Dizi Eleştirisi

Monster: The Ed Gein Story (Mini Dizi): Ryan Murphy ve Günah Galerisi

Yayınlandı

on

MONSTER: THE ED GEIN STORY (Canavar: Ed Gein’in Hikâyesi) | Yaratıcı: Ian Brennan | Oyuncular: Charlie Hunnam, Suzanna Son, Vicky Krieps, Laurie Metcalf, Tom Hollander, Robin Weigert, Charlie Hall, Tyler Jacob Moore, Alanna Darby, Olivia Williams, Joey Pollari, Mimi Kennedy, Rondi Reed, Addison Rae, Jackie Kay, Lesley Manville, Elliott Gould | 48~65′ | Netflix

Ryan Murphy’nin antoloji dizisi Monster’ın ilk iki sezonunu izlememeyi tercih edenlerdenim. The Jeffrey Dahmer Story, tam da bağıra çağıra renklerimi gösterdiğim bir dönemde yayınlandı ve açıkçası bohçama yeni bir anksiyete eklemek istemedim. Lyle ve Erik Menendez’in hikâyesini ise yıllar önce Law & Order’ın Edie Falco’lu özel True Crime sezonunda izlemiş, tüm ayrıntılarını öğrenmiştim zaten. Murphy’nin, yalnızca libidosuna kulak verip iki kardeş arasında ensest bir ilişki olduğunu ima ederek hikâyeyi “sansasyonel” bir yere taşıma tehlikesinin farkında olduğumdan, bu sezonu da pas geçtim. Dolayısıyla Ed Gein’lı yeni sezonun başına neden oturduğumu ben de bilmiyorum. Üstelik Murphy’nin beyaz oğlanların kaslarına odaklanan, çoğu zaman aklıyla değil bacak arasıyla düşünen dizilerine yıllar içinde bir savunma mekanizması da geliştirdim. American Horror Story’nin düştüğü içler acısı hâl, Glee’nin perde arkasında yaşananlar ve genç kadrosunda bıraktığı kalıcı hasarlar, ya da ardı arkası kesilmeyen azgın, anlamsız ve temsiliyeti tek bir gay erkek tipine hapseden yapımları… Artık göz ardı edilemeyecek kadar abarttığı bir noktaya erişti Murphy. Alfred Hitchcock’un Psycho’sundan Tobe Hooper’ın The Texas Chainsaw Massacre’ına kadar birçok korku klasiğine ilham vermiş korkunç şahıs Ed Gein’ı anlattığı üçüncü Monster sezonu da Murphy’nin günah galerisine eklenen en yeni halka.

Queer as Folk’un Britanya versiyonunu yeni izleyip Charlie Hunnam’a hafif bir zaaf geliştirdiğim bir dönemde karşıma çıkan Monster: The Ed Gein Story, Amerikan tarihinin en vahşi katillerinden birini taşıyor ekrana. Ed Gein, elleriyle öldürdüğü kadın sayısı iki olsa da, mezarlardan çıkardığı ölü bedenleri tahrip ederek “Plainfield Kasabı” adını almış bir figür. Dizi, hızlıca annesiyle olan tuhaf bağını açığa çıkarıyor. Kocasından gördüğü muamele yüzünden erkeklere karşı tiksinti duyan, inançlarına sıkı sıkıya bağlı bir kadın, oğlunu da hiçbir kadına el sürmeden “saf” yetiştirmeye çalışıyor. Ancak tıpkı evi terk eden babası gibi annesini de bir sinir krizi sırasında kaybeden Ed’in iç dünyasında, kadın iç çamaşırları ve peruklarla ifadesini bulan bir beden disforisi var. Bir garip sesi, asla tekin olmayan tavırlarıyla tüyleri diken diken eden bu manyak, koca evde yalnız kaldığında da giderek daha rahatsız edici ilişkiler yaşamaya başlıyor.

Hitchcock’un sinemaya uyarladığı Psycho’nun kaynağı, 1959 tarihli Robert Bloch romanı aslında. İkonik Norman Bates karakterinin neredeyse her ayrıntısı Ed Gein’ın yaşamından esinlenerek kaleme alınmış. Dolayısıyla Amerikan toplumunda bir dönem infial yaratan bu katilin, gerçek suç türündeki bir antoloji dizisi için “zengin” bir kaynak olduğu ortada. Ryan Murphy ve şürekâsı, Gein aracılığıyla yalnızca Anthony Perkins’in kariyerine ve Tab Hunter gibi Hollywood’un ötekileştirilmiş eşcinsel aktörlerine dokunmakla kalmıyor, aynı zamanda Gein’ın psikolojisinde annesinin aşırı korumacılığının yanı sıra, II. Dünya Savaşı’na ait görüntülere erken yaşta maruz kalmanın bir jenerasyonu nasıl derinden yaraladığını da tartışıyor. Bu tür canilere duyulan bitmek bilmez ilginin, popüler kültürde bıraktığı izleri kayda geçiriyor. Her bölümün Gein’ın başka bir vakasına ve bunun Amerika üzerindeki etkisine odaklanması da yapısal açıdan sade ama etkili bir tercih olmuş.

Hunnam’ın herkese hitap etmeyen oyunculuk tercihleriyle öncüllerinden ayrılan bu yapımın temel sorunu şu: Ryan Murphy, tam olarak eleştirdiği düzenin artık yeni patronu olduğunun farkında değil. Amerika’nın geçmişine spor tarihiyle (American Sports Story), yüksek profilli suç dosyalarıyla (American Crime Story), meşhur itişmelerle (Feud) ve şimdi de canavardan bozma katillerle (Monster) bakan Murphy, kamuya mal olmuş olaylarda şöhretin doğasını sorgularken bir dönem halkın ve medyanın bu “ünlülük” müessesesini nasıl da yanlış yücelttiğini sert biçimde eleştiriyordu. Ancak Ed Gein Story, neredeyse tüm suçlarının sorumluluğunu annesine yükleyen, Pose gibi bir temsiliyet zirvesine imza atmış bir yapımcının elinden çıkmasına rağmen Gein’ın olası trans kimliğiyle ölmüş kadınların derilerini yüzmesi arasında tehlikeli bağlamlar kuran, üstelik bu caniliği izletmekten açıkça haz duyan, son derece kötü niyetli bir dizi.

Kaç sezondur, aklını yitirmiş canavarları yakışıklı aktörlere teslim edip onları yanlış anlaşılmış, hatta “özünde saf” varlıklar olarak resmediyor Murphy. Seriyi Ian Brennan’a emanet ettiği Ed Gein’da artık bu bayağılık iyice ayyuka çıkmış. Laurie Metcalf ve Lesley Manville gibi duayenlerin yanı sıra Joey Pollard, Charlie Hall, Suzanna Son ve nice genç ismin hatırı sayılır performansları bizi sinir krizi geçirmeden Mindhunter kılığındaki finale ulaştırsa da, artık affedilemez günahlar işleyen ve tüm motivasyonlarını sorgulatan Ryan Murphy’nin yaratıcı ehliyetinin elinden alınması şart. Bu maskaralığı da Alfred Hitchcock’un, Anthony Perkins set sırasında sürekli hastalanınca verdiği bir yanıtla kamufle etmeye çalışmışlar. Sorun anlatanda değil, bunu merakla izleyende diyor kısacası dizi. Ama bu numaralar artık çok eskidi. Sorun, devrin değiştiğini fark etmeyende, suçu hep başkasında arayanda, anlatısındaki her sorunlu tercihi yüzeysel bahanelerle savuşturanda ve tabii, Ed Gein’a karşı bizden bir sempati talep edende sayın Murphy.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version