarvis, Kit Connor, Finn Bennett, Taylor John Smith, Michael Gandolfini, Adain Bradley, Joseph Quinn, Charles Melton, Noah Centineo, Evan Holtzman, Henry Zaga, Alex Brockdorff | ABD, Birleşik Krallık | 95′ | Drama, Aksiyon, Savaş
WARFARE: Yine katillerin gözünden…
George W. Bush yönetiminin ve dönemin ABD hükümetinin fitilini ateşlediği İkinci Körfez Savaşı sebebiyle sorumsuzca işlenen savaş suçlarının günahını çıkartmaya çalışan, sağı solu fark etmeksizin milliyetçilik damarına oynayan, üniforma eşliğinde suçu okyanusun bu tarafına atan; kafa kesen, işkenceyi öven, şiddeti meşrulaştıran sayısız film izlediğimiz için 2000’li yılların başından beri, burada daha fazla eşinmenin ne anlamı var, bilmiyorum. Ancak kariyerini tam da bu nefesi harcama refleksi üzerine kurmuş Alex Garland’ın, Civil War gibi olası bir senaryonun ardından “ezberden kapışma” olarak pazarladığı Warfare’i çekmesine (Ray Mendoza’yla birlikte) hiç şaşırmıyorum. Yine Irak’ı mesken edinmiş, bilgisayar oyunundan hâllice bir ortamda, tarafların “terörist” ve “kahraman” olarak net biçimde ayrıldığı, yerlilerin kana susamış caniler, askerlerin ise canını ortaya koymuş kahramanlar olarak resmedildiği bir ses efekti senfonisi izliyoruz. Bu askerlerin emir kulu olmaları nedeniyle ne kadar korkunç şeyler yaptığına değinmek, amaçsız işgallerinin altını dolduracak herhangi bir düşünceye tenezzül bile etmeyen, tamamen ölüm makinesi gibi işleyen karakter olduğunun altını çizmek gibi bir derdi yok filmin. Amerikan topraklarına asla sıçramayacağı bildiğimiz bir savaşın, Orta Doğu’nun sarısıyla grisine bulanmış bayat bir müsameresini izliyoruz. Üstelik filmin esas meselesine girmeden önceki kısmı da, en az çatışmaları kadar boş. Erkek egemen ortamın testosteron kokulu, dayanaksız coşkusunu öven, bugünün yükselen, yakışıklı yıldızlarını üniformalar içinde “kurtların” önüne atan, göze hitap etmeye çalışan şuursuz bir sinema diliyle açılıyor film. Neresinden tutarsanız tutun, sıkıntılı, düşmanca ve epey de cahillik kokan bir kıyamet bu. Yarım yıldızı da sadece zamanlamasına veriyorum. Tam da Garland’ın vasat kariyerine yaraşır bir iftihar projesi.

Yönetmen: Maggie Kang, Chris Appelhans | Seslendirenler: Arden Cho, Ahn Hyo-seop, May Hong, Ji-young Yoo, Yunjin Kim, Joel Kim Booster, Alan Lee, Sungwon Cho, Danny Chung, Liza Koshy, Daniel Dae Kim, Ken Jeong, Byung-hun Lee | Senaryo: Danya Jimenez, Hannah McMechan, Maggie Kang, Chris Appelhans | ABD | 95′ | Animasyon, Müzikal, Fantastik, Aksiyon, Komedi
KPOP DEMON HUNTERS: Anne ben bir iblise âşık oldum!
K-pop türüyle olan ilişkimi seneler önce Big Bang’le başlatıp bitirmiş bir milenyal olarak bu fenomene doğrudan dahil olmasam da, uzaktan takdir edebileceğimi zamanla öğrendim. Arada sırada ufak tadımlıklar almak ve milyonlarca genci Korece öğrenmeye itecek kadar etkili olmasının sebeplerine yakından şahitlik etmek de hoşuma gidiyor. İşte Netflix’in seyir ertesi soundtrack tükettiren sürpriz hiti KPop Demon Hunters, bu göreve cuk oturuyor. Yarı zamanlı K-pop yıldızı, yarı zamanlı iblis avcısı olarak işlev gören üç yetenekli kızdan oluşan dünyaca ünlü grup Huntrix, tam da dünyayı Gwi-ma isimli iblis krala karşı tamamen korumaya hazırlanırken, karşılarına iblis erkeklerden oluşan yeni bir rakip grup dikiliyor: Saja Boys. Huntrix’in yıldız parçası Rumi, sakladığı yarı iblis kimliğiyle gönlünü kaptırdığı Saja Boys’un esas oğlanı Juni’ye de deva olmaya çalışırken, hem kariyerlerinde hem de kaderlerinde önemli bir dönüm noktasına ulaşıyorlar. Böylece hem birliklerini hem de dünyayı kurtarmak üzere bir maceranın içinde buluyorlar kendilerini. Çok büyük anlamlara açılmayan çatışmalarla dolu, Kore yapımı animasyonların mübalağa geleneğinden sıkça yararlanan bir iş bu. En büyük silahı da birbirinden karizmatik kızları, muazzam sesleri ve kulağınıza yerleştiği anda istemsizce tebessüm ettiren şarkıları. İblis ve katliam kısmının çocuklara ne kadar hitap ettiğini bilememekle birlikte, madem bir nebze yetişkinleri de hedefleyen bir animasyon yaptınız, keşke daha büyük temalara sarılsaydınız diyor insan. “Ne yaparsan yap, kendin olmaktan geçer” mesajı (ki kuir okumalara bile açık) dışında çoğu unsur oldukça tutarsız. Aksiyon sahnelerinin çoğunda mantık aramak beyhude. Merkezdeki iki âşık arasındaki 400 yaş farkının ucube tarafı ise hiç sorgulanmadan geçilmiş. Bu fikir, daha ehil bir senaryoyla eşleşmeliydi sanki.

Yönetmen: Eva Orner | ABD | 108′ | Belgesel
SURVIVING OHIO STATE: Tetikleyici içerik
Amerikan kültürünün önemli bir parçası olan üniversiteler arası spor müsabakalarında yıllardır şanını yürüten, atletizm bölümlerinin eşsizliğiyle bilinen Ohio State Üniversitesi, korkunç bir cinsel istismar skandalının ardından büyük bir sarsıntı yaşadı. Bu olay sadece okulun atletizm programlarının güvenilirliğini değil, aynı zamanda spor kökenli yöneticilerinin imajını da yerle bir etti. Haftalarca ana akım medyada yer bulan skandalın merkezinde ise, o dönem çoğu sporcunun sağlık raporunu almakla yükümlü olduğu doktor Richard Strauss yer alıyordu. Yirmi yıl boyunca yüzlerce erkek öğrenciye istismarda bulunan Strauss’un 2000’in üzerinde vakaya karıştığı ve 170 kişiye tecavüz ettiği belgelenmiş durumda. HBO Max’te izleyebileceğiniz Surviving Ohio State, mağdurların ifadelerini bir araya getirerek yalnızca Strauss’un dehşet verici suçlarını değil, aynı zamanda bunlara göz yuman kurumları da ifşa ediyor. Emekliliğine kadar çalışmaya devam eden bu adamın arkasındaki sessizlik çemberini kırmaya çalışan mağdurların yaşadıkları, olayların birbirleriyle birebir örtüşmesi sayesinde, ortada münferit yanlışlardan çok sistematik bir istismar ağı olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Ve elbette bu gençlere destek olan tek isim? Tahmin edileceği üzere, bir kadın antrenör. Belgeselin tamamını şok içinde izleyeceğiniz kesin. Cinsel istismar gibi tetikleyici içeriklere hassasiyeti olanların uzak durmasında fayda var. Ancak belgeselin sinemasal ya da biçimsel anlamda çığır açtığını söylemek zor. Daha çok güçlü bir gazetecilik çalışması izliyoruz. Sanki dünyaca ünlü bir haber kanalında denk gelsek gözümüzü kırpmadan takip edeceğimiz, çarpıcı bir özel dosya tadında. Farkındalık yarattığı kesin, ancak gerçekten fark yarattığını söyleyemem. Bu tür anlatıların mağdurların özel hayatlarına nasıl yansıdığına dair daha fazla zamana ve derinliğe ihtiyaç duyduğuna inanıyorum.