#PrideBoy: My Beautiful Laundrette

#PrideBoy: My Beautiful Laundrette

Yönetmen: Stephen Frears | Oyuncular: Gordon Warnecke, Daniel Day-Lewis, Saeed Jaffrey, Roshan Seth, Derrick Branche, Rita Wolf, Souad Faress, Richard Graham, Shirley Anne Field, Stephen Marcus | Senaryo: Hanif Kureishi | 97 dakika | Komedi, Drama, Romantik

Daniel Day-Lewis’in henüz önüne geçilemeyecek şana şöhrete kavuşmadığı, Stephen Frears’ın da televizyondaki başarılarını beyazperdeye taşımadığı bir dönemden bugünün konuğu My Beautiful Laundrette. Yakın siyasi geçmişi tonlarca yüz kızartıcı hadiseyle dolu Birleşik Krallık’ın bağrından bir öyküyü anlatıyor bu 1985 yapımı film. Vergisini ödeyen, ülke ekonomisine katkıda bulunan bireyler olarak toplumda kendine yeni yeni yer edinen göçmen bir nesil ile eşcinsel erkeklerinin kesişim kümesinde Amerikan hayallerinin Ada ayağı var. Hedeflerin beyazlarla aynı yerlere girip çıkabilmek ve rengini unutturabilmek olduğu o aralığa dair gözlemleri yığıyor önünüze. Meselenin bir şekilde gay kimliklere uzanması ise biraz tesadüf gibi. Daha doğrusu çoğunluğun karar mercisi olduğu bir ülkenin huzurunda ana karakterine bir tane daha handikap (!) ekleyerek onu iyice savunmasızlaştırıyor, yara alması kolay bir pozisyona sokuyor. BFI’n anlı şanlı Tüm Zamanların En İyi 30 LGBTQ+ Filmi listesinde boy göstermesine ufak tefek itirazlarım var kısacası. Irkçılığın katalizör olarak katkıda bulunduğu, iki çocukluk arkadaşının masumiyetlerini kaybetmesi manzarasında Frears’ın filmi bilhassa İngiltere’nin büyük şehirlerindeki etnik çeşitliliğin faşizan beyazlar üzerindeki tesirine meylediyor. Burada bu gençlerin ikisinin de erkek olmasının My Beatiful Laundrette’in DNA’sına eser miktarda kuirlik eklediğinden şüpheliyim. Şu sıralar Kumail Nanjiani’nin televizyon için bu teksti senaryolaştıracak olması da bir şeyler ifade edecektir diye düşünüyorum. Irkın büyük bir yer teşkil ettiği senaryoda cinsel kimlik fazlasıyla ikincil çünkü. Bu da dönemin koşullarıyla alakalı olarak alınmış kasıtlı bir karar olabilir, o yüzden politik doğrucu bir okumaya girişmeyeceğim, merak edilmesin. Ancak Hanif Kureishi beyefendinin bana sorarsanız bugüne kadar yazdığı her şeyde bu sorun kendini belli ediyor zaten. Bir bütün olarak insanları ele almak konusundaki başarısı aşikâr. Perspektifi iki kişiye kadar daraldığında dahi sorun yaşamıyor. İş bireysel bir karakter çalışması yapmaya geldiğinde ise Kureishi’nin kalemindeki mürekkep kuruyor. Buradaki yönelim de mutlak surette içsel, kişinin kendisiyle yalnız kalmasını gerektiren bir noktadan başlayıp gün yüzü gördüğü için Kureishi’nin senaryosunda ne yazık ki eşcinsel olmak bir dekor olarak kalıyor. Bunun farkına vardıktan sonra da varlığını bugün farklı formlarda hâlâ sürdürmekte olan aşırı ulusçuluğun taraflı izahından başka bir şey kalmıyor elde. Böyle söyleyince de affedilmez bir günah işliyormuş gibi oldu. Hayır hayır kast ettiğim yanlış seçkide karşıma çıktığı, o kadar. My Beautiful Laundrette doğru bir yönetmen ve oyuncu kadrosu eşleşmesiyle sinema tarihindeki yerini almış iken daha da irdelemenin pek bir anlamı yok. Sadece (daldan dala konmak gibi olacak ama) Ken Loach işçi sınıfının derdine tasasına bu kadar düşkünken bir gününü de ülkesine en çok göç veren ülkenin vatandaşlarına ayırmıyor diye düşünmeye gark etti beni. O boşluğu da gidip biraz araştırmam gerek galiba (Ae Fond Kiss rezaleti sayılmaz!).
Fesat Mukayese: My Beautiful Laundrette | I, Daniel Blake

Yazar Hakkında

1990 doğumlu. Kuir. İkizler. 2009'da ödül sezonu portalı Oscar Boy’u kurarak sinema yazarlığına başladı. 2014’ten beri O Podcast’in moderatörlüğünü yapıyor. 2023 yılında da SİYAD üyesi oldu.

Yorum yazın...