Takip et

Eleştiri

Öldürdüğün Şeyler: Babadan Oğula

tarihinde yayınlandı.

Öldürdüğün Şeyler

ÖLDÜRDÜĞÜN ŞEYLER (The Things You Kill) | Yönetmen & Senaryo: Alireza Khatami | Oyuncular: Ekin Koç, Erkan Kolçak Köstendil, Hazar Ergüçlü, Ercan Kesal, Selen Kurtaran, İpek Türktan, Serhat Nalbantoğlu, Ayşen Sümercan | Fransa, Polonya, Kanada, Türkiye | 114′ | Drama, Gerilim

Öldürdüğün ŞeylerPrömiyerini yılın başında Sundance’te yapan Öldürdüğün Şeyler (İngilizce adıyla The Things You Kill), elde ettiği eleştirel başarıyla Türkiye’nin Oscar adayı olma sohbetlerinde sıkça anılmıştı. Ancak İran asıllı yönetmen Alireza Khatami’nin yazıp yönettiği, çekimleri Türkiye’de gerçekleşen ve tamamında Türkçe konuşulan film, Khatami’nin vatandaşı olduğu Kanada tarafından gönderildi Oscar’ın En İyi Uluslararası Film dalına. Film, varoluşumuzla ilgili ters giden her şeyin sorumluluğunu babalarımıza yükleme eğilimini merkezine alan bir hikâye anlatıyor. Eşiyle (Hazar Ergüçlü) çocuk sahibi olmaya çalışan öğretim görevlisi Ali’nin (Ekin Koç) yürümekte zorlanan yaşlı annesini ziyaretiyle açılıyor perde. Evin tuvaletini temizlemekten annesini yıkamaya kadar her işe koşan Ali’nin huzuru, babasının (Ercan Kesal) eve gelişiyle bozuluyor ve aralarındaki sorunlu ilişkinin izleri hemen beliriyor. Boş zamanlarını Ankara–Çankırı arasında bir vadideki bahçesinde geçirirken annesinin ani ölümüyle sarsılan Ali, babasının bu ölümde payı olabileceğinden şüphelenmeye başlıyor. Aynı anda sperm sayısının düşüklüğünü eşinden gizleyen, bahçesindeki kuyu derinliğini yetersiz bulan yabancıyı hızlıca bahçıvan olarak işe alan, üniversitede dersinin bir dönem sonra açılmayacak olması sebebiyle huzursuzlaşan ve hepsinin üstüne babasının hayatında başka bir kadın olduğunu öğrenen Ali, giderek karanlığın içine sürükleniyor.

Öldürdüğün Şeyler tipik bir erillik manzarası çiziyor. Film geçmişi katman katman açtıkça, Ali’nin babasından uzaklaşmak için Amerika’ya gittiğini, bu süreçte annesinden de koparak şimdi gösterdiği aşırı şefkatin aslında kaçırdığı yılların telafisi olduğunu kız kardeşlerinin ağzından öğreniyoruz. Bahçe, Ali’nin kendi Amerika’sı âdeta, babasından devraldığı “erkeklik” kodlarını yerine getirememenin ağırlığını taşıdığı, ama yine de nefes alabildiği bir alan. Ezberlenmiş kurallara göre düşünürsek, Ali çocuk sahibi olamayacak kadar “aciz”, ailesine bakamayacak kadar “yetersiz” bir erkek. Hüküm sürebildiğini sandığı tek yer, o kupkuru dağların ortasındaki üç karış toprak parçası. Fakat orada bile hayatın kontrolü elinde tutamıyor. İşin doğrusunu bilmediği, rüşvet verip kuralları esnetemediği için yeterince derin kuyu açtıramaması sebebiyle yeteri miktarda sulayamıyor toprağı. Bu gerçeği de bir anda hayatına giren Reza’nın (Erkan Kolçak Köstendil) gelişiyle öğreniyor.

Öldürdüğün Şeyler

Ali’nin bütün suçu babasına yükleyip kendini rahatlattığı dönüm noktasının ardından film ilginç bir viraja giriyor. Khatami, iki karakter arasındaki sınırları bulanıklaştırarak Reza’yı Ali’ye, Ali’yi ise köpek kulübesine tasmayla bağlanan bir figüre dönüştürüyor. Kendi adını paylaştırdığı karakterlerinin aslında tek bir bedenin içinde nefes aldığını görüyoruz burada. Mesaj açık: Her erkeğin içinde hem babasının izinden gitmeye direnen, hem de babasına dönüşmekten kaçamayan bir yan var. Hatta filmdeki baba figürünü düşünürsek, Khatami erkeklerin birer canavara dönüşme olasılığına da ürkütücü bir yakınlıkla bakıyor. Bu varsayımını bütünüyle gerçek kılmak için de ana karakterinin elini kana bulamaktan çekinmiyor. Taşkın bir köpeğe söz geçirmek, eşinin sorularından kaçmak için bahçedeki kulübeye sığınmak, ya da yurt dışına gitmek isteyen öğrencisinin referans almak için yaptığı üstü kapalı davetini geri çevirmek gibi küçük zaferlerle sarhoş olan Ali, kendi toksik erkeklik algısında hem av hem de avcıya dönüşüyor.

Khatami’nin, toplumun erkeklere dayattığı cinsiyet rolleri üzerine söyleyecek çok şeyi olduğu açık. Ancak bu rollere gerçekten bir itirazı var mı, bundan o kadar emin değilim. İran sinemasında ve bizde Nuri Bilge Ceylan filmlerinde de rastladığımız o derin, adı konmamış huzursuzluğun içinden süzülen bir hayatta kalma öyküsü izliyor olsak da Öldürdüğün Şeyler, Ali, onun içindeki Reza ve tüm bu girdabın merkezindeki baba dışında, özellikle de kadın karakterleri söz konusu olduğunda epey özensiz kalıyor. Bunu erkek egemen kültürün kadın imgesine daima kutsallık atfeden, eşlik ve annelik dışında bir alan tanımayan yapısıyla açıklamak mümkün elbette. Ama bu da sonucu değiştiren bir argüman değil. Filmdeki kadınlar düpedüz kötü yazılmış. Annenin çaresizliği ya da eşinin istediği olmayınca bavullarını toplayıp kapıya dayanması gibi yavan detaylar, Khatami’nin daha iyi kurduğu iktidar tablosunun yanında fazlasıyla zayıf kalıyor.

Ferit Karahan’ın Okul Tıraşı ve Emin Alper’in Kurak Günler’inden Succession’daki konuk oyunculuğa uzanan çizgide, kendi kuşağının en ilgi çekici kariyerlerinden birini kuran Ekin Koç, lokomotif performansıyla filmin bel kemiğini oluşturuyor. Öyle ki, aynı bedeni paylaşan Erkan Kolçak Köstendil’in sahneleri geldiğinde bile Koç’un eksikliğini hissediyoruz. Ne var ki metinde kadın karakterleri yazmaya sıra geldiğinde belirginleşen o tembellik, her birine neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyleten ruhsuz anlatıcı sesi, oyuncu seçimlerinde de kendini belli ediyor. Özellikle kız kardeşler ve hala karakterlerinde, filmin genel tonuyla hiç uyuşmayan, düpedüz zayıf performanslar izliyoruz. Taşra havasını şehre taşımayı başaran film yine de bunu “sandviç” yapısıyla kısmen telafi ediyor denebilir. Güçlü bir başlangıç, kadın karakterler aracılığıyla elinin zayıfladığını fark ettiğimiz bir gelişme bölümü ve ne yaparsak yapalım içimizden babamızın izlerini silemediğimizi, onun kapıyı kırarcasına varlığını hatırlattığını ima eden etkileyici bir final.


Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin