Eleştiri

Sirāt: Kim Medeni, Kim Bedevi?

Yayınlandı

on

SIRĀT | Yönetmen: Oliver Laxe | Oyuncular: Sergi López, Bruno Núñez Arjona, Richard Bellamy, Stefania Gadda, Joshua Liam Henderson, Tonin Janvier, Jade Oukid | Senaryo: Santiago Fillol, Oliver Laxe | İspanya, Fransa | 115′ | Aksiyon, Macera, Drama, Gizem, Gerilim

Prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nden Jüri Ödülü’yle dönen Sirāt’ta İspanyol yönetmen Oliver Laxe, bizi Mad Max’i andıran Fas çöllerine götürüyor. Kulakları zorlayan bir bas müzik eşliğinde, bedenlerini ritme teslim etmiş bir grup rave düşkününün coşkusuna tanık oluyoruz. Kalabalığın arasında, elinde el ilanlarıyla kayıp kızını arayan endişeli bir baba ve oğlu Esteban beliriyor. Altı ay önce evi terk eden ve o zamandan beri haber alınamayan Mar’ın bir çöl partisinde görüldüğü söylentisi, onları hiç ait olmadıkları bu dünyaya sürüklüyor. Burada da, basa ve artık kim bilir hangi kimyasallara karşı koyup hâlâ ayık kalabilmiş birkaç kişinin Moritanya’daki başka bir partiye gitmeye hazırlandıklarını öğrenince, Batı Sahra’nın tehlikeli topraklarından geçen bir yolculuk başlıyor. Önde, buraya gelmek için her türlü hazırlığı yapmış berduşların minibüsle karavan arası araçları, arkadaysa baba oğulun umutla kum denizinin ortasına sürdüğü arabalarıyla sinemaya yaraşır bir görsel ve işitsel şölenin içine düşüyoruz. Ve Laxe bununla yetinmeyip, dünyanın alternatif bir sona sürüklendiği hissini uyandıran zamansız anlatımıyla filmi hiç beklemediğimiz uçurumların kıyısına taşıyor.

Adını, bizim dilimizde de maddi ve manevi bir arınmanın ardından cennete varmadan önce geçilecek sınavı simgeleyen Sırat Köprüsü’nden alıyor film. Laxe’in insandan daha büyük, yüce bir güçle kurduğu ilişki de anlatının temelini oluşturuyor zaten. Saçlarımızı okşayan rüzgârın, kirpiklerimize dolan kumun ve onları harmanlayan müziğin yarattığı atmosfer, açıklanması mümkün olmayan bir alana geçildiğinde sezgilerimizle oynamayı sürdürüyor. Sirāt, yılın bir sinema salonunda (hem de iyi bir ses sistemine sahip olanlarından birinde) deneyimlenmeyi hak eden ender filmlerinden biri. “Kötü”sünü asla göstermemesi de bu yüzden anlamlı. Mar’ı bu hayata gönül vermeye iten şeyin ne olduğunu ya da onu buraya kimlerin sürüklediğini bilmiyoruz. Film, canavarını karanlıkta tutuyor. Tıpkı beslendiği maneviyatın ütopyaya yakın külliyatı gibi, ete kemiğe bürünmeden kalıyor.

Başta kötüsünü ya da suçlusunu netleştirmeyen bu arayıştaki bütün detaylar, kanıksanmış bir tarihi aşındırma niyetini taşıyor. Partinin askerlerce basılıp dağıtılması, Moritanya’ya geçmek isteyen araçların durdurulmaya çalışılması ve ansızın patlayan mayınların eşlik ettiği ölümler… Sirāt, tüm bu huzursuzlukların arasında bizi Batı Sahra’nın geçmişine doğru da sürüklüyor ister istemez. Sahravi Arap Demokratik Cumhuriyeti’nin varlığına dokunan bir filmi, bir zamanlar bu topraklarda kolonyalist hükmünü sürmüş bir milletin yönetmeninin çekmiş olması elbette tesadüf değil. Kaybedilmiş cenneti ziyaret eden Laxe, çöle ruh kazandıran, etrafındaki dünyaya duyarlı ve tüm kalıpları yıkan o parti bağımlılarını, kızını arayan bir babanın hikâyesine yerleştirerek anlatısını dönüştürüyor. Film, böylece kimin medeni, kimin bedevi olduğu tartışmasına sarsıcı bir boyut kazandırıyor.

Çölde LSD’li dışkıyla kafayı bulan köpekten, EDM’in ham enerjisinden kusursuz bir ses tasarımı çıkaran ilk yarının ardından, Laxe bu kez siyasetin sınırların arasında sessizliğe gömdüğü kalabalıklara yöneliyor. Sert bir geçiş bu. Hasarlı hoparlörlerden yankılanan müzikler bir yerden sonra geri planda kalsa da, yönetmen bizi yine baslarla sarhoş ederek başladığı yerden alıp bu defa adrenalinle dolduruyor, vitesi iyice yükseltiyor. Seyircisini buna ne kadar hazırladığıysa tartışmalı. Esteban ile babasının arabasının çölün jeolojik yapısında zorlanacağını belli etse de, biz çoktan ailenin kayıp kızını bulma motivasyonuna tutunmuş durumdayız. Bu yüzden, kayalıkların ardında yeni bir partinin bizi beklediği umudunu içimizde taşıyarak kaousun içindeki bilinçli yönsüzlüğü de kavramakta geç kalıyoruz ve Laxe’in itişiyle kendimizi uçurumdan aşağı, mayınların tam ortasında buluyoruz.

Sirāt, bir masal gibi ama Grimm Kardeşler’in kaleminden çıkmışçasına tuhaf ve ürkütücü. Bastığı toprağı onunla bütünleşecek kadar iyi tanıyanları, çölü sahipsiz ve hayatsız bırakmak uğruna lime lime etmeye ant içmişlerin ne kadar korkutucu varlıklar olduğunu hatırlatacak kadar da cesur. En ilkel yolları tercih ettiği için benzersiz. Diyalogdan çok yapıyı, olay örgüsünden ziyade duyusal bütünlüğü önceleme riskinden asla kaçınmıyor. Bu nedenle Sirāt’ı yalnızca bir film olarak değil, göz açıcı bir deneyim olarak görmekte de fayda var. Laxe, bilmeyene duyurmayı, tarihini paylaşanı dansına ortak etmeyi amaçlarken, tehlikenin tam ortasına da hep birlikte yürümemizi savunuyor.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version