Kısa Eleştiri
Üç Film Birden | Predator, The Assessment ve Titan
Dizilerden fırsat bulup yazmaya zaman ayıramadığım filmlerin inine girdim bu hafta. Dilerseniz Sinners ve Mountainhead hakkında uzun uzun yazdığım yazılara da göz atabilirsiniz. Ancak bugün menüde üç farklı dijital platformun filmi var: Disney+ semalarında yeni boy gösteren Predator: Killer of Killers, Prime Video üzerinden izlenebilen The Assessment ve Netflix seri üretim fabrikasından çıkan Titan: The OceanGate Disaster. Kısa kısa konuşup boylarının ölçüsünü alalım bakalım…
Yönetmen: Dan Trachtenberg | Seslendirenler: Lindsay LaVanchy, Louis Ozawa, Rick Gonzalez, Michael Biehn, Doug Cockle, Damien Haas, Lauren Holt, Jeff Leach, Piotr Michael | Senaryo: Micho Robert Rutare, Dan Trachtenberg | ABD | 90′ | Animasyon, Bilimkurgu, Gerilim, Aksiyon
PREDATOR: KILLER OF KILLERS: Konsola Nasıl da Yaraşır
Bugüne kadar tek bir Predator filmi izlememiş olmama rağmen, Predator: Killer of Killers‘un başına oturduğum anda bu canlının yaradılış sürecine dair merakım sayesinde yaşattığı cehennem azabına çabucak adapte oldum. Film, antolojik bir animasyon olarak karşımıza çıkıyor ve yırtıcı yaratığımız sırasıyla MS 841’de Vikingler’e musallat olup Beowulf benzetmeleriyle arz-ı endam ediyor, Orta Çağ Japonya’sında yolları ayrı düşmüş samuray kardeşleri son bir defa bir araya getiriyor ve son olarak da İkinci Dünya Savaşı sırasında Florida hava sahasında terör estiriyor. Oyunlara sevdalı, konsol koluyla bütünleşmiş bir dostunuzun yanı başında, durmaksızın kelle kestiği akıcı bir anlatıyı izlermişsiniz hissiyatı en üste yerleştirilmiş. Teknik ya da hikâye işleyişi bakımından hiç yenilikçi olmamasına rağmen hayli sürükleyici. En önemlisi de gösterdiklerinden fazlasını verme iddiasında olmaması ve bu konuda elini açık oynaması. Tarihin zulüm görmüş bütün fertleri anca bir araya gelerek “büyük kötü”yü yenebiliriz minvalinde ucuz romanlar yazmaya da hiç yeltenmiyor. Ölümüne vahşet, kan ve mücadeleyi korku ve gerilim türünün öğeleriyle süslenmiş, bu sırada göze hitap etmeye de özen gösterilmiş. Yine de “iyi bir konsol oyunu kaydından fazlası” demeye dilim varmaz. Ama en azından Predator’la hiç tanışmamış beni, orijinal filmleri izlemeye ikna etti. Bu da bir başarı değil mi?
Yönetmen: Fleur Fortuné | Oyuncular: Elizabeth Olsen, Alicia Vikander, Himesh Patel, Minnie Driver, Indira Varma, Nicholas Pinnock, Charlotte Ritchie, Leah Harvey | Senaryo: Dave Thomas, Nell Garfath-Cox, John Donnelly | Birleşik Krallık, Almanya, ABD | 114′ | Drama, Bilimkurgu
THE ASSESSMENT: Yüksek Konseptli Distopya 101
Çiftlerin bebek sahibi olmadan önce devlet tarafından zorlu bir sınava tabi tutulduğu, çok da uzak sayılmayacak bir gelecekte geçiyor The Assessment. Fleur Fortuné’ün ilk uzun metrajı olan film, simetrik kadrajları, mesafeli kompozisyonları ve minimalist prodüksiyon tasarımıyla distopyasını keskinleştiriyor. Ancak Black Mirror misali herhangi bir soruyu yanıtlamaya ya da geçtiği evrenin neden bu hâle geldiğini açıklamaya hiç vakit ayırmıyor. Elizabeth Olsen, Himesh Patel ve Alicia Vikander üçlüsünü ya birtakım cinsel fanteziler içinde ya da tansiyonun yüksek olduğu sohbetlerde izleyip duruyoruz. The Assessment’ın birey olmanın, yetişkinliğe geçmenin ve bir başkasını yetiştirme sorumluluğunun psikolojisine dair açtığı tartışmalar öylesine yüzeyde kalıyor ki, sanki bir şey söylemek için değil de sadece “tuhaf” etiketine sahip olmak için zırvalanmış gibi duruyor. Hele ki aynı sahneleri döndürüp durarak kendini finale attıktan sonra karşımıza çıkan, evlere şenlik o monolog… Halbuki, dünyanın yeniden sağa kaydığı şu günlerde, üremenin bir alışkanlıktan ziyade zor alınan bir karara dönüştüğü gerçekliğimizden yola çıkarak varabileceği pek çok yer vardı. Bu hâliyle The Assessment, daha çok doğaçlama meraklısı bir tiyatro grubunun gelişmemiş fikirlerle dolu ömür törpüsü egzersizlerini andırıyor.
Yönetmen: Mark Monroe | ABD | 111′ | Belgesel
TITAN: THE OCEANGATE DISASTER: Zengin Yiyiciler Toplansın
Ekonomik krizin global bir kimlik kazandığı, zenginleri yeme arzumuzun iyice kabardığı bir dönemde, 2023 yazında yaşanan elim OceanGate olayının arka planına odaklanıyor Titan: The OceanGate Disaster. Titan denizaltısının kaybolması sonrası çıkan spekülasyonlara ve haber kanallarının ekranın köşesine koyduğu oksijen geri sayımlarına kısaca değinen belgesel, asıl ilgisini bu felaketin baş sorumlusu Stockton Rush’a çeviriyor. Rush’ın, OceanGate bünyesinde kurduğu baskıcı şirket kültürünün bu kazadaki rolünü adım adım izliyoruz. Her aşamada yapılan uyarılara, sesini duyuramayınca işi bırakan mühendislere rağmen ille de Titanik batığını görmek için milyonlar harcayan Rush’ı insanlaştırmaya hiç yeltenmemesi elbette artı puan. Fakat tıpkı geçenlerde konuştuğumuz Mountainhead örneğinde olduğu gibi, burada da konu “fazla taze”. Açılmış bir dava, yürütülen bir soruşturma yok. Sadece, gelmiş geçmiş en kıdemli Titanik uzmanı olan babalarını kaybetmiş bir ailenin sessizlik içindeki mücadelesi sürüyor kenarda. Yaylılarla süslenmiş fon müziği eşliğinde konuşan kafalar izlemeyi hiç sevmem ama olayın doğasından gelen çekiciliği sayesinde ilgimi ayakta tuttuğunu inkâr edemem. Yine de dev bir “Ben demiştim.” videosuna dönüşen bu belgeselle, OceanGate için çalışmış kişilerin gerçekten ne kadar sarsıldığını sorguluyorum. Sanki Stockton Rush, birkaç istisna dışında etrafına bu ruhsuz insanları özellikle toplamış gibi.