Eleştiri
Suçüstü – Caught Stealing: Aronofsky’nin Pusulası Yine Kayıp

CAUGHT STEALING (Suçüstü) | Yönetmen: Darren Aronofsky | Oyuncular: Austin Butler, Regina King, Zoë Kravitz, Matt Smith, Liev Schreiber, Vincent D’Onofrio, Benito Martinez Ocasio, Griffin Dunne, Carol Kane, Yuri Kolokolnikov, Nikita Kukushin, D’Pharaoh Woon-A-Tai, Laura Dern | Senaryo: Charlie Huston (uyarlama & roman) | ABD | 107′ | Suç, Gerilim, Komedi
Doksanlarda yapılan “umut vaat eden yönetmenler” listelerinin değişmez ismi Darren Aronofsky, Natalie Portman’a hak edilmiş bir Oscar kazandıran Black Swan’dan beri kariyerinde akıl almaz tercihler yapıyor. Bu yıl Suçüstü adıyla vizyona giren Caught Stealing, belki The Whale ya da mother! kadar utanç verici bir iş değil; ancak böylesine dağınık bir senaryonun Aronofsky’yi cezbetmiş olmasını anlamakta yine zorlanıyoruz. Charlie Huston’ın 2004 tarihli romanından, bizzat Huston tarafından uyarlanan filmde Austin Butler’ı New York’ta barmenlik yapan, beyzbola ve alkole düşkün, bir kazayla hayatı bütünüyle değişmiş eski bir sporcu olarak izliyoruz. Butler’ın karizmasına denk düşen Zoë Kravitz ise zeki bir o kadar da baştan çıkarıcı sağlık görevlisi sevgilisini canlandırıyor. Sıradan bir mesainin ardından eve dönen Hank (Butler), komşusu Russ’ın (Matt Smith) babasının hastalığını bahane ederek İngiltere’ye gitmesi üzerine, onun kedisine bakmayı kabul ediyor. Ne var ki ertesi gün kedi maması almak için Russ’ın dairesine girmeye çalışırken, Russ’ın borçlu olduğu iki Rus tarafından ölümüne dövülüyor. “Beterin beteri vardır” sözünü doğrularcasına ilerleyen film, bu noktadan sonra tek böbrekle kalan Hank’i daha da büyük olayların içine, cellatlığı hobi edinmiş Hasidiklere dek sürüklüyor.
Aronofsky’nin kariyerinin başladığı doksanların sonunu mesken tutan Caught Stealing, kart veren polis memurları, üflesen yıkılacak ahşap sokak kapıları, biraz açık kalınca buz tutan buzluklar, kapaklı cep telefonları ve hayatın henüz bir ekrana bağlı olmadığı canlılığıyla görsel olarak bizi artık epey geride kalmış bir dekada taşımaya çalışıyor. New York’un son yirmi yılda hızla değişen yüzü de geçmişin izleriyle yeniden kuruluyor, böylece arka plan daha da belirginleşiyor. Film yalnızca zaman ve görsel kimlik açısından değil, anlatı tercihleriyle de doksanların suç filmlerinden izler taşıyor. Ana karakterin bir anda içine düştüğü ölümcül çıkmazın sıradanlığında, o döneme özgü baş döndürücü bir tempo ve kana, şiddete, paslı bir gerçekliğe duyulan iştah mevcut. Tıpkı eski Aronofsky filmlerinde olduğu gibi, Caught Stealing de “ne olduğundan” çok “nasıl algılandığına” odaklanan bir yapım denilebilir.

Martin Scorsese’nin eşsiz başyapıtı After Hours’dan taşıdığı izleri saklamayan Aronofsky, başka bir zamandan gelip bugün için müzik yapan Idles’la da el sıkışarak filmin atmosferini iyice belirginleştirmiş. The Whale’da da birlikte çalıştığı Rob Simonsen ile Mercury ve Grammy adayı grubun iş birliği, tona dair akıllarda kalabilecek soru işaretlerini silip süpürüyor. Peki tüm bu titizlik ve kağıt üzerinde doğru görünen tercihlere rağmen filmin işlemiyor olması sürpriz mi? Elbette hayır. Caught Stealing’in beklenmedik cinayetler ve kanlı kazalarla ilerleyen senaryosu, dinamizmine rağmen akış sorunlarıyla boğuşuyor. Ekrandaki her karakterin kader çizgisiyle dramatik bir şekilde oynamayı seçen hikâye ağır aksak ilerliyor. Hank’in fiziksel ve duygusal yaralarına gerektiği kadar odaklanmazken, buna rağmen gereksiz yere oyalanmış gibi de hissettiriyor. Bu durağanlık, olayların şok edici niteliğinin fazlalığından kaynaklanan bir bağışıklık da değil üstelik. Daha çok kameranın neye baktığını, hatta nereyi çekmesi gerektiğini bilmezmişçesine dolaşmasından ileri geliyor.
Austin Butler’ın bir filmi tek başına taşıyabileceğine dair hiç şüphem yok. Perdeden taşan, kolay kolay rastlanmayan bir star ışığına sahip. Yalnız Caught Stealing’in Hank’i için doğru tercih olup olmadığı konusunda soru işaretlerim var. Çünkü bir noktadan sonra filmde başka hiçbir karakterin önem taşımadığını, herkesin birer dekor unsuruna indirgenip Butler’ın varlığını parlatmaya hizmet ettiğini fark ediyoruz. Evet, bakması, takip etmesi, kendimizi yerine koyup nefessiz kalması keyif veren bir aktör olduğu kesin. Ancak Hank karakteriyle kuramadığımız empati, sayısı gereğinden fazla olan flashbacklere ve annesiyle yapılan günlük telefon konuşmalarına rağmen aşılamıyor. Neticede Hank’i değil, Butler’ı destekliyoruz. Gözlerinden taşan korku, tüm manevralarını değiştiren şüphe, ölümün kokusunu aldığı anda geriye çekilme refleksi yerli yerinde olsa da, film ana karakterinin astarıyla yıldızını saklamaya çalışırken ciddi biçimde tökezliyor.

Takip etmesi kolay, öykündüğü dönem sinemasının tüm kara komedi karakteristiklerine sahip Caught Stealing, buna rağmen amaçsızlığını gizleyemiyor. Belki sınırları titizlikle çizilmiş bir alt türde egzersiz yapmak istemesi anlaşılabilir, masaya yeni bir şey getirmeme arzusu da kabul edilebilir. Ama öyleyse en azından yapılanın en iyisi olması gerekir ki film tam da burada sınıfta kalıyor. Ne çok iyi bir suç filmi, ne özgün bir senaryosu ya da karakterleri var, ne de bütün bunları unutturacak kadar çarpıcı bir rejisi. Aronofsky, tıpkı bir önceki felaketi The Whale gibi, elinde cetvel ve kalemle yalnızca lineer çizgileri takip ediyor. Bu tekdüzelikte, hikâyenin sayısız “twist”i arasında bağ kuramaması ve orantısız parçaları bir araya getiremeyip seyircinin önüne koyması hiç şaşırtıcı değil.

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.