Dizi Eleştirisi
Kimler Geldi Kimler Geçti (2. Sezon): Geldiler, Geçemediler
KİMLER GELDİ KİMLER GEÇTİ | Yaratıcı: Ece Yörenç | Oyuncular: Serenay Sarıkaya, Hakan Kurtaş, Metin Akdülger, Fatih Artman, Boran Kuzum, Ahmet Rıfat Şungar, Meriç Aral, Esra Ruşan, Efe Tunçer, Kamil Güler, Zeynep Tuğçe Bayat, Cem Güler, Gülcan Arslan, Sümeyra Koç, Edis, Batuhan Bayar, Melih Pamukçu, Nil Sude Albayrak, Perihan Savaş | 37~52′ | Netflix
Bu yozlaşmanın temelinde bir yerlerde, henüz ana akım medyanın gündemine dahi girmemişken, Netflix’in öncülüğünü yaptığı tek renkli üretim anlayışında ID İletişim ve Ayşe Barım’ın da payı olduğu sıkça konuşuluyordu. Ülkedeki belli bir kalibrenin üzerindeki neredeyse tüm oyunculara temsilcilik yaptığı için tek bir cepheyi işaret etmenin pek mantıklı olmadığını düşünmek mümkün. Öte yandan, bu kurumun ve şahsın temsil ettiği oyuncuların listesine bakınca, kendimi Netflix lansman gecesinin ortasına düşmüş gibi hissetmeden edemiyorum. Dahası, genellikle aynı insanların aynı yapımların başına komün hâlinde getirildiğine dair bir izlenim de doğuyor. Aslında bu konuyu Kimler Geldi Kimler Geçti başlıklı bir yazıda açmam da biraz yanlış. Sırf kadın olması sebebiyle tüm bu süreçte oyunculardan yana yegâne suçluymuş gibi lanse edilen Serenay Sarıkaya ya da bir başka aktör değil çünkü meselem. Kaldı ki, sadece bu dizide Barım’ın portföyünde yer alan benim bildiğim beş oyuncu var. Asıl konu, bu hissizliğimizin ve realiteden koparılışımızın gerçekten yaşananlarla yarattığı tezat. Çünkü domino taşı etkisinin başladığı noktayı işaret eden bir mevzu var.
Şuradan başlayayım; Kimler Geldi Kimler Geçti, bence bu ülke için özgün sayılabilecek bir romantik komedi. Aşk kavramı hayatında büyük bir yer kaplasa da yalnızca hayatına giren erkeklerle var olmayan, üç boyutlu ve ayakları yere sağlam basan bir kadın figürün etrafında dönüyor tüm öykü. Her iki sezon da, yaşanacakların en sonundan küçük ipuçları vererek paralel şekilde ilerleyen bir anlatı örgüsüyle biçimsel olarak da yenilikçi bir tavır benimsiyor. Kasting tarafında, evet, görmekten yorulduğumuz isimler mevcut; ama öte yandan, başta Metin Akdülger ve Boran Kuzum olmak üzere, romantik komedilerin esas varoluş amacı diyebileceğimiz belli bir fanteziye hizmet etme güdüsüyle oldukça isabetli tercihler yapılmış. Serenay Sarıkaya’nın derisinin altından geçen floresanlı yıldız ışığına ise diyecek söz yok. Bunu ne kadar pozitif karşılarsınız bilemem, zira insanı ister istemez bir sınıf kinine sevk ediyor; ama o gösterişli, allı pullu, geçim sıkıntısının esamesinin okunmadığı hayatı hem bir peri masalı gibi sunabiliyor, hem de çoğumuz bu kaderi yaşayabilirmişiz gibi de hissettirebiliyor aynı anda. Nancy Meyers harikası mutfaklardan ilham almış evler, Sex and the City’nin temellerini attığı moda devriminin Aşk-ı Memnu uzantısından bayrağı devralan bir estetikle tamamlanıyor. Patili bir dostumuzun neredeyse başrollerden birini kapması da cabası. Yani Kimler Geldi Kimler Geçti, gerçekten de amaçladığı her şeyi başarıyla yerine getiriyor. Ancak yazının başında bahsettiğim o bölgesel gerçeğin yarattığı daha karmaşık bir tablo mevcut geri planda.
Malum şürekânın sosyal medya hesaplarında gezinme hissi, dizinin tamamına sinmiş gibi. Kimler Geldi Kimler Geçti’ye gelen tepkilerin temelinde de bu var aslında. Halkı ayran budalasına çeviren Instagram oyuncağında gördüğümüz esas ünlülerin bile değil, onların yancıları ve çantacılarının vitrine dizdiği toplaşmaların bir uzantısı gibi hissettiriyor dizi. Bu nedenle, Türkiye gerçekliğini diğer kefeye koymadan değerlendirmek mümkün olmuyor. İlla ki vardır bu hayatlar, illa ki sayılı bir azınlık yaşıyordur gördüklerimizi. Zengin erkek kontenjanındansa orta-üst sınıf bir ailenin içli oğlu pozuna daha çok yakışan Hakan Kurttaş’ın dengi bir Sabancı varisi de bulunabilir, Boran Kuzum gibi tüm sesli harfleri “a” gibi okuyan bir çatı katı şefi de. Ama giderek apolitikleşen, politik bulunmaktan korkan ve ATV ile TRT dizileriyle miras devşirererek duyarlı pozuna bürünen ünlülerin yaşadığı bir ülkede; sesini hiçbir şeye çıkaramayacak kadar konforuna bağlanmış, eko çemberlerinde sıkışıp kalmış bir avuç insanın ya da onların story dostlarının boy gösterdiği bir dizinin üstelik tam da şu sıralarda karşımıza çıkması, ister istemez ağzımızda acı bir tat bırakıyor. Bu yüzden dilimizi dağlayan kör acıdan, kafamızı kurcalayan coğrafya kederinden sıyrılarak değerlendiremiyoruz Kimler Geldi Kimler Geçti’yi.
Kimler Geldi Kimler Geçti bence amacına ilk sezonda daha iyi hizmet ediyordu. O dönem hem ülke gündemi bu kadar sert değildi, hem de hikâyesel anlamda daha kabul edilebilir ilişkiler sunuyordu dizi. Bu sezon ne Hakan Kurttaş’tan iyi bir âşık çıkacağına inandık, ne Ahmet Rıfat Şungar’ın apar topar terk edilişindeki yerli dizi bayağılığını bu anlatıya yakıştırdık, ne de rolü bitmesine rağmen hâlâ ortalıkta gezinen Boran Kuzum’un varlığına ısınabildik. Tüm yolların Metin Akdülger’e çıktığı bir sezon izlemeyi tercih ederdim açıkçası. Onu da gençlerin okula gidemediği, evlere kilitlendiği bir dönemde elektronik kelepçeyle görmek, bu riyakârlık sonucu müşkül duruma düşmüş dizinin kaderine tam oturuyor doğrusu. Ama işte, hep böyle. Türkiye’nin bir kapısı kapanıyor; ardından açılan yağlı kapıda yine Türkiye çarpıyor yüzümüze. New York’a son dakikada alınan biletin pahalılığını düşünmeye, “buzdolabında unutulmuş pralin” esprisindeki sınıfsallığa takılmaya, yılbaşı hediyesi olarak at verilmesine gülmeye bile vaktimiz kalmıyor. Aslında Serenay Sarıkaya’nın sözde gay dayısı ve partnerinin ilişkisine yapılan imanın cılızlığı bile bir şeyleri anlamak için yeterli. Sansürün kaynağı senaristin zihni mi, Netflix’in demir yumruğu mu çözümlemesine bile girişmek istemiyorum. Dizi, nasıl dallanıp budaklandığından bağımsız olarak, bu coğrafyanın gölgesinde bambaşka bir Türkiye anlatmaya sırf bu iklimde heveslendiği için zaten en başından sönümleniyor. Bu defa dikkatimizi dağıtamadınız, üzgünüm.