Takip et

Eleştiri

Dövüş Efsanesi – The Smashing Machine: Kaybedenler Ringi

tarihinde yayınlandı.

The Smashing Machine

THE SMASHING MACHINE (Dövüş Efsanesi) | Yönetmen & Senaryo: Benny Safdie | Oyuncular: Dwayne Johnson, Emily Blunt, Ryan Bader, Bas Rutten, Oleksandr Usyk, Olga Dzyurak, Lyndsey Gavin, Satoshi Ishii, James Moontasri, Yoko Hamamura, Stephen Quadros, Paul Cheng, Cyborg Abreu, Andre Tricoteux, Marcus Aurélio | ABD, Japonya, Kanada | 123′ | Drama, Biyografi, Spor

The Smashing MachineKreatif ortaklıklarını sonlandıran Safdie Kardeşler’den, oyuncu olarak da tanıdığımız Benny Safdie’nin yönetmen koltuğuna tek başına oturduğu ilk film The Smashing Machine, Venedik’ten Gümüş Aslan (yani En İyi Yönetmen) ödülüyle döndü. Ağabeyi Josh’un Timothée Chalamet ile bir araya geldiği Marty Supreme için geri sayım sürerken, Benny Safdie’yi Dwayne Johnson’la birlikte izliyoruz. Bizde Dövüş Efsanesi adıyla gösterime giren filmde Johnson, karma dövüş sanatları efsanesi Mark Kerr’i canlandırıyor. 2002 tarihli The Smashing Machine: The Life and Times of Extreme Fighter Mark Kerr belgeselinden esinlenen yapım, Kerr’in sadece ringdeki değil, evindeki ve madde bağımlılığıyla mücadelesindeki yenilgeleri de odağına alıyor. Omuzlar üzerinde taşınarak UFC içinde sayısız zaferin tadına bakan Kerr’in, arka arkaya gelen mağlubiyetler karşısında psikolojik ve fiziksel olarak çözülme sürecini, Benny Safdie neredeyse gizli bir göz gibi, belgesel üslubunda kaydetmiş. Yani lasik bir dövüşçü biyografisinin tüm yapıtaşlarını taşısa da, biçimsel tercihi ve kahramanının belini büken yaşanmışlıklara finalde dahi yer açmasıyla benzerlerinden ayrılıyor The Smashing Machine.

Daha set ekibinde yer almış olsa da, televizyon projesi The Curse’e kadar görüntü yönetmenliği yapmayan Maceo Bishop’la yeniden çalışan Benny Safdie, bizi doksanların sonuna ışınlamak için VHS kasetlerinden fırlamış bir görsel disiplin kuruyor ve filmin tonunu en baştan belirliyor. Önce Kerr’i zirvesinde izliyoruz. Kaybetmenin ne anlama geldiğini bilmeyen, dış bir desteğe ihtiyaç duymadan tırmanan bir dövüşçü. Ta ki UFC’nin güvenli kollarından çıkıp Japonya’ya, yani Pride Fighting Championship arenasına geçene kadar. Uluslararası şöhretinin perçinlendiği bu dönemde, vücuduna buyur ettiği kimyasalların etkisi ağır ağır hissedilmeye başlıyor. Bununla birlikte, koca cüssesinin gölgesinde kalan sevgilisi Dawn (Emily Blunt) ile ilişkisi de türlü anlaşmazlıklarla yıpranıyor. Film Dawn’ı anlamaya özel bir çaba göstermese de, bu depremlerin yalnızca Kerr’in bağımlılığından değil, sevmeyi beceremeyişinden ve zirveye duyduğu bitmek bilmez özlemden beslendiğini açıkça ortaya koyuyor.

The Smashing Machine

The Smashing Machine, kuşkusuz bugüne kadar izlediğimiz dövüş sporu biyografilerinin çoğuyla aynı iskeleti paylaşıyor: Büyük bir çıkışın ardından gelen çöküş, toksik bir ilişkilenme ve mutlaka uyuşturucu, silah ya da suç üçlüsünden en az biriyle kirlenmiş bir yaşam döngüsü. Ancak bu tanıdık hikâyeyi farklı kılan, öncüllerine benzediğinin farkında olan bir yönetmenin elinde şekillenmesi. Benny Safdie, filmini büyük bir başarının yarattığı gürültüyle yükseltmek yerine, sessiz bir çöküşün içinden anlatmayı tercih ediyor. Öyle berrak bir hüsran ki bu, Mark Kerr’in iyileşmesinin, yeniden zaferler kazanmakla değil, kaybetmeyi içselleştirmekle mümkün olabileceğini fark eden bir anlatıcıyla karşı karşıyayız. Safdie, dövüşçü biyografilerinin matematiğini ters yüz ederken, arada geçtiği klişe patikaları da filmin kurmaca değil saf gerçeklik hissi veren kadrajlarıyla ustaca kamufle ediyor.

Elbette Dwayne Johnson için kocaman bir parantez açmak şart. The Rock adıyla girdiği WWE ringlerinden oyunculuğa transfer olduğundan beri, Johnson mirasını büyütmeye odaklanmış ve son yirmi yıldır da bir film yıldızı olarak aldığı hemen her kararı ticari kaygılar belirlemişti. Adının hatırına prodüksiyona girme şansı bulan bazı filmlerin gişede çuvallamasına rağmen, Hollywood kendisine o dev bütçeleri emanet etmekten de hiç vazgeçmedi. The Smashing Machine ise şaşırtıcı biçimde ve tam da Hollywood’un büyüleyiciliğine yaraşır şekilde, Johnson’ın içindeki gerçek cevheri ortaya çıkarıyor. Yüzünün büyük kısmını kaplayan prostetik makyaja, neredeyse taştan yontulmuş fiziğine rağmen hem bedensel oyunu hem de gözlerinden taşan duygularıyla Johnson, kendisinden beklenmeyecek ölçüde incelikli bir performans sergiliyor. Ne kadar yaralandığını göstermeye korkan, ya da daha doğrusu bunu nasıl yapacağını bilemeyen Mark Kerr rolü âdeta eldiven gibi oturmuş üzerine. Johnson da bu fırsatı sonuna kadar kullanarak, Oscar’a göz kırpa kırpa oynuyor.

The Smashing Machine

Filmin bana en az inandırıcı gelen parçasıysa Emily Blunt ve canlandırdığı karakter. Senaryoda çalakalem yazıldığı hissi veren Dawn, Blunt’ın elinde de ne yazık ki bir karikatürden öteye gidemiyor. Benny Safdie’nin neredeyse gerçeğin kendisine dokunuyormuşuz gibi bir sahicilikle kurduğu dünyada bu karakter o kadar sırıtır hâle geliyor ki, cezayı hem kaleme hem oyuncuya kesmek zorunda kalıyoruz. Sınırlı sayıdaki dövüş sahnesine rağmen ringin enerjisini sürekli diri tutan ve geleneksel kalıpları bozmakta kararlı bu film, Dawn karakteri özelinde daha özenli bir bakışı hak ediyor kesinlikle . Yine de, rakibinin kural dışı hamlelerini ağırbaşlılıkla dile getiren, soyunma odasından ringe yürürken dünyanın tüm yükünü omuzlarında taşıyormuş gibi görünen, yaşına, deneyimine ve cüssesine rağmen hâlâ sesini bulmaya çalışan Mark Kerr olarak Dwayne Johnson büyüleyici. Ne var ki, The Smashing Machine sahneye tek bir kişiden fazlasını asla sığdıramıyor.


Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin