Eleştiri
Ballad of a Small Player: Colin Farrell’ın Tek Kişilik Gösterisi

BALLAD OF A SMALL PLAYER | Yönetmen: Edward Berger | Oyuncular: Colin Farrell, Fala Chen, Tilda Swinton, Deanie Ip, Alex Jennings | Senaryo: Rowan Joffé (uyarlama), Lawrence Osborne (roman) | Birleşik Krallık, Almanya | 101′ | Drama, Suç, Gizem, Gerilim
Vatikan’ın havasını değiştiren Conclave ve bir klasiği bilgisayar oyunu estetiğine indirgeyen All Quiet on the Western Front sayesinde roman uyarlamalarının gözde kiralık yönetmenine dönüşen Edward Berger, bu kez Edward Osborne’un Ballad of a Small Player romanıyla Makao’da sahne kuruyor. Netflix kitaplığına katılan yapım, kendini “Lord” diye tanıtan profesyonel bir kumarbazın, Asya’nın Las Vegas’ında borç batağına saplanışını ve dibe vuruşunu konu alıyor. Kaldığı otelin kumarhanesinde yaptığı borçları, konaklama ücretlerini ve hatta en basit içeceğin parasını dahi ödeyemeyecek hâle gelen Lord Doyle (Colin Farrell), korkusundan temizlikçileri içeri almadığı odasında her sabah daha da kaotik bir güne uyanıyor. Şanssız döngüsünü kıran gelişme ise kumarhanenin sevilen tefecisi Dao Ming (Fala Chen) ile yaptığı anlaşma oluyor. Doyle böylece hem bütün pisliğini temizleme hem de İngiltere’deyken varlığına el uzattığı kadının peşine taktığı ajanı eli boş göndermeme fırsatı yakalıyor. Ancak gıcırdayan eldivenleri, ihtişamlı takımları ve kulak dolduran aksanının ardına gizlediği gerçekler, bu hayatta kalma mücadelesi boyunca birer birer açığa çıkıyor. Doyle da ister istemez kim olduğuyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Ya da en azından yüzleştiğine inanmamızı sağlıyor…
Berger’in filmlerine bağlamından kopuk bir ölçek yükleyen Volker Bertelmann bestelerinin sağır edici tınıları eşliğinde oturuyoruz Makao’daki bakara masalarına. Kazancın da kaybın da acımasızca devleştiği bu lüks kumarhanenin hayat kaydıran ışıltısına kapılmamız uzun sürmüyor. İçine çeken bir hortum olduğunu bile bile, tehlikenin kokusunu ciğerlerimize çekip Doyle için bir çıkış yolu aramaya koyuluyoruz biz de. Zaten Ballad of a Small Player, özünde bir karakter çalışması. Başta sahte bir hayalin peşinden gittiğini sandığımız Doyle’un, aslında yaşadıklarının bizden bile daha çok farkında olduğunu kavradıkça katmanları açılıyor. Yalana, türlü dolaplara ve kazanma sarhoşluğuna bağımlı bir adamın hikâyesi bu. Makao’nun her köşeyi yuvarlak ışık huzmelerine boğan ışıltısı dikkatimizi dağıtsa da, şafak vakti tuzlu suyun nemiyle yüzünde kuruyan kumlara karışarak en dibe sürükleniyoruz hep birlikte. Bazen yaslı bir dulun kör nefretinde, bazen de zayıf avını çiğ çiğ yemeye ant içmiş patroniçesinin pençesinde, cehennemin düşmüş tabutları kırma çabasını izliyoruz.
Colin Farrell’ın nasıl dev bir yetenek olduğunu Phone Booth’tan beri bilen izleyici için, Ballad of a Small Player’daki şahane performansı sürpriz değil elbette. Farrell, tüm yükün sırtında olduğunun bilinciyle Doyle’un sinir bozucu, kalp sıkıştıran yolculuğunu ustalıkla sırtlanıyor. Özellikle Tilda Swinton’ı peşinden koşturduğu, kusursuzca çekilmiş bir sahne var ki; Doyle’un yüzünü masumiyete dönüp korkusunu gizlemeye çalıştığı, ardından esas niyetini açık ettiği anda yüzünde beliren ifade, Farrell’ın bir anda oyuna hükmedebileceğinin kanıtı niteliğinde. Öyle ki Swinton’ın bu dünyayla hiç ilgisi yokmuş gibi duran, neredeyse Wes Anderson filmlerindeki karakterlerinden birinin yolu yanlışlıkla Ballad of a Small Player setine düşmüş gibi duran ayrıksı varlığı bile Farrell’ın karizması karşısında geri planda kalıyor.
Berger’in iki büyük Oscar başarısından sonra yeni filminin gündem yaratmamasının sebepleri aslında açık. Öncelikle çok daha küçük ölçekte, bir sinemacı olarak değil bir adaptasyon ustası olarak kaslarını gevşetebildiği bir alanda çalışıyor. Neo-noir denemesi, koşturmacadan uzaklaşıp sakinleştiği anlarda çok daha etkili. Türün sıkça başvurduğu kumarbaz/dolandırıcı/bağımlı anlatılarının temposunda sıradan bir filme benzeyen yapım, Farrell’ın alnını terleten kimlik krizlerine odaklandığında asıl gücünü buluyor. Finalde ise koca Makao’yu duvarların üstümüze geldiği bir mekâna dönüştürüp, hikâyeyi manevi bir noktaya bağlıyor. Karakterin kazanmaya duyduğu muhtaçlığı yalnızca dünya dışı bir destekle açıklayabileceğini, şansın o gizli realizmi içinde sırıttığını bildiğinden bir “melek”e ihtiyaç duyuluyor. Ne var ki Berger’in seçtiği ton ve ivme, bu sonucu taşıyamıyor. Roman sayfa sayfa uyarlanmış olsa da, final filme ait değilmiş gibi hissettiriyor.
Colin Farrell’ın filmi olduğundan çok daha iyi gösteren performansının yarattığı illüzyonu aşabilirseniz, Ballad of a Small Player’ın potansiyelini Berger’in biçimsel takıntılarına kurban ettiği bir yapım olduğunu görmek kolaylaşıyor. Böylesine düz, tüketimi kolay bir hâle indirgenmiş bir uyarlamanın Netflix rafında kendine yer bulmasına şaşırmıyoruz elbette. Fakat çoğunluğun aksine, bu romandan çok daha iyi bir film çıkabileceğine inananlardan değilim. Lord Doyle kısmen ilginç bir karakter, özellikle dünyasının ayaklarının altından kaydığını fark ettiği anlarda. Beş para etmez biri olduğunu itiraf ettiği noktada, nefes alacak bir delik arayan bağımlıdaşlarından ayrışıyor, o kadar. Bıraktığı iz de, yolu da tanıdık. O yüzden Ballad of a Small Player, anca bağlamından kopuk duran o manevi tarafını alıp bir hayalet filmi olabilseydi geçer not alabilirdi bizlerden diye düşünüyorum. Ama Edward Berger’in o filmi çekebileceğine pek ihtimal vermiyorum.
Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.




















