Takip et

Liste

Oscar Yolculuğunda Türkiye: Geçmişten Bugüne Uluslararası Film Adaylarımız

tarihinde yayınlandı.

Murat Fıratoğlu, Nuri Bilge Ceylan ve Kaan Müjdeci

15 Mart’ta dağıtılacak 98. Akademi Ödülleri için heyecan yavaştan başladı. Bu sene En İyi Uluslararası Film kategorisine ilk başvuran ülke biz olunca, zamanı değerlendirme dürtüsüyle karşınıza kapsamlı bir derlemeyle çıkmak istedim. Türkiye’nin bu kategori özelindeki, 1964’te başlayıp bugün hâlâ süren macerasını, teker teker başvurduğumuz filmleri anarak aktarmaya çalışacağım. Ama önce bu filmlerin nasıl seçildiğini ve başvuruların hangi kurallara tabi olduğunu konuşmak gerek.

Akademi, her yıl ülke sinemalarının en güçlü temsilcisini belirlemesini isterken, aday olacak yapımların bir önceki takvim yılının 1 Ekim’inden mevcut yılın 30 Eylül’üne kadar ticari gösterime çıkmış olmasını şart koşuyor. Üstelik bu gösterim, Oscar kuralları gereğince, birbirini takip eden en az yedi gün sürmek zorunda. Bu koşulu sağlayan filmler arasından ülkeyi temsilen hangisinin yola çıkacağına ise geniş katılımlı bir komite karar veriyor. Türkiye’de bu komitenin üyeleri; ASİTEM, BİROY, BSB, FİYAB, SENARİSTBİR, SETEM, SESAM, SE-YAP, SİNEBİR, TESİYAP gibi meslek birliklerinin yanı sıra ÇASOD, FİLM-YÖN, SİNE-SEN, SİYAD, SODER ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü temsilcilerinden oluşmakta. Her grubu temsilen bir kişinin söz hakkı olduğu bu tabloda esas amaç, uluslararası yarışta ülkemize en çok şans tanıyacak filme oy vermek olsa da, seçimlerin kimi zaman stratejik değil, tamamen politik olduğunu da birazdan film film konuşurken göreceksiniz.

O hâlde 31 defa başvurmasına rağmen henüz bu dalda adaylığın tadına hiç varamamış Türkiye’nin kronolojik yolculuğu için start verelim. Bütün filmleri aldıkları ödüller, prömiyer yaptıkları yerler ve kendi serüvenleriyle birlikte not düşerek listeleme vakti geldi. Buyursunlar…

 1964  Susuz Yaz (Metin Erksan) Susuz Yaz

Martin Scorsese’nin favori filmleri arasında saydığı ve Dünya Sinema Vakfı aracılığıyla korunmasına ön ayak olduğu Susuz Yaz, Oscar maceramızın fitilini ateşleyen yapım oldu. Berlin’den Altın Ayı, Venedik’ten ise Bienal Ödülü ile dönen film, Necati Cumalı’nın 1962’de kaleme aldığı aynı adlı hikâyesinden uyarlandı. Başrollerinde Erol Taş, Hülya Koçyiğit ve Ulvi Doğan’ın yer aldığı Susuz Yaz, köylüsünün suya erişimini engelleyip kendi arazisinde çıkan suyu tek başına sahiplenmek isteyen bir çiftçinin hikâyesini anlatıyor. Bu çatışmada hapse düşen kardeşi ve onun eşi de olayların merkezine yerleşiyor. Cumalı’nın avukatlık yaptığı yıllardaki gözlemlerinden yola çıkarak yazdığı metinin adaptasyonu, altmışlar Türkiye sineması için de önemli bir dönüm noktası sayılır.

O senenin adayları Yesterday, Today and Tomorrow (Vittorio De Sica), The Umbrellas of Cherbourg (Jacques Demy), Woman in the Dunes (Hiroshi Teshigahara), Raven’s End (Bo Widerberg) ve Sallah Shabati (Ephraim Kishon) oldu.


 1989  Uçurtmayı Vurmasınlar (Tunç Başaran) Uçurtmayı Vurmasınlar

Antalya ve İstanbul film festivallerinden En İyi Film ödülüyle dönen Uçurtmayı Vurmasınlar, Feride Çiçekoğlu’nun kendi deneyimlerinden ilhamla kaleme aldığı 1986 tarihli romanından uyarlandı. 1980 darbesinin hemen sonrasında, uyuşturucu kaçakçılığı suçundan hüküm giyen bir kadının, kanun gereği küçük yaştaki oğluyla birlikte cezaevine girmesiyle açılıyor. Hikâye, bu çocuğun içeride siyasi bir mahkûmla kurduğu bağ üzerinden ilerliyor. Türkiye’nin çalkantılı yıllarından sonra, tam 25 yıl aranın ardından Oscar yarışına katıldığı bu yapımı seksenler sinemasının bir neslin hafızasından silinmeyen benzersiz klasiklerinden biri olarak anmak mümkün.

1989’un adayları ise Cinema Paradiso (Giuseppe Tornatore), Camille Claudel (Bruno Nuytten), Jesus of Montreal (Denys Arcand), Waltzing Regitze (Kaspar Rostrup) ve What Happened to Santiago (Jacobo Morales) filmlerinden oluşuyordu.


 1992  Piano Piano Bacaksız (Tunç Başaran) Piano Piano Bacaksız

Arka arkaya iki klasik çeken Tunç Başaran, Türkiye’den Oscar’a ikinci kez film gönderen ilk yönetmen olarak tarihe geçti. Adana’da prömiyerini yapıp En İyi Yönetmen ödülünü alan yapımda Başaran, Rutkay Aziz ve yine çocuk bir oyuncuyla çalıştı. Adını İtalyanca’da “yavaş yavaş” anlamına gelen bir tamlamadan alan film, İkinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’daki eski bir konakta yaşayan ailelerin gündelik yaşamını ve mücadelelerini konu alıyor. Piano Piano Bacaksız da bir uyarlama bu arada. Kemal Demirel’in, kendi yaşam öyküsünden esinlenerek kaleme aldığı kitaptan sinemaya adapte edildi.

O yılın adayları Indochine (Régis Wargnier), Close to Eden (Nikita Mikhalkov), Daens (Stijn Coninx) ve Schtonk! (Helmut Dietl) oldu. A Place in the World (Adolfo Aristarain) ise Uruguay adına aday gösterilmesine rağmen, filmde ülkenin yapım katkısının yetersizliği ve esasen Arjantin yapımı olması sebebiyle diskalifiye edildi.


 1993  Mavi Sürgün (Erden Kıral) Mavi Sürgün

Türkiye, 1993’te yine bir edebiyat uyarlamasıyla Oscar şansını denedi. Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın otobiyografisinden uyarlanan Mavi Sürgün, başrollerini Can Togay ve The Marriage of Maria Braun’dan tanıdığımız Hanna Schygulla’nın paylaştığı bir Erden Kıral filmi. Antalya ve İstanbul film festivallerinden En İyi Film ödülüyle dönen yapım, Şakir Paşa Ailesi’nde Cem Yiğit Üzümoğlu’nun hayat verdiği Cevat Şakir’in (Halikarnas Balıkçısı) çocukluğundan başlayarak sürgün edildiği Bodrum günlerine uzanan yaşamını anlatıyor.

1993’ün adaylarını Belle Époque (Fernando Trueba), Farewell My Concubine (Chen Kaige), The Wedding Banquet (Ang Lee), Hedd Wyn (Paul Turner) ve The Scent of Green Papaya (Tran Anh Hùng) filmleri oluşturuyor.


 1994  Manisa Tarzanı (Orhan Oğuz)

Türkiye’nin Oscar tarihinde tartışmaya açık seçimlerinden biri 1994’te geldi. Antalya’da Yengeç Sepeti (Yavuz Özkan & Fatih Aksoy) ve Yumuşak Ten’in (Turgay Aksoy) ardından üçüncülük alan, senaryosuyla da ödüllendirilen Manisa Tarzanı, yerli sinema adına zayıf bir yılın ürünü olarak seçilmiş görünüyor. Film, Kurtuluş Savaşı’nda mücadele ettiği için İstiklal Madalyası sahibi olan çevreci Ahmet Bedevi’nin, nam-ı diğer Manisa Tarzanı’nın hayatını anlatıyor. Savaştan sonra harabeye dönmüş bir şehrin ölü doğasını yeniden canlandırmak için harekete geçen milli Tarzan, tüm Türkiye’ye örnek olacak bir hareketin öncüsü olmuş ve halk kahramanına dönüşmüştü. Bu arada eklemeden geçemeyeceğim, Manisa Tarzanı’nı Talat Bulut canlandırmış.

1994’te Akademi’nin aday ettiği filmler Burnt by the Sun (Nikita Mikhalkov), Before the Rain (Milcho Manchevski), Eat Drink Man Woman (Ang Lee), Farinelli: Il Castrato (Gérard Corbiau) ve Strawberry and Chocolate (Tomás Gutiérrez Alea & Juan Carlos Tabío) oldu.


 1997  Eşkıya (Yavuz Turgul) Eşkıya

Doksanların en çok izlenen yerli filmi olan Eşkıya, tüm zamanlar yerli gişe listesinde hâlâ 41. sıradaki yerini koruyor. Yavuz Turgul’un sinema salonlarını dolduran, televizyonlarda defalarca gösterilip efsaneleşen filmi, o yıllarda Oscar’a gönderilince hayranlarında büyük bir gurur yarattığını tahmin etmek güç değil. 35 yıl hapis yattıktan sonra tahliye olan Baran’ın (Şener Şen), doğduğu köyün baraj inşaatı nedeniyle sular altında kaldığını görmesiyle başlayan hikâye, onu hapse düşüren ihanetin failini bulmak için İstanbul’a uzanıyor. Göz dolduran kadrosu, İstanbul’un özlediğimiz yüzünü anımsatması ve Yavuz Turgul imzası sayesinde film, bugün bile etkisini koruyor. Halkın tüm zamanlarda en çok sevdiği yerli filmlerden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.

1997’nin adayları Character (Mike van Diem), Beyond Silence (Caroline Link), Four Days in September (Bruno Barreto), Secrets of the Heart (Montxo Armendáriz) ve The Thief (Pavel Chukray) oldu.


 1999  Salkım Hanım’ın Taneleri (Tomris Giritlioğlu) Salkım Hanım'ın Taneleri

Hatırla Sevgili, Çemberimde Gül Oya ve Kurşun Yarası gibi sevilen dizilerin yapımcısı veya proje tasarımcısı olarak da tanınan, dönem işleriyle nam salmış Tomris Giritlioğlu’nun Antalya’dan En İyi Film ödülüyle dönen filmi Salkım Hanım’ın Taneleri, 1999’da Oscar’a gönderdiğimiz yapım oldu. Yılmaz Karakoyunlu’nun aynı adlı romanından uyarlanan film, 1940’lı yıllarda Varlık Vergisi altında ezilen gayrimüslimlerin hikâyesini anlatıyor. Hülya Avşar, Zuhal Olcay ve Kamran Usluer’li kadrosuyla dikkat çeken yapım, iktidar-sermaye ilişkisine dair bugün bile güncelliğini koruyan göndermeleriyle konuşulmuştu. Giritlioğlu’nun, pek de yazılmamış Türkiye tarihini dillendirdiği kariyerine doksanların sonunda taze bir nefes getirdiği de söylenebilir.

O yıl All About My Mother (Pedro Almodóvar) başta olmak üzere, East-West (Régis Wargnier), Himalaya (Éric Valli), Solomon & Gaenor (Paul Morrison) ve Under the Sun (Colin Nutley) aday listesinde yer aldı.


 2000  Kaç Para Kaç (Reha Erdem) Kaç Para Kaç

Taner Birsel ve Bennu Yıldırımlar’ın başrollerini paylaştığı Reha Erdem imzalı Kaç Para Kaç, uluslararası festivalleri dolaştıktan sonra bizde doğrudan vizyona gördü. Film, bir takside para dolu bir çanta bulan ve sahibini aradığında bu paranın çalıntı olduğunu öğrenen bir adamın, önce temel ihtiyaçlarını karşılaması, ardından da lüks tüketime yönelmesini trajikomik bir dille anlatıyor. O yıl Altın Portakal’dan Güle Güle gibi duygusal bir tercih çıkarken, seçici kurulun Reha Erdem gibi umut vadeden bir yönetmenin ikinci uzun metrajını Oscar’a göndermesi, dönemi açısından dikkat çekici bir öngörü.

2000 yılının adayları arasında Crouching Tiger, Hidden Dragon (Ang Lee) ve Amores perros (Alejandro González Iñárritu) gibi iki kült filmin yanı sıra Divided We Fall (Jan Hřebejk), Everybody’s Famous! (Dominique Deruddere) ve The Taste of Others (Agnès Jaoui) bulunuyordu.


 2001  Büyük Adam Küçük Aşk (Handan İpekçi) Büyük Adam Küçük Aşk

Vizyona Vizontele ile aynı yıl girmesini manidar bulduğum Büyük Adam Küçük Aşk, Antalya’da beş Altın Portakal kazandıktan sonra Türkiye’nin Oscar adayı olarak seçilmişti. Handan İpekçi’nin çok konuşulan filmi, yetim bir Kürt çocuğu ile emekli bir yargıcın tesadüfi tanışmasını konu alıyor. Sistematik faşizmin izlerini işleyen ve Şükran Güngör’ün unutulmaz performansıyla taçlandırdığı yapım, Kürtçe konuşmanın RTÜK’ün sansür radarında olduğu bir dönemde temsiliyet açısından önemli kapılar aralamıştı. Bugünden izlendiğinde nasıl bir his uyandırır kestiremiyorum; ancak 2000’lerin başında ilkleri gerçekleştirmiş, cesur bir film olarak görülüyordu.

2001 yılının Oscar adayları arasında No Man’s Land (Danis Tanović), Amélie (Jean-Pierre Jeunet), Elling (Peter Næss), Lagaan (Ashutosh Gowariker) ve Son of the Bride (Juan José Campanella) yer alıyordu.


 2002  9 (Ümit Ünal) 9 Ümit Ünal

Pek kıymetli yönetmenlerimizden Ümit Ünal’ın, İstanbul ve Ankara film festivallerinden ödülle dönen 9’u, yoksul bir mahallede kimsesiz bir kızın ölü bulunmasının ardından sorguya alınan tanıkların hikâyelerini, karakterlerden birinin el kamerası aracılığıyla perdeye taşıyor. Polis şiddetini konu aldığı için eser işletme belgesi verilmediği iddia edilen ve sansürlenmeye çalışılan yapım, festival gösteriminde bugün pek rastlamadığımız türden bir dayanışmaya da sahne olmuştu. O yıl İstanbul Film Festivali’nin ulusal yarışmasında jüri başkanı olan Erden Kıral, filmin yasaklanması durumunda görevinden istifa edeceğini açıklayarak tepkisini ortaya koymuştu. Bugün hâlâ, kendilerinden olana dokunulmadığı sürece ses çıkarmayan, ölüyü oynayan sanatçılar için ibretlik bir tavır.

O yılın Oscar adayları ise Nowhere in Africa (Caroline Link), The Crime of Father Amaro (Carlos Carrera), Hero (Zhang Yimou), The Man Without a Past (Aki Kaurismäki) ve Zus & Zo (Paula van der Oest) olmuştu.


 2003  Uzak (Nuri Bilge Ceylan) Uzak

Eurovision’la karşılaştırılıp gereğinden fazla anlam yüklenen Oscar’la ilişkimizde dengeleri değiştirmese de ilk kez umutlanmamızı sağlayan bir yönetmen, Nuri Bilge Ceylan hayatımıza girdiği için önemli bir dönüm noktası 2002. Cannes’da Jüri Büyük Ödülü’yle taçlanan Uzak, hâlâ eleştirmenlerin “tüm zamanların en iyi yerli filmleri” listelerinde zirveyi kimseye bırakmıyor. Croisette’in sevgilisi hâline gelen Ceylan, filmde sinemaya dair ideallerini yitirmiş bir adamın, taşradan gelen kuzenini İstanbul’daki evinde misafir etmek zorunda kalışı üzerinden gündelik hayatın sıkışmışlığını anlatıyordu. Başyapıt statüsünü bir kenara koysak bile, erken yaşta kaybettiğimiz Mehmet Emin Toprak’ın unutulmaz performansı ve o yıl donmuş Boğaz’ı görmek için bile izlenmesi şart Uzak‘ın.

2003’te Oscar’ın Yabancı Dilde En İyi Film adayları ise The Barbarian Invasions (Denys Arcand), Evil (Mikael Håfström), The Twilight Samurai (Yoji Yamada), Twin Sisters (Ben Sombogaart) ve Želary (Ondřej Trojan) idi.


 2005  Gönül Yarası (Yavuz Turgul) Gönül Yarası

2005, Türkiye’nin Oscar yolculuğunda başka bir dönüm noktası. Çünkü bu tarihten sonra, istisnasız her yıl yarışmaya bir film göndermeye başladık. Yavuz Turgul, Eşkıya’dan sonra ikinci kez Türkiye’yi Oscar’da temsil etti. Meltem Cumbul’un seslendirdiği “Etek Sarı” şarkısıyla hafızalara kazınan Gönül Yarası, Anadolu’nun ücra köşelerinde görev yaptıktan sonra emekli olan bir öğretmenin, maaşı bağlanana kadar bir arkadaşının taksisinde çalışmaya başlamasını ve eski kocasıyla başı belada olan bir türkücüyle yollarının kesişmesini anlatıyordu. Altın Portakal’da büyük ödülü Türev’e (Ulaş İnaç) kaptırsa da gişede yüzü gülmüştü. Seçim sürecinde asıl şaşırtan ise, halkın gönlünde taht kurmuş Babam ve Oğlum yerine tercih edilmiş olması. Ana akım filmlerin öne çıktığı bir dönemde, Turgul’un ve projedeki diğer güçlü isimlerin bu tercihte etkili olup olmadığını düşünmeden edemiyor insan.

O yılın adayları ise Tsotsi (Gavin Hood), The Beast in the Heart (Christina Comencini), Joyeux Noël (Christian Carion), Paradise Now (Hany Abu-Assad) ve Sophie Scholl – The Final Days (Marc Rothemund) oldu.


 2006  Dondurmam Gaymak (Yüksel Aksu) Dondurmam Gaymak

Oscar komitesinden yine duygusal bir seçim. İstanbul ve Adana film festivallerinde Jüri Özel Ödülü alan Dondurmam Gaymak, izleyiciye ülkemizi tanıtma misyonu taşıyan bir tercih gibi hissettiriyor. Yüksel Aksu’nun, oyunculuk deneyimi olmayan yerel isimlerle çektiği film, Muğla’nın bir sahil kasabasında geçiyor ve yönetmeninin deyimiyle tam bir “Ege geyiği”. Büyük markalarla baş edemeyen, köy köy dolaşarak satış yapan bir seyyar dondurmacının hikâyesini anlatıyor. Filmin kendisi kadar, Babazula imzalı müzikleriyle hatırlanması da tesadüf değil.

2006’da aday edilse karşısında The Lives of Others (Florian Henckel von Donnersmarck), After the Wedding (Susanne Bier), Pan’s Labyrinth (Guillermo del Toro), Water (Deepa Mehta) ve Days of Glory (Rachid Bouchareb) gibi güçlü rakipler olacaktı.


 2007  Takva (Özer Kızıltan) Takva

Antalya’da En İyi Film ödülünü Zeki Demirkubuz’un Kader’ine kaptıran Takva, Oscar yolculuğumuzdaki tartışmalı seçimlerden biriydi. Berlin’de FIPRESCI Ödülü’nü kazanan, İstanbul’da ise En İyi Film seçilen yapım; dini inançları kuvvetli olduğu için tarikatın şeyhi tarafından mali işlerin başına getirilen bir adamın, güç sarhoşluğuyla rüyalarında paraya, içkiye ve kadına düşmesini konu alıyor. Türkiye’de siyasi konjonktürün değiştiği, kültürel hegemonyaya da göz dikildiği bir dönemde vizyona girmesi, film ayrıca politik bir ağırlık kazandırmıştı. Ayrılmaz ikili Erkan Can ile Güven Kıraç’ın başrolleri paylaştığı Takva, gittiği her festivalden ödüllerle döndü.

2007’nin Oscar adayı filmleri ise şunlardı: The Counterfeiters (Stefan Ruzowitzky), Beaufort (Joseph Cedar), Katyń (Andrzej Wajda), Mongol (Sergei Bodrov) ve 12 (Nikita Mikhalkov).


 2008  Üç Maymun (Nuri Bilge Ceylan) Üç Maymun

Tarihimizdeki tek Oscar başarısının yaşandığı yıl olan 2008’i konuşmaya geldi sıra. Akademi’nin 2006’dan itibaren başlattığı kısa liste uygulamasında bugüne dek yer alabilmiş yegâne filmimiz Üç Maymun. Cannes’dan aldığı En İyi Yönetmen ödülünün rüzgarıyla yola çıkan Nuri Bilge Ceylan, ikinci kez Türkiye’yi temsil ederken büyük beklenti yaratmıştı. Hatice Aslan ve Yavuz Bingöl’ün başrollerinde olduğu film, muhalefet partisinden aday bir iş insanının trafik kazasının suçunu şoförüne yüklemesini ve sonrasında gelişen ahlaki, siyasi ve kişisel çalkantıları konu alıyor. Türkiye’nin değişen yüzünü yansıtan yapım, NBC’nin filmografisinde bir daha dönmediği bir tema diyebiliriz. Ama bugün bile pek çok sinemacımız 15 sene öncesinin kafa yapısıyla aynı yerlerde dolanmaya devam ediyor.

2008’in adaylarını Departures (Yōjirō Takita), The Baader Meinhof Complex (Uli Edel), The Class (Laurent Cantet), Revanche (Götz Spielmann) ve Waltz with Bashir (Ari Folman) oluşturuyordu.


 2009  Güneşi Gördüm (Mahsun Kırmızıgül) Güneşi Gördüm

Nuri Bilge Ceylan’ın film çekmediği yıllarda Oscar komitesinin yüzünü daha çok ana akım sinemaya döndüğünü görüyoruz. 2009’da da Türkiye’yi temsil etme görevi, yönetmenlik kariyeriyle belli bir izleyici kitlesinde heyecan yaratan Mahsun Kırmızıgül’ün imzasını taşıyan Güneşi Gördüm’e verildi. O dönem filmi, tematik yoğunluğu ve fazlasıyla hevesli sinema dili nedeniyle eleştirmiştik. Ancak bugünden bakıldığında, sinemamızda artık çoğu yönetmenin el sürmeye çekindiği meseleleri korkusuzca işlediğini söylemek gerekiyor. Kırmızıgül’ün başrolü de üstlendiği yapım, Kürt sorunundan transfobiye uzanan geniş bir yelpazede Türkiye’ye dair pek çok konuya değiniyordu. Ayrıca Güneşi Gördüm, 2009’da Recep İvedik 2’den sonra yılın en çok izlenen yerli filmi olmayı başarmıştı.

O yılın adayları ise The Secret in Their Eyes (Juan José Campanella), A Prophet (Jacques Audiard), The White Ribbon (Michael Haneke), The Milk of Sorrow (Claudia Llosa) ve Ajami (Scandar Copti & Yaron Shani) oldu.


 2010  Bal (Semih Kaplanoğlu) Bal

Sinemaseverler nezdinde imajı günden güne yıpranan ve “Saray’ın yönetmeni” olarak anılmaya başlayan Semih Kaplanoğlu, Yusuf Üçlemesi’nin son halkası Bal ile 2010’da Türkiye’yi Oscar’da temsil etti. Susuz Yaz (1964) ve Duvara Karşı’dan (2004) sonra Berlin’de Altın Ayı kazanan ilk Türkiye ortak yapımı olan film, ters kronolojide ilerleyen üçlemede Yusuf’un çocukluğunu anlatıyor. Doğu Karadeniz’in ücra bir köşesinde kayıp babasını arayan, sessiz ve içine kapanık bir oğlan çocuğunun hikâyesini izliyoruz. Kaplanoğlu’nun o yıl Avrupa Film Ödülleri’nde film, yönetmen ve görüntü yönetimi dallarında da yarıştığını not düşelim.

Dünya sinemasının son derece güçlü bir yıl geçirdiği 2010’un Oscar adayları ise In a Better World (Susanne Bier), Biutiful (Alejandro González Iñárritu), Dogtooth (Yorgos Lanthimos), Incendies (Denis Villeneuve) ve Outside the Law (Rachid Bouchareb) oldu.


 2011  Bir Zamanlar Anadolu’da (Nuri Bilge Ceylan) Bir Zamanlar Anadolu'da

Üçüncü kez Oscar yoluna çıkan Nuri Bilge Ceylan, Bir Zamanlar Anadolu’da ile en az Uzak kadar kuvvetli eleştiriler aldı ve doğal olarak büyük umut yarattı. Cannes’da her türden ödülün tadına bakmış olan Ceylan, bu filmle de Jüri Büyük Ödülü’nün sahibi oldu. Muhammet Uzuner, Taner Birsel ve Yılmaz Erdoğan’ı bir araya getiren yapım, Anadolu bozkırlarında gece yarısı gömdüğü cesedi katille birlikte arayan bir grup adamın hikâyesini anlatıyor. Çehov alıntıları ve Sergio Leone göndermeleriyle dünya basınında da yer bulan film, kısa listeye bile kalamadığı için sanırım en çok üzüldüğümüz adayımız oldu.

O yılın Oscar adayları arasında A Separation (Asghar Farhadi) başta olmak üzere, Bullhead (Michaël R. Roskam), Footnote (Joseph Cedar), In Darkness (Agnieszka Holland) ve Monsieur Lazhar (Philippe Falardeau) yer alıyordu.


 2012  Ateşin Düştüğü Yer (İsmail Güneş) Ateşin Düştüğü Yer

Yabancı film kategorisine ilginin giderek arttığı, Türkiye’nin ise kendi içinde karanlık bir dönüşümden geçtiği yıllarda seçimlerimiz de tuhaflaşmaya başlamıştı. Yerli sinema açısından oldukça zayıf bir yıl denilebilecek 2012’de Türkiye’nin Oscar temsilcisi, Emin Alper imzalı Tepenin Ardı değil, İsmail Güneş’in yönettiği Ateşin Düştüğü Yer oldu. Film, 16 yaşında hamile kalan kızına “ceza” vermekle merhamet göstermek arasında sıkışıp kalan bir babanın hikâyesini anlatıyor. Antalya’da ön elemeyi geçemeyen, Adana’dan ödülsüz dönen yapım, Montreal’de kimsenin ilgilenmediği bir festivalden aldığı ödül sonrası tartışmalar yarattı. Bugünden bakıldığında, kültürel bir etkileri olmadığı için kuduran kalabalığın galeyanı gibi görünüyor bu tartışma. Kaldı ki film, töre temasını daha önceki pek çok örnek gibi yine aynı didaktiklikle, üstelik Batılı izleyiciye izah edercesine ele almanın tipik bir örneği. Ne gişede ne de eleştirmen nezdinde karşılık bulabilen film, sessizce tarihin tozlu sayfalarına karıştı.

2012’de adaylar Amour (Michael Haneke), Kon-Tiki (Joachim Rønning & Espen Sandberg), No (Pablo Larraín), A Royal Affair (Nikolaj Arcel) ve War Witch’den (Kim Nguyen) oluşuyordu.


 2013  Kelebeğin Rüyası (Yılmaz Erdoğan) Kelebeğin Rüyası

Akademi üyelerine özel gösterimler düzenleyerek adaylık şansını kovalayan filmlerimizden biriydi Kelebeğin Rüyası. Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği dönem filmi, II. Dünya Savaşı sırasında Zonguldak’ta yaşayan genç şairler Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun hayatını konu alıyordu. Kıvanç Tatlıtuğ ve Mert Fırat’ın başrollerini paylaştığı yapım, 2013’ün en çok gişe yapan yerli filmlerinden biri olmayı başardı. Sinemamızın iddialı yönetmenlerinden birinin o sene bir eseri olmaması sebebiyle Oscar komitesinin tercihini bir kez daha ana akıma kaydırdığı söylenebilir.

O yılın aday listesi ise The Great Beauty (Paolo Sorrentino), The Broken Circle Breakdown (Felix van Groening), The Hunt (Thomas Vinterberg), The Missing Picture (Rithy Panh) ve Omar (Hany Abu-Assad) gibi güçlü ve iddialı yapımlardan oluşuyordu.


 2014  Kış Uykusu (Nuri Bilge Ceylan) Kış Uykusu

Nihayet Altın Palmiye’yi kazanarak Cannes’daki ödül serisini tamamlayan Nuri Bilge Ceylan, dördüncü kez Türkiye’yi Oscar yolunda temsil etti. Çehov’un Kadın isimli öykü kitabı ve Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler romanından alıntılarla oluşturduğu serbest uyarlamada Kapadokya’daki bir dağ oteline uzanmış ve unutamadığımız NBC karakterleriyle tanışmıştık. Haluk Bilginer, Melisa Sözen ve Demet Akbağ’ın kariyer performanslarıyla hafızalara kazınan yapım, genel izleyici tarafından da Ceylan’ın en çok benimsenen filmi oldu. César’da Yabancı Film adayları arasında yer almasına ve Avrupa Film Ödülleri’nde film, yönetmen ve senaryo dallarında adını duyurmasına rağmen, ne yazık ki Akademi kısa listesine kalmayı başaramadı.

O yıl Ceylan’ın yokluğunda Akademi adayları ise Ida (Pawel Pawlikowski), Leviathan (Andrey Zvyagintsev), Tangerines (Zaza Urushadze), Timbuktu (Abderrahmane Sissako) ve Wild Tales (Damián Szifron) oldu.


 2015  Sivas (Kaan Müjdeci) Sivas

Venedik’te ana yarışmaya girerek gururlandıran Sivas, festivalden Jüri Özel Ödülü ile dönmesinin ardından Türkiye’nin Oscar adayı olarak yola çıktı. Kaan Müjdeci’nin ilk uzun metrajlısı, küçük bir çocuğun köpek dövüşlerinde yaralanan bir kangalla kurduğu güçlü bağı merkeze alıyordu. Ancak film, Venedik prömiyerinin ardından bu dövüş sahnelerini yargısız bir biçimde perdeye taşıması nedeniyle eleştirilere hedef oldu. Müjdeci’nin ilerleyen yıllarda, Adalar’daki fayton krizini işleyen Hamlet dizisini çekmiş olması da dikkat çekici bir ayrıntı. Bir küçük not daha; Sivas’ta ve sonrasında İguana Tokyo’da birlikte çalıştığı editör Yorgos Mavropsaridis, Yunan auteur Yorgos Lanthimos’un filmlerini de kurguluyor.

O yıl Akademi’nin aday listesi ise Son of Saul (László Nemes), Embrace of the Serpent (Ciro Guerra), Theeb (Naji Abu Nowar), A War (Tobias Lindholm) ve ne yazık ki Mustang‘den (Deniz Gamze Ergüven) oluşuyordu.


 2016  Kalandar Soğuğu (Mustafa Kara) Kalandar Soğuğu

Asya Pasifik Sinema Ödülleri’nde En İyi Film seçilen Kalandar Soğuğu, Emin Alper’in Abluka’sı yerine Oscar’a gönderildiği için benim kişisel olarak eleştirdiğim tercihlerden biriydi. TRT’nin ortak yapımcıları arasında yer aldığı film, Karadeniz’in bir dağ köyünde ailesiyle yaşayan bir adamın günlük yaşamına odaklanıyordu. Başrol oyuncusu Haydar Şişman’a Antalya ve İstanbul film festivallerinden ödül kazandıran yapımın, Oscar komitesi tarafından hangi motivasyonlarla seçildiğini kestirmekse benim adıma hâlâ çok güç. Çünkü bu seçim de Asya Pasifik’teki başarıdan önce yapıldı.

O yıl Akademi’nin adayları ise The Salesman (Asghar Farhadi), Toni Erdmann (Maren Ade), A Man Called Ove (Hannes Holm), Land of Mine (Martin Zandvliet) ve Tanna (Martin Butler & Bentley Dean) oldu.


 2017  Ayla (Can Ulkay) Ayla

Başımıza Mustafa Uslu ve Yiğit Güralp’ı saran Ayla, 2017 yılının Recep İvedik 5’ten sonra en çok gişe yapan filmi olsa da, Oscar tarihimiz açısından utanç verici bir seçim olarak kayda geçti. Pelin Esmer’in İşe Yarar Bir Şey’ini izlediğimiz bir yılda, Oscar oyununu pek de anlamayan ve anlamayacağa benzeyen bir komite tarafından ana akımın güvenli limanı olacağı düşünülerek gönderildi. Uslu ve ekibinin aday olmayınca, “Türkiye’ye hakaret etmemizi istediler; ama etmedik. O yüzden aday olamadık.” gibi zekâmıza hakaret eden açıklamalarını da hâlâ unutabilmiş değilim.

2017’de yabancı film dalında ise gerçekten güçlü bir yarış vardı: A Fantastic Woman (Sebastián Lelio), Loveless (Andrey Zvyagintsev), The Square (Ruben Östlund), On Body and Soul (Ildikó Enyedi) ve The Insult (Ziad Doueiri) Akademi tarafından aday edildi.


 2018  Ahlat Ağacı (Nuri Bilge Ceylan) Ahlat Ağacı

Sundance’ten ödülle dönen Kelebekler yerine Nuri Bilge Ceylan, beşinci kez Oscar yolcusu oldu Ahlat Ağacı ile. Doğu Demirkol’u hayatımıza soktuğu için bu filme ve Ceylan’a hâlâ biraz dişim keskin olsa da, Oscar özelinde yanlış bulduğum karara şaşırmıyorum. Sonuçta komite Türkiye’nin uluslararası alanda en tanınan yönetmeninin filmini seçti. NBC’nin Cannes’daki ödül zincirinin duraksadığı yapım, üniversite sonrası doğduğu kasabaya dönen, yazdığı kitabı bastırmaya çalışan fakat babasının borçlarıyla boğuşan bir gencin hikâyesini anlatıyor. Filmde Demirkol’a Murat Cemcir, Bennu Yıldırımlar, Hazar Ergüçlü ve Serkan Keskin eşlik ediyor.

2018’de yabancı film dalında yarış ise yıldızlar geçidiydi. Roma (Alfonso Cuarón), Shoplifters (Hirokazu Kore-eda), Cold War (Pawel Pawlikowski), Never Look Away (Florian Henckel von Donnersmarck) ve Capernaum (Nadine Labaki) aday oldu.


 2019  Bağlılık Aslı (Semih Kaplanoğlu) Bağlılık Aslı

Yakın dönemin en çok tartışılan seçimlerinden biri 2019’da yaşandı. Daha önce Bal ile de Türkiye’yi Oscar’da temsil eden Semih Kaplanoğlu’nun, Saray ile olan yakın ilişkileri sayesinde yeniden seçildiği iddiaları o dönem gündemi hayli meşgul etti. Seçim öncesi komite haricinde kimsenin izlemediği, hatta varlığından dahi haberdar olmadığı filmin bir anda damdan düşer gibi belirlenmesi, komiteyi ve süreci sertçe eleştiren pek çok sinemacı ve eleştirmenin tepkisini çekti. Kaplanoğlu’nun yeni bir üçlemenin ilk halkası olarak çektiği Bağlılık Aslı, doğum sonrası iş hayatına dönmeye hazırlanan bir kadının hayatına ve sırlarına odaklanıyor.

O yıl Oscar’da yarışan beşli de yine çok güçlüydü: Parasite (Bong Joon-ho), Pain & Glory (Pedro Almodóvar), Corpus Christi (Jan Komasa), Honeyland (Tamara Kotevska & Ljubomir Stefanov) ve Les Misérables (Ladj Ly).


 2020  7. Koğuştaki Mucize (Mehmet Ada Öztekin) 7. Koğuştaki Mucize

Pandemi nedeniyle epey sekteye uğrayan sezonda, gösterimlerin yapılamaması komiteyi sınırlı bir seçenek havuzuyla baş başa bıraktı. Bu ortamda, gişede büyük başarı elde etmiş bir Güney Kore filmi uyarlaması olan 7. Koğuştaki Mucize, Türkiye’nin Oscar adayı olarak belirlendi. Aras Bulut İynemli’nin başrolünde yer aldığı film, pandemiden önceki yılın en çok izlenen yapımı olmuş, tüm zamanlar listesinde de dördüncü sıraya yerleşmişti. Sonrasında Netflix’te de yayınlanarak uluslararası bir izleyici kitlesine ulaştı. Ancak, kendi dönemine ait olmayan, daha eski bir anlatım dilini tercih ettiği için Akademi’den karşılık beklemek gerçekçi değildi zaten. Seksenli yıllarda geçen hikâye, 7 yaşındaki kızıyla aynı zekâ yaşına sahip bir babanın adalet arayışını merkeze alıyor.

2020’nin aday listesi ise şöyleydi: Another Round (Thomas Vinterberg), Better Days (Derek Tsang), Collective (Alexander Nanau), The Man Who Sold His Skin (Kaouther Ben Hania) ve TRT ortak yapımı Quo Vadis, Aida? (Jasmila Žbanić).


 2021  Bağlılık Hasan (Semih Kaplanoğlu) Bağlılık Hasan

Cannes’ın Belirli Bir Bakış bölümünde gösterildiği için, bir önceki Bağlılık filminin yarattığı gürültüyü koparamayan Bağlılık Hasan’ın, Okul Tıraşı yerine Oscar’a gönderilmesi, yakın tarihte komitenin işlediği en büyük suçlardan biri olarak anılabilir. Hayatımda yalnızca bir kez katıldığım Antalya Film Festivali’nde, o yıl tüm yarışma filmlerini izledim (Buna Birlikte Öleceğiz faciası da dâhil.), fakat Kaplanoğlu’nun gösterimine uğramamıştım. Ne de doğru yapmışım… Raf ömrü çoktan dolmuş, aklı başında seyirci için kıymetini yitirmiş yönetmen, üçlemesinin bu ayağında Mekke’ye hac yolculuğuna hazırlanan bir çiftçinin hikâyesini anlatıyor.

Uluslararası Film kategorisinde ise çıta giderek yükseliyor. Şu adaylara bakar mısınız: Drive My Car (Ryusuke Hamaguchi), The Worst Person in the World (Joachim Trier), Flee (Jonas Poher Rasmussen), The Hand of God (Paolo Sorrentino) ve Lunana: A Yak in the Classroom (Pawo Choyning Dorji).


 2022  Kerr (Tayfun Pirselimoğlu) Kerr

Türkiye’nin son çeyrek yüzyılındaki karanlığı masaya yatıran Emin Alper imzalı Kurak Günler’in seçilmemesi üzerine fazla söze gerek yok aslında. O yıl başvuran Bandırma Füze Kulübü ya da Bergen’in bile daha yüksekti seçilme ihtimali muhtemelen. Yine de Semih Kaplanoğlu filmlerini Oscar’a gönderecek kadar konudan bihaber isimlerin bir araya geldiği komite, bu kez Kurak Günler’den sonraki en sağlam alternatifi seçti başvurulardan: Kerr. Antalya ve İstanbul film festivallerinde gösterilen Tayfun Pirselimoğlu imzalı film, babasının cenazesi için memleketine dönen bir adamın kendini beklenmedik ve absürt durumların ortasında bulmasını anlatıyor.

O yılın yarışında bitiş çizgisini gören yapımlar All Quiet on the Western Front (Edward Berger), Argentina 1985 (Santiago Mitre), Close (Lukas Dhont), EO (Jerzy Skolimowski) ve The Quiet Girl (Colm Bairéad) oldu.


 2023  Kuru Otlar Üstüne (Nuri Bilge Ceylan) kuru otlar üstüne

Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan ve Türkiye prömiyerini Adana Film Festivali’nde yapan Kuru Otlar Üstüne, Nuri Bilge Ceylan’ın ülkemizi Oscar’da temsil eden altıncı filmi oldu. ABD’de Sideshow/Janus gibi konuya hâkim bir dağıtımcıya sahip olması, bu kez ilk 15’e kalma ihtimali için biraz daha fazla umut yaratsa da NBC kısa listeye bile giremedi. Başrollerini Deniz Celiloğlu, Merve Dizdar ve Musab Ekici’nin paylaştığı film, Doğu Anadolu’nun ücra bir köyünde zorunlu görev yapan ve İstanbul’a atanma hayalleri kuran bir öğretmenin hikâyesini merkezine alıyor. Bu arada, katıldığım tek SİYAD Ödülleri töreni olduğu için anmadan geçemeyeceğim; Kuru Otlar Üstüne beklendiği gibi geceye damga vurdu ve aday olduğu 11 kategoriden 9’unda ödül kazandı.

2023 Oscar yarışında ise adaylıkları alan beş film şunlardı: The Zone of Interest (Jonathan Glazer), The Teachers’ Lounge (İlker Çatak), Io Capitano (Matteo Garrone), Society of the Snow (J.A. Bayona) ve Perfect Days (Wim Wenders).


 2024  Hayat (Zeki Demirkubuz) hayat

Sinemasından çok, sadık izleyicisinin sosyal medyada yarattığı gürültü ve eski dostu Nuri Bilge Ceylan’la tek taraflı polemikleriyle gündemde olan Zeki Demirkubuz, 2024’te ilk kez Türkiye’yi Oscar’da temsil etti. Halı saha maçları dışında hiçbir şeyi umursamıyor gibi görünen yönetmenin ellerinden çıkma Hayat’ın, Nehir Tuna’nın Yurt‘u yerine seçilme sebeplerini bulma işini ise sizlerin takdirine bırakıyorum. Her Demirkubuz filminde olduğu gibi merkezde yine saplantılı bir ilişki  var. Başrollerinde Miray Daner, Burak Dakak, Umut Kurt, Melis Birkan ve Cem Davran’ın yer aldığı yapım, Antalya Film Festivali’nin sansür tartışmaları nedeniyle iptal edilmesinin ardından prömiyerini Filmekimi kapsamında yaptı.

2024’te ise adaylar I’m Still Here (Walter Salles), Emilia Pérez (Jacques Audiard), Flow (Gints Zilbalodis), The Girl with the Needle (Magnus von Horn) ve The Seed of the Sacred Fig (Mohammad Rasoulof) filmlerinden oluşuyordu.


 2025  Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri (Murat Fıratoğlu) Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri

Ve geldik bu yıla… 15 Mart’ta dağıtılacak 98. Akademi Ödülleri’nde bizi temsil etmesi için, Venedik’in yan seçkisi Orizzonti’de gösterilip Jüri Özel Ödülü’nü alan ve Adana’da da En İyi Film ödülüne layık görülen Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri seçildi. Yönetmenliği ve senaristliğiyle birlikte başrolü de üstlenen Murat Fıratoğlu imzalı yapım, bir tarım işçisinin parasını ödemeyen patronunu öldürmek için öfkeden gözü dönmüş bir şekilde gün boyunca oradan oraya süren yolculuğunu anlatıyor. Startı henüz verilen uluslararası film yarışında Fıratoğlu ve Hemme’ye başarılar diliyoruz.


Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin