Dizi Eleştirisi

House of Guinness (1. Sezon): Sisli Erkek Rüyası

Yayınlandı

on

HOUSE OF GUINNESS | Yaratıcı: Steven Knight | Oyuncular: Anthony Boyle, Louis Partridge, Emily Fairn, Fionn O’Shea, David Wilmot, James Norton, Jack Gleeson, Niamh McCormack, Seamus O’Hara, Dervla Kirwan, Michael McElhatton, Danielle Galligan, Hilda Fay, Cassian Bilton, Ann Skelly | 49~55′ | Netflix

Kurtlar Vadisi’nin yerli dizi piyasası ve ilk gençliğini yaşayan erkek nüfusu üzerinde bıraktığı tahribat misali, Peaky Blinders da ataerkil kodlarla yazılmış tarih dizilerinin sayısını artırıp uluslararası “geçerli” erkek imajına birbirinden korkunç saç modelleriyle neo-İrlandalı bir dokunuş yaparak geri dönülmez bir hasara yol açtı. Elde ettiği başarının ardından Taboo ve A Thousand Blows gibi diğer televizyon işlerinde Blinders’da tutmuş formülleri yineleyen senarist Steven Knight, şimdi de Netflix bünyesinde House of Guinness ile aynı fanteziyi bir kez daha satmaya soyunuyor. Bu defa 19. yüzyıl İrlanda’sındayız. Guinness biralarının sahibi olan ailede baba ölünce, keskin direktiflerle dolu yazılı bir vasiyet aracılığıyla dört çocuğunun kaderini kendi elleriyle çiziyor. En büyükler Arthur (Anthony Boyle) ve Edward (Louis Partridge), üretime mutlaka birlikte devam etmek zorunda. Dahası, bu mali güce bir de siyasi kariyer ekleme derdindeler. Tek kız Anne (Emily Fairn) bir din adamıyla evli olduğu için tamamen göz ardı edilmiş. Kumar ve içkiye kendini teslim eden Benjamin (Fionn O’Shea) ise ne vasiyette, ne de aile beklentilerinde yer bulabiliyor. Bir yanda şehri yöneten zengin aile, diğer yanda giderek yoksullaşan vatansever İrlandalılar… Tüm bu kaosun orta yerinde ise Guinness kardeşler, metresleri ve günahlarıyla dışarıya kapalı ama içeride herkesin her şeyi bildiği bir hayat sürüyor.

Netflix için tasarlandığı her hâlinden belli dizinin pazarladığı şey elbette bir ıslak erkek rüyası. Ancak bu defa ana karakterlerden birinin eşcinsel olması sayesinde, aynı kitle tarafından tam da “Netflix işi” olarak yaftalanacağı da neredeyse garanti. Erkekler, miraslarını ve soyadlarını korumak uğruna doğru evlilikler yapmakla yükümlü. Bu uğurda aile büyükleri dahil herkes seferber oluyor. Fakat kâğıt üzerinde kalana, konu komşuya göstermelik bağlılık yeminlerinin arkasında birbirinden renkli yatak ve gönül maceraları gizli. Tabii ki beyler çok yakışıklı, kadınlar inanılmaz güzel ve neredeyse hepsi de birbirine benzeyen bir porselen bebek serisi gibi. Aradan iki yüz yıl geçtiği düşünülürse, akıl almaz cinsiyet eşitsizliğine itiraz etmenin bir anlamı yok tabii. Ama her kadın “Guinness metresi” (dizinin kendi uydurduğu tabir) olmaya dünden razı. Üstelik bu boyun eğişin kayda değer bir karşılığı da yok seksten başka. Bir tek lavanta evliliği kabul eden Lady Olivia (Danielle Galligan), ailenin bekçi köpeği Rafferty (James Norton) ile gününü gün ediyor, o kadar.

Çağdaş müzikler ve sert kurguyla diziye karakter kazandırılmaya çalışılsa da, Steven Knight’ın elini sürdüğü her iş gibi burada da daha en başından neler yaşayacağımızı kestirebiliyoruz. Hangi silahın patlayacağı, hangi âşığın Guinness mirasçısına ihanet edeceği, örgütlenebiliyor olmalarına rağmen sadece alkolün bulunduğu mekânlarda gürültü çıkarmaktan öteye geçemiyor gibi resmedilen özgürlükçü işçi sınıfının neleri tetikleyebileceği baştan belli. Üstelik Knight, bu kez derdinin arka planda ne olduğunu göstermekle ilgilenmediğini açıkça hissettiriyor. Başarılı kostümler, özenli setler, sisli bir sinematografi ve Guinness ailesini konu almasına rağmen ortalıkta doğru dürüst bira bile göstermeyen bu sanal reklamlı dizi tek bir şeyin peşinde: Libidonuzla oynamak. Fakat bunu bir Starz dizisi gibi grafik seks sahneleriyle yapmaya da yanaşmıyor. Şehveti havada asılı tutup sizin yakalamanızı buyuran, göstermeyi değil yalnızca ima etmeyi tercih eden, hatta Netflix kumandası yanlışlıkla çocuğunuzun eline geçse bile onun yanlışlıkla yeni bir şey öğrenemeyeceği kadar edepli (!) bir muhafazakârlıkta bir anlatı kuruyor.

Guinness ailesinin İrlanda ekonomisine uzun vadede ne tür bir katkısı olmuştur, hiçbir fikrim yok. Dizi bunu anlatmadığı gibi merak etmemi de sağlamadığı için araştırmaya da girişmedim. Yalnız şunu söyleyebilirim; bira imalathanesinin şöhretini okyanus ötesine taşımak ve bu ünün devamlılığını sağlamak uğruna gözünü hiçbir şey görmeyen ailenin dışarıdan aldığı darbelerde, Knight’ın kalemi belki de gerçekten sermayeyi kolluyor olabilir. Aslında “kollamak” da fazla iddialı. Daha ziyade fikir sahibi olmamak bu. Yolsuzluğun, adam kayırmanın, parayla adaleti satın almanın her şeyin önünde olduğu bir dünya tarihsel olarak uzak ama kavramsal olarak hâlâ çok tanıdık. Buna rağmen Knight, bu alanlara uğramaya bile yeltenmiyor. Onun yerine başkaldıran hanım kızımızın güzelliğiyle büyülenmemizi, Guinness oğullarından biriyle yattığında kalp çarpıntısı yaşamamızı istiyor. Kızın vasıfsız ağabeyi bile öyle beceriksiz bir karakter olarak yazılmış ki…

Game of Thrones’un Joffrey’si olarak tanıdığımız Jack Gleeson’ın da ne işe yaradığını anlamadığım bir karakterle göründüğü dizide, bugünün genç Britanyalı yıldızları arz-ı endam edip hatırı sayılır performanslar çıkarıyor. Anthony Boyle ve James Norton’ı uzun uzun bakmak her daim keyifli. Louis Partridge’i ise Disclaimer’da izledikten sonra daha neler yapabileceğini merak ediyordum, House of Guinness bu konuda biraz fikir vermiş oldu. Yine de umut vaat eden bu yeteneklerin, ya da hakkı yeterince teslim edilmemişlerin diyelim, tüm o şehvet yığınının içinde yapabilecekleri epey sınırlı. Eşleri ve metresleriyle kurdukları ilişkiler ayrı ayrı açıklanmadığı için gelgitli tavırları da havada kalıyor. Hele finalde, ailenin fiyakalı gayi Arthur’un eşine uyguladığı anlamsız zulmün hiçbir şekilde arkası doldurulmamış. “Köyde su yok ama sizin evde buz var.” gibi sosyal gözlemlerini en ilkel biçimde dile getirmekten fazlasına yeltenmeyen, seyircisini yalnızca görsel ve sansürlü de olsa yasak ilişkilerle doyurmaya ant içmiş bir dizi arıyorsanız tabii, House of Guinness’den başka bir yöne bakmanıza gerek yok.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version