2013’e veda ederken..

2013’e veda ederken..

Blue Is the Warmest Color
Blue Is the Warmest Color

Çok hisli (?) bir başlık atmama rağmen inanın şu an 2013’ü özetleyecek cümleleri seçmekte zorlanıyorum. Özel hayatımdaki iniş çıkışlar sebebiyle sanırım hüzünlü bir veda olmayacak bizimkisi. Ama 2013 içerisinde izlediğimiz 2012 yapımı işleri bir kenara bırakıp sinemayı konuşacak olursak, söyleyecek pek çok güzel şey var. Hem İstanbul Film Festivali, hem de Filmekimi’nde birbirinden kaliteli yapımlar izledik. Before Midnight, Blue Is the Warmest Color, Only Lovers Left Alive, The Place Beyond the Pines, Gloria, What Maisie Knew aklıma ilk gelenler. Yine vizyonda da (yılın ilk aylarını görmezden geliyorum) Gravity’den Rush’a kadar pek çok kaliteli filmle buluştuk. Ben sözü fazla uzatmayıp bu sinema adına harika geçen yıldan sonra size yine bol sanat dolu, mutlu, sağlıklı ve başarılı bir yıl dileyeceğim. Umuyorum 2014’de her şey gönlünüzce olur. Yazıyı bitirmeden, iyi dilekler haricinde sizlere okunacak ufak bir şey de bırakayım istedim. Son bir yıl içerisinde izlediğimiz sadece 2013 yapımı filmlerden benim için en iyi 10’u seçip alfabetik bir sıralama yaptım. Yanlarına küçük yorumlar da iliştirdim. The Wolf of Wall Street, Her ve Dallas Buyers Club gibi eksiklerimizi de önümüzdeki haftalar içerisinde tamamlayacağımızı umuyorum. İşte yıl biterken benim için şimdilik en iyiler:

  • 12 Years a Slave (Steve McQueen): “Beni ağlatan film, karnımı doyurandır.” mantığıma cuk oturan, Solomon’a atılan kırbaçları bizzat hissettiğiniz dört dörtlük bir yapım. Steve McQueen hedef aldığı yeri iyi biliyor.
  • Before Midnight (Richard Linklater): Bugüne kadar izlediğim en depresif “mutlu” final. İlişkiler üzerine yazılmış zekice diyaloglarla dolu. Delpy ile Hawke arasındaki kimya hiç eskimemiş. Eski dostlarımızla buluşmuşuz gibi…
  • Blue Is the Warmest Color (Abdellatif Kechiche): Büyümek üzerine, bambaşka bir perspektifden anlatılmış, yılın en hakiki aşk öyküsü. Adele Exarchopoulos’un samimi oyunculuğu sayesinde her dakikası keyif veriyor.
  • Child’s Pose (Calin Peter Netzer): Yükselen Romanya sinemasının son harikalarından. Luminita Gheorghiu’nun finale doğru izlediğimiz her şeyi özetleyen sahnesi hakikatin en alası. Hala etkisinden kurtulabilmiş değilim.
  • Frances Ha (Noah Baumbauch): Bağımsız bir başyapıt. Greta Gerwig’in enfes oyunculuğu sayesinde sinema tarihinin en sempatik karakterlerinden birine dönüşüyor Frances. Kah gülüyor, kah üzülüyoruz. 20’li yaşların acı bir özeti.
  • Gravity (Alfonso Cuaron): Sinema adına bir devrim. Yönetmenliğin kitabını baştan yazan bir adam, Alfonso Cuaron. Teknolojinin nasıl bir noktaya geldiğinin en güncel örneği. Bugüne kadarki en iyi 3D kullanımına sahip ayrıca.
  • Inside Llewyn Davis (Joel & Ethan Coen): Pek sevdiğimiz Coen Kardeşler’den ıskalamayan bir film daha. Oscar Isaac’in muhteşem performansı ve sorunsuz senaryosu unutulacak gibi değil. Ve tabii “Five Hundred Miles”…
  • Nebraska (Alexander Payne): Yine çok özel bir sinemacıdan, çok özel bir yapım. İzleyeli çok olmadı ama aklımdan June Squibb’in mezarlık sahnesi ve Mark Orton’ın müziklerini atamıyorum. Bir başka kusursuzluk abidesi.
  • Only Lovers Left Alive (Jim Jarmusch): Epik bir aşk ya da vampir öyküsü değil. Jim Jarmusch’a yakışan, her tarafından tarih fışkıran eşsiz bir tekst. Swinton ve Hiddleston’ın yarattığı tablo hayranlık uyandırıyor.
  • The Past (Asghar Farhadi): Bu yıl izlediğim en iyi finale sahip olabilir. Farhadi, A Separation’dan sonra bir kez daha nasıl melodram yapılacağının dersini veriyor. Büyük bir sinemacıdan, büyük bir hikaye.

Yazar Hakkında

1990 doğumlu. Kuir. İkizler. 2009'da ödül sezonu portalı Oscar Boy’u kurarak sinema yazarlığına başladı. 2014’ten beri O Podcast’in moderatörlüğünü yapıyor. 2023 yılında da SİYAD üyesi oldu.

0 Yorum

  1. aserat54

    İyi Seneler Umur Bey… Umarım bu sinema aşkınız hiç bitmez ve biz de müthiş yazılar okumaya devam ederiz… 2014, hepimize barış, mutluluk, sağlık ve huzur getirsin. Getirmeyecek, ama neyse… 🙂

    Yanıt

Yorum yazın...