Kısa Eleştiri
Üç Film Birden | The Fantastic Four: First Steps, Freakier Friday ve Honey, Don’t!
Birikmişlerin sevgilisi, klavyeyle yapışık yaşayan parmaklarımın gözdesi Üç Film Birden için son toplaşmamızın üzerinden bir ay geçmiş, hiç ses etmiyorsunuz! Çemkire çemkire konuşabileceğim üç filmi de izlemişken hazır, kısa eleştirilerle sıralarını savalım bakalım. Menüde neler mi var? Vizyondan geçen The Fantastic Four: First Steps ve Freakier Friday ile başka bir ülkede yaşasak vizyona kesin uğrayacak Honey, Don’t!
THE FANTASTIC FOUR: FIRST STEPS | Dikkat Bebek Var!
Yönetmen: Matt Shakman | Oyuncular: Pedro Pascal, Vanessa Kirby, Ebon Moss-Bachrach, Joseph Quinn, Julia Garner, Sarah Niles, Mark Gatiss, Natasha Lyonne, Paul Walter Hauser, Ralph Ineson | Senaryo: Josh Friedman, Eric Pearson, Jeff Kaplan, Ian Springer, Kat Wood | Birleşik Krallık, ABD, Kanada, Yeni Zelanda | 104′ | Aksiyon, Macera, Bilimkurgu
DC kitaplığını saymazsak, sinema tarihinin en bahtsız çizgi roman uyarlamalarının başında gelir The Fantastic Four. Doksanlardaki hiç gün yüzü görmemiş denemesi, 2000’lerdeki Chris Evans’lı yavan versiyon ve 2015’te Michael B. Jordan içermesine rağmen hayal kırıklığı yaratan feci güncellemesi hep yere çakıldı. Şimdi de çağımızın en büyük starlarından Pedro Pascal’ın başını çektiği bir kadroyla yeniden karşımızda. Cüretkâr bir hamleyle retrofütüristik bir evrene taşınan süper kahraman dörtlüsü, niye ve nasıl bir araya geldiklerini hızlıca gösterdikten sonra doğrudan maceraya dalıyor. Gizemli bir sörfçü (!) belirip, gezegenlerle karnını doyuran Galactus’un Dünya’yı yok edeceğini söylüyor. Ancak durumu anlamaya çalışma, Galactus’la pazarlık, evlatlarından fedakârlık etmeleri gerektiğinde kesin karşı çıkış ve final kapışması çizgisinde ilerleyen yapım ne akıcı, ne de heyecan verici. Bir kere süper kahramanların süper kahraman olduklarına ikna olmayı beceremiyoruz. Üstüne, hikâyenin bel kemiğine bu dünyaya inadına bir çocuk getirmeye çalışan çiftin insanın içini sıkan, heteronormatif kaygılara köle üreme merakı da eklenince, süper kahraman filmi kisvesi altında bir “aile” güzellemesi izlemek zorunda kalıyoruz. Kötüsünün motivasyonundan ikili diyalog zincirine kadar her şeyde vasatlık hâkim. Marvel filmlerinin bütün numarası, film ne kadar anlamsız olursa olsun aksiyonla ilgiyi ayakta tutmaktır normalde Burada ise “Pedro Pascal’ı daha ne kadar yakışıklı gösterebiliriz?” derdi ve kusursuz set tasarımına âşık kamera ağır basmış. Bir de şey… Vanessa Kirby bu rolü daha önce oynayıp Oscar’a aday olmamış mıydı?
FREAKIER FRIDAY | Bıraktığın Gibi Buradayım
Yönetmen: Nisha Ganatra | Oyuncular: Jamie Lee Curtis, Lindsay Lohan, Julia Butters, Sophia Hammons, Manny Jacinto, Mark Harmon, Chad Michael Murray, Maitreyi Ramakrishnan, Rosalind Chao, Vanessa Bayer | Senaryo: Jordan Weiss (uyarlama), Elyse Hollander, Jordan Weiss (hikâye), Mary Rodgers (roman) | ABD | 110′ | Komedi, Fantastik
Çocukluğumuzda iz bırakan Freaky Friday’den bu yana Jamie Lee Curtis Oscar’la buluşup kariyerine reset attı, Lindsay Lohan ise iki kez dibe vurup yeniden suyun yüzüne çıktı. 22 yıl sonra bu ikili, Lohan’ın karakterinin kızı ve yakında evleneceği adamın oğlunu da işin içine katarak beden değiştirme komedisinde ölçeği genişletiyor. Yetmişlerden kalma bir çocuk romanından hareketle hayatımıza giren öykünün empatiyi çaktırmadan öğreten akışına modern bir perspektif daha eklenmiş kısacası. Orijinal yapımdan Chad Michael Murray’i de geri çağıran ekip, rüyalarımızı süsleyecek yakışıklı rolüne de Manny Jacinto’yu (Nihayet!) oturtmuş. Freakier Friday aslında ilk filmle aynı kaynaktan besleniyor ve görsel olarak da bir hayli birbirlerini andırıyorlar. Ancak zaman içinde sinemanın estetiği değişti. Bu dijital kameranın lensi cilalanmış gibi duran, aşırı ışıklı görsellik de artık televizyona ait. Dolayısıyla Disney’in kanallarından birine yakışacak şekilde, ailemizin bizden önceki jenerasyonlarla nasıl geçinmemiz gerektiğine dair ders veren, yetişkinlerine de “nefeslenip hayatın değerini anlama” fırsatı sunan, didaktik bir yapım izlediğimiz hissi bâki. Buna rağmen ortaya en az ilki kadar eğlenceli ve sürükleyici bir şamata çıkmış. Aradan iki dekat geçse de, insan evladı olarak hâlâ nasıl göründüğümüzü ve başkaları tarafından nasıl algılandığımızı dert etmeyi sürdürdüğümüzü hatırlatıyor film. Üstelik genç oyuncular, Curtis ve Lohan’ı gölgede bırakacak kadar sağlam bir iş çıkarıyor. Bu deliliğin orta yerine SNL mezunlarından Vanessa Bayer’ı yerleştirme fikri de kime aitse tebrik ediyorum.
HONEY, DON’T! | Serseri Mayın
Yönetmen: Ethan Coen | Oyuncular: Margaret Qualley, Aubrey Plaza, Chris Evans, Charlie Day, Kristen Connolly, Billy Eichner, Gabby Beans, Talia Ryder, Jacnier, Don Swayze, Josh Pafchek | Senaryo: Ethan Coen, Tricia Cooke | ABD | 89′ | Komedi, Suç, Gizem, Gerilim
Coen Kardeşler’in kim bilir hangi sebepten yollarını ayırmasının ardından Ethan Coen’in tek başına çektiği ikinci film Honey, Don’t! Coen sinemasının karakteristik özelliklerini seçmek hâlâ mümkün olsa da, hem bu filmde hem de bir önceki Drive-Away Dolls’ta hayat arkadaşı ve yeni kreatif ortağı Tricia Cooke’un izleri çok daha baskın. Bir kez daha Margaret Qualley ile çalışan Coen & Cooke çifti, bu kez seks tarikatına uzanan cinayetlerle dolu bir intikam döngüsünü anlatıyor. Merkezde de açık sözlü, giyimi kuşamıyla dikkat çeken ve kadınlardan hoşlandığını üstüne basa basa dile getiren dedektif Honey O’Donahue var. Elini attığı her türün kodlarıyla oynamak Coen’lerin oldum olası birincil amacıydı; ama bu defa Ethan Coen fazlasıyla savrulmuş. Absürt mizahın istikrar bulamadığı, hikâye kollarının birbirine asla bağlanamadığı, sanki alakasız skeçlerin zorla birbirine yapıştırıldığı bir yapı var filmde. Metnin yaramaz, seksi, komik ve tuhaf olma derdi sırasında birbiri ardına renkli karakterler sıralanıyor: Sekse doymayan tarikat lideri Chris Evans, erkek arkadaşının onu aldattığını onatmak için Honey’i tutan Billy Eichner, sevgilisinden dayak yiyince teyzesine sığınan Talia Ryder, Honey’nin lezbiyen olduğunu bir türlü kabul etmeyen Charlie Day, libidosu yüksek Aubrey Plaza… Ama hepsi birden aynı filmde yer almalı mı? Bu toplaşmanın dağınıklığı gerçekten bir anlam teşkil ediyor mu? Tartışılır. İte kaka çağdaş Amerika’ya dair bir panorama olarak okunabilir belki, ancak bunu çok daha iyi yapan sayısız örnek varken, bu filmin gergin ve azgın rastgeleliğiyle MAGA çıkartmasının üstüne progresif bir cümle yapıştırmasıyla olacak iş değil.