Eleştiri
Bugonia: Sıradanlaşan Sıradışılık
BUGONIA | Yönetmen: Yorgos Lanthimos | Oyuncular: Emma Stone, Jesse Plemons, Aidan Delbis, Stavros Halkias, Alicia Silverstone, Cedric Dumornay | Senaryo: Will Tracy (uyarlama), Jang Joon-hwan (orijinal film) | İrlanda, Birleşik Krallık, Kanada, Güney Kore, ABD | 118′ | Komedi, Bilimkurgu, Suç
Jerskin Fendrix’in yönettiği dev bir orkestranın kulağımızı bir an olsun yalnız bırakmadığı Bugonia, Lanthimos sinemasına dair her karakteristik özelliği bünyesinde barındırıyor. Kamerayı yine odanın en kör noktasına yerleştirmiş ve yönetmekte ustalaştığı oyuncularının yüzlerine yaklaşmaktan çekinmiyor. Ancak bu defa her şeyin normal göründüğü bir evrendeyiz. Arılar ölüyor, kimileri bağımlılıklarının kurbanı oluyor, kimisi ise sırf hayatta kalabilmek için büyük ilaç şirketlerine boyun eğip köle gibi çalışıyor. Ama bunların hiçbiri bize yabancı değil, hepsi yaşadığımız dünyanın parçaları. Özgün kat, bu kez göz boyayan setlerle değil, sıradanlığın içinde parlayan karakterlerle atılmış yalnızca. Finaline dek duruşunu bozmayan ve kurtulmak için her yolu deneyen Michelle’in bile hayatta kalma çabasına sinen içgüdüsellik, Lanthimos filmografisinde taze bir damar açıyor. Üstelik metnin içeriği gereği, yönetmen bugünün dünyasıyla hiç olmadığı kadar ilgili. Odak noktası yine insanın bütün garip müşküllükleri olsa da, kitlesel zarara yol açan bir şirketin temsilcisini baş düşmanına dönüştürürken öfkesini bu düzeni ayakta tutan zihniyetin çevreye ve topluma verdiği yıkımla besliyor.
Bir meselesizliği bile sinema için bir egzersize dönüştürüp büyük şovun parçası hâline getirmekte usta Lanthimos için Save the Green Planet! adeta maden değerinde bir kaynak. Üstelik orijinal filmin Asya sinemasına özgü grotesk mizahını da eğip bükerek kendi imzasını atmakta hiç zorlanmamış, hem de senaryoya direkt olarak eli değmemesine rağmen. Uyarlama görevi, eski The Onion editörü ve Succession ile Last Week Tonight with John Oliver yazar odalarının deneyimlisi Will Tracy’e emanet edilmiş. Tracy’nin yine aynı yolları aşındırdığı söylenebilir. Bugonia, 2022 tarihli senaryosu The Menu ile benzer bir zemine oturuyor. Mevcut düzenin kuklalaştırdığı görünmezlerin başkaldırısında, bu görünmezliğe sebep olan tarafın intikam öyküsünü anlattığı filmden bariz izler taşıyor. Ve tıpkı The Menu’de olduğu gibi, Bugonia’da da aynı temel sorun yineleniyor. Tracy’nin senaryosu görüyor ama eleştiremiyor, söylüyor ama ucunu sivriltmiyor.
Lanthimos’un artık sıradanlaşan sıradışılığının filmin esas kozu olmamasının aslında Bugonia’nın en büyük artısı olması gerekir. Bu kez filmi bir karakter çalışması olarak okumak mümkün çünkü. Yönetmenin Oscar sahnesine yaklaşmasını sağlayan The Favourite’ı andırıyor hatta bu anlamda. Kötülüğün rastlantısallığına inanmak istemeyen Jesse Plemons ve her çıkmazda direksiyonu yeniden kurarak bir kurtuluş planı yapmaya çalışan Emma Stone, etli materyallerini adeta ısıra ısıra tüketiyor gözümüzün önünde. Her iki oyuncunun da kariyerlerindeki unutulmaz performansların yanına adını yazmak mümkün Bugonia için. Yine de bu göz alıcı manzaranın altını kazıdığınızda, Lanthimos’un sırtlanmak istediği endişeleri stiliyle önemsizleştirdiği hissinden kurtulmak zor. Öyle ki, pek sevdiğim Poor Things’i bile retrospektifte yeniden değerlendirmeme sebep olacak kadar bencil bir adanmışlık hâkim filme. Finalin orijinal yapımdan miras absürtlüğünü bir kenara bıraktığımızda ise, dünyayı yok oluşun eşiğine getirenlerle ilgili bir kayıtsızlığa ulaşıyoruz. Ne yazdığına değil, kalemi nasıl tuttuğuna duyduğu inatçı bir bağlılık baskın geliyor.
Gücünü kıvrak zekâsından ve bunu çevreleyen anlatıcı numaralarından alan filmografisinin belki de en düz halkası Bugonia Lanthimos için. Hele finale gelindiğinde, sırf o son espriye ulaşabilmek adına oyalandığınız hissi iyice ağır basıyor. Belki seri üretime girişmeyen, özüne dönmek için yıllar sonra karşımıza çıkan bir yönetmen olsaydı; Bugonia’yı, mevcut kültürü eleştirir gibi yapıp elini suya sabuna sürmeyen bir film olmasına rağmen, kucaklamakta bu kadar zorlanmazdık, bilemiyorum. Ne var ki insanı bu kadar ilginç bulup da ona her türlü kötü sonu reva gören tutum, Poor Things ve Kinds of Kindness’tan bu kadar kısa bir süre sonra gelince hiçbir yere oturmuyor. Faturayı yalnızca senariste kesip çekilmek de mümkün değil. Zira aynı finale demir atıp aynı kanı dökse de, Lanthimos’un adapte etmeye giriştiği Güney Kore filmindeki o kendine has delilikten böylesi bir tekdüzeliğe sıçramasını görmezden gelmek imkânsız.