Dizi Eleştirisi
Emmy Sezonuna Disney’de Hazırlık: Paradise, Good American Family ve Suspect
Kişisel tarihimde en çok dizi tükettiğim, Emmy sezonuna eksiksiz hazırlandığım bir yılı yazı özelinde tembel geçirmek kitabımda yok, biliyorsunuz. Bu yüzden önümüzdeki iki hafta boyunca, Türkiye’de aktif olan dijital platformlardaki Emmy yarışçılarını üçerli gruplar hâlinde kısa kısa yazacağım. Açılışı Disney+ ile yapıyorum. FX/Hulu grubuyla anlaşmalı olan platform, Emmy özelinde en zengin kataloglardan birine sahip. Disney üzerinden ulaşabileceğiniz Mid-Century Modern, Dying for Sex, Agatha All Along ve The Bear’ı daha önce yazmıştım zaten. Bugünün menüsünde ise Sterling K. Brown ile James Marsden’a Emmy adaylığı getirmesi muhtemel Paradise, Ellen Pompeo’dan ziyade Imogen Faith Reid’e yaramasını beklediğim Good American Family ve yarışa uzaktan el sallayan, sevgili eşim Russell Tovey’nin rol aldığı Suspect: The Shooting of Jean Charles de Menezes var.
Yaratıcı: Dan Fogelman | Oyuncular: Sterling K. Brown, Julianne Nicholson, Sarah Shahi, Nicole Brydon Bloom, Aliyah Mastin, Percy Daggs IV, James Marsden | 48~60′ | Hulu
PARADISE (1. Sezon): Karşıki Dağların Ardında Cennet
This Is Us ile eşsiz bir başarıya imza atan Dan Fogelman, bu kez Pearson klanından Sterling K. Brown’ı da yanına alarak yüksek konseptli bir politik gerilimle karşımıza çıkıyor: Paradise. Kusursuzluğun sözlük karşılığı gibi görünen, zengini bol, güvenliği tam bir Amerikan kasabasında ABD başkanının suikasta kurban gitmesiyle açılıyor hikâye. James Marsden’ın canlandırdığı başkan ve onun bir numaralı korumasını oynayan Sterling K. Brown’un ilişkisi üzerinden, ikisinin geçmişlerini keşfederken, bu cennetten bozma banliyönün neye hizmet ettiğini de yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz. Mütevazı bir post-apokaliptik hikâye olarak da tanımlanabilecek Paradise, Amerikan toplumunun kanayan yaralarını Fogelman usulü pembe dizi tandansında yeniden keşfetmese de, kendine özgü bir biçimde inceliyor. Ayrıştıranı değil, birleştireni bulmaya çalışan bir dizi olması sayesinde, kimi bayat perspektiflerine rağmen seyircisini koltuğa bağlamayı başarıyor. Özellikle dizinin tüm meselesini ortaya koyan “The Day” isimli bölüm, günümüz bilim ve siyasetinin yalnızca ayrıcalık ve kaynak sahiplerine nasıl yaradığını anlatma konusunda epey etkili. Yine de, sekiz bölümlük ilk sezonunu tam anlamıyla dolduramadığını ve ölen başkan dışında herhangi bir karakterle bağ kurmakta zorlandığımı da belirtmem gerek. Hatta sanki bu hikâye, network dizileri gibi 22-24 bölüme yayılmış olsaydı, daha iyi bir anlatı ortaya çıkabilirmiş.
Yaratıcı: Katie Robbins | Oyuncular: Ellen Pompeo, Mark Duplass, Imogen Faith Reid, Sarayu Blue, Dulé Hill, Jenny O’Hara, Kim Shaw, Christina Hendricks, Jerod Haynes | 47~63′ | Hulu
GOOD AMERICAN FAMILY (Mini Dizi): Bana Anne Deme!
Joey King’i yıldızlaştıran The Act ile benzer duygulardan beslenen Good American Family, ABD medyasının uzun süre gündeminden düşmeyen Natalie Grace skandalını konu alıyor. Michael ve Kristine Barnett (Mark Duplass & Ellen Pompeo), evlat edindikleri kızlarının aslında cücelik hastalığına sahip 7 yaşında bir çocuk değil, ailelerini parçalamaya çalışan 22 yaşında bir “canavar” olduğunu iddia ederek tüm ülkeyi bu anlatıya inandırmaya çalışmıştı. Olayın gerçek yüzü ortaya çıkmış, kemik yaşı Natalie Grace’in çocuk olduğunu kanıtlamış ve bu iki ebeveyn müsveddesinin ihmalleri belgelenmiş olsa da, dizinin dört bölümlük ilk yarısı Barnettler’in gözünden, istemsizce komik bir portre çizerek tanıtıyor tüm karakterleri bize. Devamında gelen dört bölüm ise Natalie Grace’in dramına odaklanıyor; kiralık bir dairede, yapayalnız ayakta kalmaya çalışan 7 yaşındaki bir çocuğun başından geçenleri izliyoruz. Ama iki büyük sıkıntı var. Birincisi: Dizi, Natalie Grace’in de bir tür manyak olduğu fikrine bizi manipüle ederek başlıyor. Bu yüzden, izledikleriniz dışında birkaç haber yazısı karıştırmazsanız olayın ne olduğunu tam anlamıyla kavramakta zorlanıyorsunuz. İkincisi: Natalie Grace’in 7 yaşındaki hâlini – artık bu oyuncu tercihi cimrilikten mi, yoksa hastalığına karşı bir tür ableizm midir bilinmez – 28 yaşındaki Imogen Faith Reid canlandırıyor. Ellen Pompeo’nun korkunç oyunculuğunu bir kenara bırakırsak, yaşananların hem acıklı hem de tuhaf akışına kapılıp izlemek mümkün. Ama dizi bana pek masum gelmedi açıkçası. Sanki olayın öznesinden icazet alınmamış gibi. Tarafsız görünmeye çalışırken bile bir taraf tutuyor.
Yaratıcı: Jeff Pope | Oyuncular: Edison Alcaide, Daniel Mays, Conleth Hill, Russell Tovey, Max Beesley, Emily Mortimer, Laura Aikman, Alex Jennings, Rodrigo Ternevoy | 43~60′ | Disney+
SUSPECT: THE SHOOTING OF JEAN CHARLES DE MENEZES (Mini Dizi): Ya Hep Beraber, Ya Hiçbirimiz
Bu yazıyı sevgili eşim Russell Tovey, Oscar Boy’un gönderisini hikâyesine ekledi diye yazıyorum sanılmasın. Zaten kendisinin yer aldığı her projeyi konuşmaktan büyük keyif aldığımı biliyorsunuz. Britanya televizyonlarının alengirli dramalarından uzaklaşan Tovey, bu kez Birleşik Krallık emniyet güçlerinin görevlerini nasıl kötüye kullandığını, yetersizliklerini ve bilgisizliklerini örtmek için halkı nasıl kandırmaya çalıştığını çok net anlayabildiğiniz bir yapımda yer alıyor. Suspect, Jean Charles de Menezes isimli Brezilyalı bir gencin, metroda silahlı polisler tarafından terörist sanılarak korkunç bir şekilde katledilmesini anlatıyor. Ada usulü dört bölüme sıkıştırılmış bu mini dizi, önce 2005’teki toplu taşıma saldırılarını ve ardından ülkede başlatılan radikal İslamcı avını ele alıyor. Türkiye’den izleyince öfkenizi bin kat daha perçinleyecek bir polis basiretsizliğini en grafik biçimiyle resmedip, finalde de yanlış kararların hukuki karşılığını irdeliyor. Dizi, bilinçli bir tercihle özel hayatları anlatıdan uzak tutarak mekanik kalmış. Yalnızca Jean Charles’ı insan yerine koyuyor, ki bence bu tercihi Suspect’i güçlü kılan esas kısım. Empati kurmak zorunda olmadığımız karakterler için özel vakit harcamayan, Jeff Pope’un (Philomena; Stan & Ollie) kaleminden çıkan bu çalışma, bir teşkilatın gözü dönmüşlüğünü ve şeffaflık ilkesine rağmen nasıl çamura saplandığını tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor. Sırf ifade özgürlüğüne duyduğumuz hasretin hatrına bile izlenebilir. Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz derken neyi kast ettiğimizi anlamak için de birebir. Tek bir canın, bu dev dünyada nasıl da kıymetli olduğunu yalnız ateşin düştüğü yerden değil, acıtan gerçeğin panoramik tahliliyle anlatmayı başarıyor.