Takip et

Eleştiri

If I Had Legs I’d Kick You: Annelik Mitini Delen Fırtına

tarihinde yayınlandı.

If I Had Legs I'd Kick You

IF I HAD LEGS I’D KICK YOU | Yönetmen & Senaryo: Mary Bronstein | Oyuncular: Rose Byrne, Conan O’Brien, A$AP Rocky, Danielle Macdonald, Christian Slater, Mary Bronstein, Ivy Wolk, Daniel Zolghadri, Delaney Quinn, Ronald Bronstein, Lark White, Josh Pais, Eva Kornet, Mark Stolzenberg, Helen Hong, Ella Beatty | ABD | 113′ | Drama, Gerilim, Komedi

If I Had Legs I'd Kick YouAvustralya’nın dünyaya bahşettiği en iyi komedi oyuncularından Rose Byrne, Bridesmaids’den Platonic’e uzanan başarılı filmografisini If I Had Legs I’d Kick You ile taçlandırdı bu yıl. Berlin’de kendisine ödül kazandıran yapım, 17 yıldır kamera arkasına geçmeyen Mary Bronstein’in imzasını taşıyor. Tekne kaptanı eşi iki aylığına denize açılmışken, adı konmamış bir rahatsızlığı olan kızıyla ilgilenme sorumluluğunu tamamen üstlenen Linda (Byrne) aynı zamanda bir terapist. Film, evlerinin tavanının çöküp su altında kalmasıyla açılıyor. Yemek yemeyi reddeden ve beslenme tüpüne bağlı kızıyla birlikte bir motele sığınan Linda, kısa sürede hem evin tamiratı, hem pek gevşek ev sahibi, hem tuhaf danışanlarının özel hayatına taşan dertleri, hem mesai arkadaşının dengesiz tavırları, hem otoparkçının tacizleri, hem de motel çalışanlarıyla yaşadığı sürtüşmeler arasında sıkışıyor. Kızının hastane süreciyle artan yükü de eklenince Linda, dünya üzerinde cehennemin mümkün olan tüm versiyonlarını deneyimliyor. Film de bu kaotik girdaba bizi onunla birlikte çekiyor.

Evin tavanında açılan deliği Linda’nın çöküşündeki her aşamaya eşlik eden bir metafora dönüştürmeyi neredeyse takıntı hâline getiren film, aslında tekil bir deneyimin peşinde değil. Biz kapanış jeneriğinde bu daralmış hayattan çıkıp nefes alabiliyoruz belki ama küçük çocuğu olan ya da bakıma muhtaç bir evlada omuz veren her annenin tanıdık bulabileceği bir rutinin içini gösteriyor Bronstein. Elbette şartlar bilinçli biçimde ağırlaştırılmış: Telefonda bağırıp duran ilgisiz bir eş, hastalığından kendini sorumlu tuttuğu kızı, bebeğini Linda’nın ofisine bırakıp kaçan danışanı, hatta rüyasında onu öpmeye çalıştığını söyleyerek profesyonel sınırları delen hastalar… Ancak bu aksilikler serisinin uçarı ya da zorlama olduğunu iddia etmek güç. Çünkü film, yükünü devretmeye alışmış, sevginin ne olduğunu bilmeyen, sorumluluğu kendinden başkasına yıkmayı refleks hâline getirmiş bir toplumun içinde, herhangi bir kadının başına gelebilecek türden bir hikâye anlatıyor aslında. If I Had Legs I’d Kick You, tam da bu yüzden evrensel bir ağırlığa sahip.

If I Had Legs I'd Kick You

Filmi esas güçlü kılan şey, annelik söz konusu olduğunda tek bir doğruluğa itaat etmeyi eleştirirken bu kalıpların dışına çıkmayan anlatıların tersi bir yönde gitmesi. Bronstein, hiçbirimizin Linda’nın nasıl bir anne olduğunu yargılamaya hakkı olmadığını baştan kabul ettiriyor. Kameranın neredeyse hiç Linda’nın yüz hizasından ayrılmaması, kızının yüzünü tam olarak görmememiz, bizi empati kurabileceğimiz tek bir kanala mecbur bırakıyor zaten, o da Linda’nın duygusal gerçekliği. Kızına en iyisini sunmak için çabalarken, kendi huzuruna kavuşma arzusunun da en az annelik kadar güçlü bir motivasyon olduğunu açıkça görüyoruz. Bunun bencilce olmadığını anlamak zor değil. Bir annenin toplum tarafından dikte edilen “doğru”ya yaklaşabilmesi için önce kendine iyi gelecek koşulları istemesinden daha doğal ne var? Hayatını durduracak bir tuşu olsa, ona basıp alkolü ve cigarasıyla birkaç dakika nefes almak istemesi, onu kötü bir anne mi yapıyor gerçekten? Film, bunun tam tersine, Linda’nın sadece bir insan olduğuna işaret ediyor gerçeküstü tonuyla. Çocuğunun, eşinin, danışanlarının ya da gündelik hayatta karşılaşıp vaktinden çalanların ötesinde, kendisini de hatırlamak isteyen, küçük mutluluklarını talep etmeye hakkı olan herhangi bir insan.

Mary Bronstein’in tavandaki portaldan bozma deliğe bu kadar zaman ayırması tesadüf değil. Başlangıçta sıradan bir ev kazasının sonucu gibi görünen yarık, ateş böceğini andıran ışıltılarla bambaşka bir şeye dönüşüyor; Linda’nın büyülenerek tekrar tekrar döndüğü, rüyalarına sirayet eden, hatta motelde ilgisini çeken komşusuna bile göstermekten çekinmediği bir alan hâline geliyor. Bu deliği, farkında bile olmadan “kusursuz” sandığı hayat düzeninde dramatik değişikliklerle açılmış, bakım ve mesai isteyen bir boşluk olarak yorumlama fikri oldukça ilgi çekici. Ancak Bronstein’in bu metaforu kızının beslenme hortumuyla aynı düzleme yerleştirme çabası bende tam oturmadı. Ebeveynlik masalının Grimm Kardeşler’in elinden çıkmışçasına karanlık kargaşasında, bu yaranın ancak birlikte yaşamı paylaştığı eşle dayanışarak onarılabileceğini söylemek çok daha etkileyici bir ifade olabilirdi sanki. Yine de film, bu noktada Linda’yı o zeminden koparıp engin dalgalara bırakmayı seçiyor. Tavandan akan suyun membasına başını gömerek hiçbir şeyi hatırlamayacağı bir sonraki hayata uyanmak istemesi, ebeveynlik tasmasını bir anlığına bile olsa çözüp atma arzusunun belki de en çıplak hâli.

If I Had Legs I'd Kick You

Çocuğunun mızırdanmalarından danışanının durmadan ağlayan bebeğine, bebek monitörünün cızırtısından yargılayıcı doktorun üst perdeden tembihlerine, otoparkta başının etini yiyen kuralcı görevliyle firar etmeye çalışan hamsterın gürültüsüne kadar her unsuruyla seyircisinin sabrını zorlayan bir ses evreni kuruyor If I Had Legs I’d Kick You. Bu sinir bozucu, hararetli atmosferin içinde Rose Byrne’ün yönünü kaybetmeden kariyerinin zirvelerinden birini çıkarması ise başlı başına bir başarı hikâyesi. Tonu çoğu korku filminden daha gergin olan amansızlığından yılın en iyi performanslarından birini süzüp çıkarmış. Üstelik Bronstein, boğucu aciliyet hissinin hemen yanına ince mizahi dokunuşlar da yerleştiriyor. Bu sayede Byrne’ün hareket alanı genişliyor. Filmin sürprizlerinden biri olan A$AP Rocky ile kurduğu, tüm gizemiyle isimsiz bırakılan o muhabbet de hem anlatıya hem performansa kattığı tatla bunun en güzel örneği. Seyirciyi Linda’nın deneyimine ortak ederken, Byrne’ü de olağanüstü bir hakimiyetle besleyen bir alan yaratıyor film. Sezonun tüm ödüllerini hak eden bir zenginlik akıyor Byrne’ün tüm bu tuhaf tercihler arasından. Etkilenmemek gerçekten mümkün değil.


Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin