Takip et

TV

Suçlu Zevk Molası: Biraz da Reality TV Konuşalım

tarihinde yayınlandı.

Ödül sezonunu çevrimiçi takip etme maceramın dökümantasyonu olarak başlayıp hem harika, hem de bir o kadar tatsız şeylere vesile olan Oscar Boy’da harika bir yıl geçiriyoruz açıkçası. 16 yıllık serüvende, hem de tek yazarlı bloglar hiç okunmuyorken, en çok okura ulaştığım yıl oluyor 2025. Ben de bu emeğimi gören ilginizi karşılıksız bırakmamak için deli gibi çalışmaya devam ediyorum. İzlediğim her şeyi bir göreve dönüştürüp siteye taşıma çabamın üstüne bugün yeni bir şey ekliyorum: Reality TV sohbeti!

Her fırsatta reality yapımlarla, daha doğrusu yarışma programlarıyla kurduğum ilişkiden bahsediyorum aslında. Yatmadan önce günü kapatırken kafamı boşaltmak için bağımlı gibi tükettiğim, filmlerin dizilerin ağırlığından fenalık geçirdiğimde sığındığım limanlarım hepsi. İnsanları okyanusa eşofmanla sokmaya kadar giden, bütün yapısı “Yeni Türkiye”nin çirkin mi çirkin yüzüne uyum sağlamış Acun Ilıcalı yarışmalarına da göz ucuyla bakıyorum hatta. Gastronomi sevdam beni MasterChef‘i tam zamanlı izlemeye ikna edemese de, Somer Şef’in hızlı konuştuğunda tıkandığına ve Çağatay’ın bugüne kadar izlediğim en itici televizyon villainlarından biri olduğuna gayet hakimim.

Ben biraz ulaşılması kolay olmayan, hatta VPN’li seanslar gerektiren ama bağlandınız mı içinizden çıkamadığınız yapımlardan konuşacağım bugün. Bunların hepsine nasıl yetiştiğimi sizlere oldum olası bir ev insanı olmamla ve 35’imi geçtikten sonra iyice eve bağlanmamla açıklamak isterdim ama ekran bağımlılığımda oyun, Instagram ya da online alışveriş bulunmuyor. Çoğunluğun o alanlara harcadığı vakti reality show’lara yatırıyorum diyeyim. Özetle, alkolüm yok, kumardan nefret ediyorum; ama reality sevdam var dostlarım. Sizleri de bu alışkanlığıma ortak etmek için, izlediğim her yapımı değil, şu an devam edenleri konuşacağım. Bakarsınız ilginizi çeker…

The Real Housewives of London

The Real Housewives of London

Aylık 30, yıllık 265 TL gibi komik bir fiyata Türkiye’den de kolayca üye olabileceğiniz Hayu, Andy Cohen’in ABD’de Bravo TV’de kurduğu krallıktaki bütün Real Housewives serilerini izleme imkânı sunuyor. Benim bu evrene girişim epey geç oldu ama iyi ki de olmuş. Drag kızım Okan Methyd’ın yıllardır ısrarla tavsiye ettiği bu birbirinden zengin, deli ve televizyon için doğmuş hanımları izlemeyi neden erteledim, hâlâ bilmiyorum. Bu marka takıntılı, gösteriş meraklısı ve düpedüz sonradan görme ikoniçelere Londra serisiyle başlamak pek mantıklı sayılmaz, seriler arasında bir bağlantı bulunmasa da. Ama sebep oldu diyelim. Bittiği gibi Beverly Hills’e geçeceğim zaten.

“You live in the rat infested part of London… Back to Paddington!” repliğini hayatıma katmasının ardından, çeperlerde yaşadığı ilçenin merkezine 10 km uzaklıkta oturan eski tanıdıklarımla dalga geçmenin yeni yollarını keşfettim. Ayrıca arkadaşlarımı bir kaleye/şatoya/saraya götürürsem her şeyi karşılayıp 50 GBP’lik hesaplarına elimi sürmemem hâlinde başıma gelebileceklerin fragmanını da görmüş oldum. Ciğerleri beş para etmeyen eski kocalarının paralarını mideye indiren Amanda’ya bayılıyorum! Panthea’nın zorla ana karakter olma çabaları, iki Juliet’in abartıları, Nessie’nin silikliği ve Karen’ın bela arayışı arasında parıl parıl parlıyor kraliçe.


The Celebrity Traitors

The Celebrity Traitors

Giray Altınok’un sunacağı bir formatla Belçika’da çekilip Prime Video’ya gelecek olan The Traitors, son beş yılın globaldeki en fenomen reality projelerinden biri. Kabaca açıklamak gerekirse, köylü vampir oyununun büyük ölçekli, görevlerle zenginleştirilmiş bir televizyon versiyonu. Hollanda’da başlayıp Birleşik Krallık’a sıçrayan, oradan tüm Anglosakson ülkelerini turlayan bu format, Drag Race’in Emmy’deki uzun galibiyet serisini de sonlandırarak tahta oturdu. Ben bu satırları yazarken Birleşik Krallık’ın ilk ünlülü versiyonu oynuyordu. Yakında zevkle takip ettiğim Kanada da üçüncü sezonuyla geri dönecek.

The Celebrity Traitors’ı, daha yalnızca iki bölümü yayımlanmışken bile, muhtemelen tüm zamanların en iyi Traitors sezonlarından biri yapacağını tahmin ettiğim şey İngilizler’in kibarlığından ve dil hâkimiyetinden geliyor. Kasting de çok yerinde. Stephen Fry, Alan Carr, Celia Imrie, Tom Daley, Paloma Faith… Sadece Birleşik Krallık’ta değil, dünya çapında tanınan isimleri şatoya toplamışlar. ABD’de olduğu gibi reality şöhretine ulaşmış olanları değil, gerçekten tanınan ve Traitors standartlarında pek kalifiye ünlüleri getirmişler. Sırf Alan Carr’ın geçen sezonun Linda’sını hatırlatan tavırları için bile izlemeniz lazım.


The Great British Bake Off

The Great British Bake Off

İngiliz televizyonlarının vazgeçilmezlerinden biri de The Great British Bake Off. Digiturk üyesiyken keşfedip kısa sürede bağımlısı olduğum bu programı diğer aşçılık/pastacılık yarışmalarından ayıran şey, herhangi bir reality yapımcısı dokunuşu barındırmaması. Kibarlığın, mertliğin ve çalışkanlığın kazandığı bu çadır, her sezon sadece birbirinden yetenekli pastacılarla değil, örnek insanlarla da tanıştırıyor bizi. Bir tanesi mi kötü niyetli olmaz? Biri bile mi negatif enerji yaymaz? “Şuna da sinir oldum.” diyemiyoruz. Herkese kocaman sarılmak isteyerek ve tabii çok acıkarak izliyoruz programı.

İlk yedi yılın ardından BBC’den Channel 4’a geçen yarışmanın orijinal ekibinden bir tek jüri Paul Hollywood kaldı. Ama Mary Berry’nin yerini alıp jüriliğin hakkını veren Prue Leith’e de çok alıştık. Milli hazine Alison Hammond ve Noel Fielding de sunuculuk işini harika kotarıyor. Bu yarışmayla ilgili en sevdiğim şeyse, harika bir pastacı olsanız bile son görevde batırmanız hâlinde finale kalmış bir “underdog”un şampiyon olabilmesi. Şu an devam eden 16. sezonda da mesela Jasmine harika gidiyor; ama içimden bir ses Aaron, Tom ya da Toby’nin sürpriz yapacağını söylüyor.


RuPaul’s Drag Race UK

The Great British Bake Off

Dolabımdan çıkmama yardımcı olmuş RuPaul’s Drag Race bu sayfalarda defalarca yer buldu, biliyorsunuz. Bir tanesi hariç (O sümüklü böcek de kim olduğunu çok iyi biliyor.) yarışan herkesle aile olduğum Yan Odadan Filmler’in ilham kaynağı, <em”>Keyfî Drag Race Tekrarı’nın var olma sebebi ve her saniyesinden nefret etmeme neden olacak partnerlerle bir ömür törpüsüne dönüşen malum podcastin konusuydu. Neyse ki o boomer idare etmeli korkunç deneyimden sonra Drag Race ile ilişkimi düzelttim ve hatta ABD versiyonunu değil, Birleşik Krallık serisini “temel Drag Race” olarak benimsedim. Açık konuşayım: Drag Race UK, RuPaul’un bizzat sunduğu tüm franchise’lar arasında en iyisi. Hem de Ru, hiçbir yerel şakayı veya aksanı anlamıyor olmasına rağmen…

Türkiye’den erişilebilen WOW Presents Plus’ta aylık 230 TL karşılığında Drag Race’in tüm versiyonlarına ve hatta yapım şirketi WOW’ın elinden çıkan her şeye ulaşabiliyorsunuz. <em”>Drag Race UK de şu an 7. sezonuyla Perşembe gecelerimizi şenlendiriyor. Açıkçası Kyran Thrax ve La Voix’lı sezondan sonra bu kadro bana biraz tatsız geldi ama gülüyor muyum? Evet. Eğleniyor muyum? Hem de çok. Tuttuğum biri var mı? Henüz hayır. Ama Elle Vosque’un güzel bir kazanan anlatısı var gibi geliyor. Ya da Bones uğruna Paige Three’yi delirtebilir Ru, emin değilim. Catrin Feelings’ten de beklentim yüksek.


Drag Race España

Drag Race España

Hazır Drag Race demişken… Birleşik Krallık nasıl Ru’nun sunduğu en iyi franchise’sa, Ru’nun sunmadığı en iyi franchise da açık ara İspanya. Gerçi bu yılki All Stars France sonrası Fransa da zirveye epey yaklaşmış durumda. Şu an beşinci sezonu devam eden seriyi Supremme de Luxe sunuyor. Jüride ise bakmaya kıyamadığımız Javierler (aynı zamanda çift olan Javier Ambrossi ve Javier Calvo) ile “Ovah!” diye bağırma uzmanı moda tasarımcısı Ana Locking yer alıyor. İngilizce dışındaki Drag Race’lere alerjisi olan izleyiciye tavsiye etmem ama ilk iki sezonun ardından İspanyol kültürüne hâlâ yabancıysanız bile bu şov sizi Güney Avrupa’daki kuir kardeşlerimize fena hâlde alıştırıyor.

Aynı reality dinamiklerinin tekrarına zaman zaman düşse de, España’nın büyük artısı jürisinin tutkusunda ve yarışmacılarının hırsında. Ortaya, yapımcı dokunuşundan olabildiğince arınmış, organik bir cümbüş çıkıyor. Yalnız dil bariyeri sebebiyle oyunculuk görevleri ve Snatch Game bölümleri İngilizce versiyonlar kadar keyif vermiyor. Ama defile, çalışma odası draması ve özellikle yetenek şovları söz konusuysa, eline su dökebilecek bir franchise yok. Benim şu anki açık ara favorim Satín Greco. Kendisi yeni annem olur. Eğer kazanmazsa ya da en kötü finale kalmazsa (hele ki geçen haftaki şok edici lip sync’ten sonra) İspanya’ya uçak biletimi alır, basarım o stüdyoyu!


Survivor

Survivor

Bizim Survivor’ımız Ogeday, Poyraz ya da Anıl’ın olmadığı bir sezonda seyir zevki vermese de (Evet, brocan erko izlemeyi seviyorum. Bir sıkıntı mı vardı?), tüm bu deliliğin başlangıç noktası olan Amerikan Survivor’la ihtiyaçlarımı karşılayabiliyorum neyse ki. Bizimkinden çok farklı olarak tamamen stratejiye dayalı, halkın hiçbir şekilde söz hakkı olmadığı bir yapısı var Jeff Probst’un sunduğu programın. Oyunlar genelde delice zor puzzle sonuçlarına bağlı ve Olimpiyat düzeyinde atletlere ihtiyaç duymayan varyasyonlar var. Her yıl iki sezon çıkaran Survivor şu anda 49. sezonunu yayınlıyor. Üstelik The White Lotus’un yaratıcısı Mike White’ın adaya geri döneceği All Stars formatındaki 50. sezon için de geri sayım başladı.

Sezonun en kaslı yarışmacısını yılan soktuğu için evine göndermek zorunda kaldığımız bu Amerikan usulü Survivor, kompakt yapısıyla herkesin sosyal oyununu maksimum seviyeye çekmek zorunda kaldığı bir düzenekte işliyor. Sürekli değişen dengeleriyle sonucu önceden kestirmek neredeyse imkânsız. Tabii Reddit’ten spoiler yemediyseniz… Ayakların bir anda baş olabildiği Ali Cengiz oyunlarında hassas kalplere yer yok. Elbette her televizyon fenomeni gibi Survivor’ın da eski sezonları yenilerinden katbekat iyi. Bize Parvati Shallow gibi bir efsane armağan ettiği için de beklentiler her daim yüksek. Ama 49. sezonun da Rizo, Matt ve Alex gibi büyük karakterlerle finale kadar bizi hoş tutacağına inancım sonsuz açıkçası.


The Voice

The Voice

Acun Ilıcalı’nın yerlileştirirken canına okuduğu bir reality show daha… Şu an 28. sezonu yayınlanan ABD versiyonu çok büyük starlar yaratamasa da, müzik endüstrisinin önde gelen isimlerini jüri koltuğuna oturtma konusundaki başarısıyla hâlâ ayakta. Üstelik oraya zamklanmış sabit bir kadro yerine rotasyonla taze kalmayı tercih ediyor. Blake Shelton, Adam Levine, Christina Aguilera ve Cee-Lo Green ile başlayan yolculukta şimdi Snoop Dogg, Niall Horan, Reba McEntire ve Michael Bublé ile devam ediyoruz. Bu uzun süreçte jüri koltuğuna oturmuş Ariana Grande, John Legend, Kelly Clarkson, Miley Cyrus, Gwen Stefani gibi dev isimleri de unutmamak gerek.

Canlı yayınlara gelene kadar dört beş ay boyunca birbirinden kötü Ahmet Kaya taklitlerine maruz kalmıyor olmamız bile büyük nimet. Üstelik The Voice’un ABD versiyonuna katılanların şarkılara kendi yorumlarını katması da neredeyse zorunlu. Çok sevdiğiniz, ezbere bildiğiniz parçaları bambaşka biçimlerde dinleyebilmek programın en tatlı yanı. Tabii iş halk oylamasına geldiğinde, Trump’ı başkan yapan seçmen kitlesinden mucize beklememek gerek. “Farklı” sesli bir country yıldızı varsa, oylar otomatikman oraya akıyor. Hele ki gençse, tacı anında başına geçiriyorlar. Ama zaten The Voice bir sonuç değil, yolculuk programı. İnanın ilk elemeleri izlemek, geri kalan tüm süreci takip etmekten bin kat daha keyifli.


Dancing with the Stars

Dancing with the Stars

Suçlu zevklerimin en suçlu hissettirenine geldik: Dancing with the Stars. 20 sene önce başlayan çoğu reality yarışması gibi bu da Acun Ilıcalı tarafından Türkiye’ye uyarlanmış, hatta rahmetli Defne Joy Foster’ın televizyondaki son işi olmuştu. ABD versiyonu, jüri koltuğundaki balo salonu efsanesi Len Goodman’ı kaybetmemize rağmen yoluna devam ediyor. Tom Bergeron’un ustalıkla yürüttüğü sunum bir dönem Tyra Banks’in beceriksiz ellerine kalmış olsa da, şimdi program geçmiş galiplerinden Alfonso Ribeiro ve eski koçlardan Julianne Hough’un enerjisiyle sürüyor. Halk oylamasının büyük rol oynaması sayesinde de her hafta şok edici sonuçlar çıkararak, formatını neredeyse hiç değiştirmeden ayakta kalmayı başarıyor Dancing with the Stars.

Gözden düşmüş reality yıldızlarından sosyal medya fenomenlerine, dağılmış pop gruplarının üyelerinden Olimpiyat sporcularına uzanan bir yelpazede yarışmacı ağırlayan program, bugüne kadar Zendaya, Nick Carter, Nicole Scherzinger, Mel B, JoJo Siwa gibi isimleri taşıdı piste. Bu yıl ise Zac Efron’un kardeşi Dylan Efron, Simone Biles’ın takım arkadaşı Jordan Chiles ve Steve Irwin’in oğlu Robert’la devam ediyor. Ben artık programın veteranı olarak yarışmacılardan çok koçları izliyorum. Hangisi yine ilk haftalarda elenecek yaşça büyük biriyle Aynalı Kupa’dan mahrum kalacak, Alan ve Valciğim bu sezon başımı nasıl döndürecek diye… Bu arada küçük bir not: Basit bir VPN ayarıyla Disney+’ın ABD versiyonundan programa ulaşmak mümkün.


Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin