Dizi Eleştirisi
Enfes Bir Akşam (1. Sezon): Bir Netflix Faciası Daha
ENFES BİR AKŞAM | Yaratıcı: Meriç Acemi | Oyuncular: Engin Akyürek, Aslı Enver, Dolunay Soysert, İsmail Demirci, Serkan Altunorak, Taro Emir Tekin, Selin Şekerci, Sedef Avcı, Zeynep Oymak, Armağan Oğuz, Ahmet Utlu | 36~51′ | Netflix
Netflix’in artık Türkiye için dizi yapmadığını hepimiz biliyoruz. Çark bambaşka motivasyonlarla dönüyor. 2025’te hâlâ töre dizisi çeken zihniyetin kendini liberal sanan versiyonu olarak özetlenebilir. İşin garibi, bizim için yapılmıyor olmasına rağmen yine ulusal kanallarda aynı rolleri defalarca oynamış, yetenekleri köreltilmiş oyuncular katalogundan isimlerle dolduruyorlar kadroyu. Demek ki Latin Amerika ve Ortadoğu’da gerçekten de bu yüzlerin Instagram fotoğraflarını beğenmekle kalmayıp, onları tüketim nesnesi hâline getirecek kadar aktif kitleler var. Yapay zekâ tarafından yazılmışçasına hayat belirtisinden yoksun Enfes Bir Akşam, yeni ve eski paranın karşılaşmasını, bu çatışmanın içindeki tutkunun aşka dönüşmesini anlatıyor. Yalnız olaylar İstanbul’da geçiyor olmasına karşın, anlatılan dünyanın Türkiye’yle pek ilgisi yok. Yeni paranın günümüz Türkiyesi’nde nasıl bir kimlik kazandığına, ülke konjonktüründeki karşılığına dair bilinçli bir biçimde bilinçsiz, neredeyse kabahat sayılacak ölçüde apolitik karakterler yazılmış. Öyle ki “yeni para”, 99 depreminde ebeveynlerini kaybeden üç çocuğun, öğretmenleri tarafından evlat edinilip dişleriyle tırnaklarıyla kazıya kazıya yarattıkları bir krallık olarak karşımıza çıkıyor.
Şehrin arka plana CGI ile eklense muhtemelen daha az yapay duracağı anlatısında, bir asırdan fazladır varlıklı bir hayat süren ailenin batma noktasına gelmesi için çalışmış “yeni para” bu kez görkemli yalılarına göz dikiyor. Yalnız, Kimler Geldi Kimler Geçti’nin dünyasına da pek yaraşacak Aslı Enver’in canlandırdığı esas kızımız, kartları çevirerek kontrolü eline almaya çalışıyor. Bundan sonrası tam anlamıyla bir müsamere tadında. Akbil basmak ve küfür etmenin, parayı sonradan edinmiş halk tipi zengin tarafından romantize edildiği, drink ısmarlamak ve “laps diye araya girmek” gibi tabirler içinde aksansız İngilizce konuşma gayretinin zirve yaptığı şahısların da ayrıcalıklı büyümüşler klasmanında sayıldığı bir garip manzara. Enfes Bir Akşam bu kontrastı gizlemeye de yeltenmiyor zaten. Seyircisinin aptal olduğundan o kadar emin ki dizi, “sizler-bizler” diye ayrıştıra ayrıştıra iki tip zengini de yüksek sesle tanımlamayı ve sınırları çizmeyi asla ihmal etmiyor. Hele bir “kolejli” muhabbeti var ki, akıllara zarar.
Bir parodiye bile yakışmayacak kadar uyduruk tiplemeler dört bir yana dağılmış durumda. Zaten öve öve bitirilemeyen ana karakteri Osman’ı (Engin Akyürek) bir arzu nesnesine dönüştürememesiyle dizi en baştan kaybediyor. Belki elini göğsüne gözlüğünü almak için değil de kalbinin üstüne iki kez vurarak, son yirmi yılda türemiş kısa pantolonlu, nargile bağımlısı ekibe bir gönderme yapsa bu görmezden gelinebilir, ama yok. Ne bugünle bir bağlantısı var, ne de aşkında bir inandırıcılık. Üç kardeşin (Akyürek, İsmail Demirci ve Taro Emir Tekin) ve başlarındaki abla/anne/öğretmen figürü (Dolunay Soysert) etrafında dönen hikâye, ne yaparlarsa yapsınlar özlerini geride bırakamadıklarını göstermek isterken birini şarkıcıya, diğerini şirketindeki bir yöneticiye, üçüncüsünü de ne olduğu belirsiz bir elemana yamayarak ilerliyor. Böyle bir senaryodan ne beklenebilir ki zaten? Bu projenin nasıl sermaye bulduğu kadar, bu oyuncuların nasıl olup da böyle bir tekste “evet” dedikleri de konuşulmalı. Bakın, sebepleri bulunmalı demiyorum. Zaten her şey ayan beyan ortada. Ama yüksek sesle, tekrar tekrar konuşmak şart.
Dizinin hiçbir noktasındaki duruşla örtüştüremediğim yabancı müzik kullanımıyla da boğulan Enfes Bir Akşam’ın, vermesi gereken sayısız Türkiye tarihi ve sosyoloji sınavı var, orası kesin. Ama reji tercihleriyle birlikte bırakın sekiz bölümü yalnızca 50 dakikalık açılışı bile düşündüğümüzde, bir dramaturji dersine ihtiyaç duyulduğu da aynı ölçüde açık. Altında, Netflix’e geçtiği günden beri Ezel’i unutturan, bir zamanlar pek kıymet verdiğimiz yönetmen Uluç Bayraktar ile 1 Erkek 1 Kadın’ın ardından Netflix evreninde yolunu kaybetmiş senarist Meriç Acemi’nin imzası var. Ama sonuç ortada. Bütün ilişki kodları Batı’dan aparma, İstanbul’u gösterme biçimi dünyanın en güzel şehrini bile çirkin gösterecek kadar demode, yerli dizilerin sayısız kez set olarak kullandığı evlerin artık canı çıkmış ruhuyla bizi oyalamaya kalkan, bütçesini küstahça havaya savuran bir iş bu. Sektörün tüm bileşenleri adına söylüyorum, bu yapılan dizilerin her biri salt ihanet. Kültürel etkisi olmayan ve Netflix listelerinde bir haftalık üne bile zor ulaşan projelerinizle, sesi herkes tarafından duyulmayı hak eden kalemlerin, artık önü açılması gereken yönetmenlerin, oyuncuların, adını henüz öğrenemediğimiz yeteneklerin fırsatlarını çalıyorsunuz. Üretenin şahsına da değil, böyle hikâyelere geçit verenlere, bu projeleri “yapılmaya değer” bulanlara lafım. Zihniyetlerinizin değişmeyeceği zaten belli. O yüzden sizleri bu endüstriden kazıyıp kurtulana kadar bize uyku yok.