But Perşembe

But Perşembe: Çok Yönlü Daddyler

Yayınlandı

on

Televizyon tarihinin en ünlü dizilerinden birini, finalinin üstünden tam 20 yıl geçmişken ilk kez izliyor ve haftalık özetlerle yoluma devam ediyorum. Reklama ihtiyacı olmayan, ikonik dizilerin membası HBO’yu ve doğal olarak HBO Max’i el üstünde tutan Six Feet Under ile But Perşembe, toplam 87 bölüm sürecek bu maratonda en az 40 hafta (!!!) daha burada olacak. Böyle söyleyince gözüm biraz korkmuyor değil, ama benim yazma inadımı bilen bilir. Kolay kolay pes etmeye niyetim yok. Peki nerede kalmıştık? Bu hafta ilk sezonun yedinci ve sekizinci bölümlerindeyiz. IMDb’ye göre sezonun en düşük puanlı iki bölümü ayrıca: Jim McBride imzalı “Brotherhood” ve Sex and the City ile The Sopranos gibi işlerden tanıdığımız Allen Coulter’ın yönettiği “Crossroads”.

Şuraya İki Kardeş Çizelim

David bıraktığımız yerde sürünmeye devam ediyor. Şaşırdık mı? İşin komiği, süründüğünün farkında bile değil. İstekleri var; onları ele geçirse tatmin olmayacağını biliyor ama yine de istiyor. Kızgınlıkları var; dile getirse ateşinin dinmeyeceğinin farkında, ama bir çözüm de aramıyor. İçinde dolmayan bir boşluk var. Sebebini de biliyor üstelik. Hâlâ dolabını terk edememiş bir gay olduğunun farkında, ama kapakları da kırmıyor. Peki yerine ne yapıyor dersiniz? Pederin aradığı yeni rahip/vaazcı/yardımcı (Ben yine bütün dini terimleri duyduğum anda unutmayı tercih ettim.) olma sınavında, nefretle kazdığı çukurda boğulmayı göze alarak kiliseye başını sokmaya çalışıyor. Öyle tatsız görüşmeler, öyle buz gibi sohbetler var ki bu süreçte… Kimin mutlu kimin haksızlığa uğramış olduğunu umursamayan, çelikten bir enstitünün içinde debelenip duruyor.

Nate’in gündemi de katmerli. Brenda belasına bulaşmak yetmezmiş gibi bir de Billy çıktı başımıza. Düşünsenize, Ablasına içinde dildolar, prezervatifler, kayganlaştırıcılar olan hediye sepeti götüren bir bacanağınız var. Meselenin cinsiyetle alakası olduğu da sanılmasın. Pardon ama senin kardeşinle yatan insanla bu eylem üzerinden ortak bir muhabbet kurma çaban nedir? Yılışık! Bipolarmış, ilaç alıyormuş… Şimdi biz de bunun yükünü mi çekeceğiz? Önce çilingiri çağırıp kilitleri değiştiririm ben tabii ama manipülasyon ve fesatlık konusunda Billy ile Brenda’nın eline kimse su dökemez. Fisher’ların cini Nate bile bu nevresim ve havludan geçilmeyen, suntalem kapılı evde saf kalıyor.

Nate, gençliğinde cenaze levazımatçısı olmaktan özellikle kaçarken şimdi âdeta bu açığı kapatıyormuş gibi dört bir yana koşturuyor. Bölüm de ABD’nin o dönemki dış politikalarına ince bir göndermeyle açılıyor. Gençliğinin baharında bir oğlanı görüyoruz. Ailesine ordudaki günlerinden bahsediyor, silah arkadaşlarıyla şakalaşıyor, gülüşüyor. Ama hepsi çoktan geride kalmış bir hatıra aslında. Onu neredeyse on yıl sonra, askeri bir hastane yatağında, bitap halde, ölüm döşeğinde buluyoruz. Buradan dizi yeni bir vicdani ikilem çıkarıyor. Ölümden sonra oğlanın ailesine mi kulak verilecek, yoksa hayatının en zorlu yıllarını paylaştığı dostlarına mı? Merhumun pek de “kârlı” olmayan dilekleri, Fisher & Sons cephesinde bile minik tartışmalar doğuruyor. Yine de bu karmaşadan güzel bir şey çıkıyor: Nate ile David arasında beklenmedik bir kardeşlik sıcaklığı.

Bizim kızlara pek vakit ayırmayan bir bölüm olduğu için de sezonda bu kadar sönük kalmış olabilir. Billy’le yollarının kesiştiği o lanet günün ardından Claire’i zaten pek görmüyoruz. Ama Ruth cephesinde adım adım yeni bir normale kavuşma süreci devam ediyor. Cenazeviyle anlaşmalı oldukları çiçekçide bulduğu işin ardından sevgilisini de eve çağırıp tüm çocuklarının katıldığı bir yemek düzenliyor. O yemeğin garabetini siz düşünün. David, kendi burnundaki sümüğe bakmadan, pek de bayılmadığı babasının yeri doldurulamazmış gibi annesini yargılıyor. Claire, en büyük reaksiyonları vermek için ağabeyiyle yarışıyor. Nate’ten gelen yarım ağız destek de olmasa Ruth’umuz iyice yapayalnız kalacak. Neyse ki o küçük omuz veriş var da evin bütün çocuklarını terlikle dövme isteğim bir nebze bastırılıyor.

Bu konu için yeri midir bilmiyorum ama eskiden böyle hikâyelerde sık rastlanan bir klişe vardı. Babaları öldükten sonra annelerinin artık bir hayatı olamazmış gibi davranan aptal çocukların kaprislerini izler dururduk. Maalesef yerli dizilerimizde hâlâ devam ediyor bu densiz ve dıngıl bebelerin mızırdanmaları. Senaristin kalemindeki mizojiniyle geçiştirilemeyecek kadar çok işlenmiş bir tema bu. Üstelik tam tersi durumda, yani baba yeni bir ilişkiye adım attığında pek kimsenin sesi çıkmazken, anneler her seferinde zorbalanıyor. O kadın karakterlerin hepsi kendi doğurdukları, yemeyip yedirdikleri çocuklarının zulmünü çekmek zorunda kalıyor. Nedenini, niçinini tahmin etmek zor değil. Ama doğrusu, Ruth için tam geçerli olmasa da, fedakâr annelerin çocuklarına zerre empati öğretemediği yönündeki bu mantıksızlığın bir gün yıkıldığını görmeyi çok isterdim.

Daddyler Daddyler, Bize Neler Dediler

Limuzinin sunroof’undan dışarı sallanıp ikiye bölünerek hayatını kaybeden açılıştaki karakterin Fisher & Sons topraklarına uğramadığı bir bölüm izliyoruz. İşler kesat, Kroehner bizimkileri iyice köşeye sıkıştırmış durumda. Hatta Rico’ya da pençelerini geçirmiş. Cin olmadan adam çarpan Rico, eşinin ultrasonu için gelemediği yalanını uydurarak Kroehner’la buluşuyor. Burada bir ölünün parçalarını birleştirip yeniden “tam” yapabilme ihtimaline heyecanlanıp hemen indiriyor yelkenleri suya. Yalanı çabucak ortaya çıkınca da Nate ile David’in hayal kırıklığı gecikmeden geliyor. Bu noktada Nate, evdeki para akışını sürdürmek için mekânı etkinliklere kiralama fikrini ortaya atıyor.

Yaşlıların katıldığı bir dans grubunun Fisher & Sons’a uğramasıyla evde hayat da canlanıyor. Nate, kardeşi David’in yarını olmayan sekslere ayırdığı vakitten çalıp bu etkinlikle birlikte eve yolu düşen Kurt’ü ayarlıyor ona. Hem temkinli hem şaşkın David. Bilmediği bir dinamik bu. Herkese aynı anda açılarak yara bandını bir çırpıda koparmak isteyen David için, Nate’e yarı açık kimliğini göstermek de belli ki garip hissettiriyor. Üstelik Kurt başka bir şeyi kaşıyor onda. Yakışıklı, bakımlı, fit, varlığını kutlayan, hemcinsleriyle edindiği deneyim sayesinde ne istediğini bilen, dışarıdan aklı başında duran biri. Tüm bunlarla birlikte David’i fazlasıyla yaşlı hissettirecek kadar genç, hayatla ilgili dinmeyen bir hevesi var.

Henüz kendisi bir ilişkinin “twink”i olamamışken hızla “daddy” konumuna yerleştirildiği bu ilişkide Claire’in daracık siyah tişörtünü giyip Kurt’e ayak uydurma çabası epey trajikomik tabii. David, kat etmesi gereken yolları çoktan kaçırmış olduğunu her hareketinde belli ediyor. Ama bir taraftan da deneyimli oğlandan daha olgun bir yanı var. Mesela Kurt, hetero dünyanın ikili kodlarına boyun eğercesine hangi pozisyonda seks yaptığını soruyor. David’in yanıtıysa ortada bir yerde. Çok yönlü olduğunu söylüyor.

Yeni bir cenaze kaldırılmadığından herkesin ekran süresinin uzadığı bölümde Ruth da benzer bir ikilik yaşıyor. Bir tarafta alıştığı, güvendiği liman, kocasından kaçıp kollarına sığındığı, zarif elli, pek kibar Hiram var. Onunla yaptığı her etkinlik bir naiflik taşıyor. Hep kendine has buluşmalarında, Hiram’ın nazik kollarında dudağını titreten, evliliğinde muhtemelen hiç tatmadığı bir heyecanı derinden hissediyor Ruth. Ama yanında çalışmaya başladığı, dul ışıltısına hayvani içgüdüleriyle yönelmekten çekinmeyen kaba Nikolai’nin ilkelliği de başka şeyleri titretiyor onda.

Ömrünün büyük kısmını tek bir bağlılık yeminine adamış Ruth için Hiram’dan başka bir ihtimal daha olduğunu görmek önemli. Çünkü Hiram’a olan hislerinin raf ömrünü doldurduğunu tam anlamıyla kabul etmiş değil. Ya da kabul ediyor, ama hayatına yeni bir ihanet daha sığdırmak istemiyor diyelim. Zira Hiram, Nathaniel Sr. hayattayken lezzetli ama yasak bir meyveydi. Şimdi başka dallara uzanacak kadar özgür olması ise korkutuyor onu. Etkisizleştirip geride bırakması gerekenler listesine bir erkek daha ekleneceğinin farkına elbet varacak. O zamana kadar Nikolai’yla da sevişir mi, göreceğiz.

Kardeşi ve annesi libidolarına kulak verirken Nate ise kız arkadaşından neden bir haftadır ses çıkmadığını, evine gittiğinde ortalığın neden darmadağın olduğunu, salonda çırılçıplak gezen adamın orada ne yaptığını sindirmeye çalışıyor. Tabii ki Brenda filtresinden geçerek. Abartıyorsun Nate. Çok sıkıştırıyorsun Nate. Kafanda büyütüyorsun Nate. Sen kızacaksın, gerileceksin diye anlatmadım Nate. Kadın bir kere de şu adama bir oh çektiremedi. Babası öldü diye üzerinden yük kalkacağını sanırken, Nate hâlâ Brenda’nın saçmalıklarıyla uğraşıyor. Hele ki birlikte gittikleri parti…

Burada kendi deneyimlerimden hareketle de tetiklendim galiba. Babadan hiç görmediği sevgiyi ve kollanmayı, ilk aşamada şefkatli görünen başka bir kolda bulunca afallayanlar diyarının yeni üyesi Nate. Elbette onun da kusurları var, mükemmel değil. Ama o partinin bir parçası değil, olmamalı. Brenda karakterini canlandıran Rachel Griffiths’in altı sezon boyunca diziden ayrılmadığını bildiğim için de ayrıca gerginim. Ben her türlü darbeyi yiyerek bir şekilde kurtuldum Nate, sen de yap ne olur. Altı sezon boyunca böyle üzülmek istemiyorum!

Claire’in izcilik maceralarına da değinelim kapatmadan. Asi ergen tavırlarını çok da benimsemiyor olsa da hayat onu ısrarla buralara sürüklüyor. Yanlış insanlarla arkadaşlık etmekte ya da yanlış birine güvenmekte bir dünya markası olduğunu bir kez daha kanıtladığı gezide, bu konudaki başarısızlığını hatırlatan bir deneyimle meşgul ediyor bizi. Gezinin sürprizi ise hiç beklemediği bir anda Parker’dan gelen zeytin dalı. En azından bulaşacağı belalarda yanında artık yeni bir yoldaşı olacak diyelim.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version