4 Film, 400 Kelime: 2018 Finali (Part II – Vallahi son!)

4 Film, 400 Kelime: 2018 Finali (Part II – Vallahi son!)

Sosyal medyada duyurdum, burada da çıtlatayım. Oscar Boy Ödüller için geri sayıma başladım. İzlemek istediğim iki film (At Eternity’s Gate ve Mary Queen of Scots) bu hafta ulaşılabilir olacak. Bir de bunların haricinde tüketip de karalamadığım dört yapım (The Sisters Brothers, The Old Man & the Gun, What They Had ve A Private War) var. Onları da ivedilikle uzun formatta koyacağım önünüze. Ama geri sayımda son bir kez daha 4 Kelime, 400 Kelime serisine ihtiyacım var. Bir belgesel, bir çöp stüdyo filmi, bir bağımsız, bir de bunu nasıl kaçırmışım bir arada. Buyursunlar:

MATANGI/MAYA/M.I.A.
M.I.A.’i Slumdog Millionaire ile keşfettiğimden beri keyifle dinliyorum dinlemesine, ama meğer kadının skandallarından ve şarkılarındaki mesajı alıp arkasını pek araştırmadığım politik kimliğinden hiç haberim yokmuş. Sri Lanka’dan İngiltere’ye göçmüş rap yıldızının, zamanında ülkesindeki ayaklanmalarda da önemli bir rol oynamış babasından miras yükü oldukça ağır. Bu film de müzik kariyerindeki yükselme noktalarından ziyade Super Bowl orta parmağımdan sosyal medyada gördüğüm muameleye kadar her şeyle ilgili içimi dökeyim filmi. Fazla kişisel kalmasından yakınmasam da Malala misali bana her şey fazla “sahnelenmiş” geldi açıkçası. Basının bu hayatı yaşayıp Sri Lanka’daki soykırıma dikkat çekemezsin yorumlarına katılmasam da canım M.I.A., düşündüğün kadar büyük bir etkin yok ne yazık ki demek istiyorum. Ama mücadelene havaya kaldırdığım baş parmaklarımla selamımı yolladım. [B-]

AQUAMAN
DC, istemsiz komedi kavramına yeni boyutlar kazandırmaya devam ediyor. Bir bilgisayar oyunu kıvamında, bir görevden diğerine geçe geçe inşa edilmiş tekil Aquaman filmi bu sene gördüğüm en pahalı enkaz. Nicole Kidman’ın jelatin balığı ağzına atışı, finaldeki komik Yeşilçam kavuşması içimdeki camp sevdalısına yeterli malzemeyi veriyor esasında. Fakat Aquaman, pek çok çizgi roman uyarlaması gibi kendini çok ciddiye alma problemini yaşamakta. Yalnız Saturday Night Live’ın ardından Jason Momoa’ya farklı bir ilgi beslemeye başladım. Komedi zamanlamasının muazzam olduğunu düşünüyorum. Burada kurgunun pasaklılığı kendisine pek izin vermese de şansını sonuna kadar denemiş. Ortaya çıkan sonuç tabii ki de felaket; ama bu anların da keyfini çıkarmazsanız mantık hatalarından koleksiyon yapan Aquaman’den tümüyle nefret etmemek için bir engel kalmıyor. [D]

MONSTERS AND MEN
Sosyal doküdramaların sayısı artıyor ve bilhassa ölçüsüz polis şiddeti, örgütlenmiş ırkçılık, faşizmin modern yankıları üzerine bolca film çekiliyor. Monsters and Men bu türün, işini kameraya sloganlar atmadan halletmeye çalışanlarından. BlacKkKlansman ile hayatlarımıza giren John David Washington’ın 2018’e bir iyi performans daha sığdırdığı yapımın mesajları oldukça sönük ama. Bunu kasıtlı olarak gerçekleştirse de olanı tekrar etmekten başka bir şey koymuyor seyircisinin önüne. Bildiğimiz meselelerde karakterlerin ismini değiştirip, klişe olana mahal vererek aynı türküyü söylüyor. Fakat dediğim gibi, artı puanı kendini biraz olsun geriye çekmesinde. Aktivistliğin tadı kaçıran benzerlerini düşününce hele… Yalnız mukayese eleştirmenliği ile ne kadar sağlam bir sonuca varıyoruz ondan da pek emin değilim. [B-]

IDEAL HOME
Fragmanını görüp 2019’da gösterime gireceğini düşündüğüm Ideal Home’un bu sinema yılına ait olduğunu ve Torrent Festivali’ndeki yerini çoktan aldığını öğrendiğim gibi tükettim. Steve Coogan ve Paul Rudd’ı eşcinsel bir çift olarak buluşturan yapım, muhafazakâr bir coğrafyada kurdukları düzen bir anda sarsılan gaylerimizin bir anda evlat (esasında torun) sahibi olması mizanseni üzerinden türlü espri sağmaya çalışıyor. Komik mi? Değil. Öğretici mi? Pek sanmam. Rudd ve Coogan iyi performanslar veriyor mu? Daha iyi hâllerini gördüğümüz de oldu. Ama zararsız. Ve kim ne derse desin, bu ikiliyi seçen yönetmeni, stüdyo şefini, yapımcıyı, kasting direktörünü alnından öpmemiz şart. En azından Rudd’ı anksiyeteli, popocu bir aktif eşcinsel erkek olarak görmek bana yeterli geldi. Darısı Oscar alacağı filmlere diyor, Türkiye’nin en gözü kara Paul Rudd hayranı olarak satırlarımı sonlandırıyorum. [C]

Yazar Hakkında

1990 doğumlu. Kuir. İkizler. 2009'da ödül sezonu portalı Oscar Boy’u kurarak sinema yazarlığına başladı. 2014’ten beri O Podcast’in moderatörlüğünü yapıyor. 2023 yılında da SİYAD üyesi oldu.

3 Yorum

  1. Metin

    Ben hala Michelle Pfeiffer için (ve görüntü yönetimi için) “Where’s Kyra”yı izleyebileceğini düşünüyorum. Pfeiffer’ı karakterin içinde kıvranırken görmeyi özlemişim. Stüdyoların havai fişekli filmlerinde konuk oyunculuk yapmak yerine hep böyle oynasa keşke; yeterince hırslı olmadığı ve bir türlü içinden çıkamadığı amerikan sineması kadın karakterler konusunda kısır olduğu için etli rollerden faydalanamıyor ama benim en beğendiğim oyunculardan biri.

    Yanıt
    1. Umur

      Metin denemedim zannetme. Ama sezonun öyle bir noktasındayım ki, ne yapsam içine giremediğim filmin sonunu getiremiyorum 🙁 Yoksa ilk yarım saatini tükettim, haberin olsun. Şöyle bir tesellim var, haftaya Readers’ Choice oylaması başlayacak. Pfeiffer desteğini orada görmek isterim 😉

      Yanıt

Yorum yazın...