Takip et

Eleştiri

Thunderbolts: Mış Gibi Sinema

tarihinde yayınlandı.

Thunderbolts

THUNDERBOLTS | Yönetmen: Jake Schreier | Oyuncular: Florence Pugh, Sebastian Stan, Wyatt Russell, Olga Kurylenko, Lewis Pullman, Geraldine Viswanathan, Chris Bauer, Wendell Pierce, David Harbour, Hannah John-Kamen, Julia Louis-Dreyfus | Senaryo: Eric Pearson, Joanna Calo | ABD, Avustralya, Kanada | 127′ | Aksiyon, Fantastik, Drama

ThunderboltsMarvel evreninin sinemadaki işgalini sönümlendiren her gelişme, Martin Scorsese kadar beni de sevindiriyor açıkçası. Aynı formülle kendini tüketen ve Disney+ için kimsenin takip etmeye gücünün yetmeyeceği kadar çok sayıda dizi üreten Marvel, Russo kardeşlerin birbirinden feci açıklamalarıyla artık sinema için ölümden başka bir şey ifade etmediğini tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Geride yalnızca çizgi roman hayranlarını ve ne acıdır ki sinemayla MCU sayesinde tanışmış sübyanları bıraktık. Ama bu iki grup da, dev bütçelere ve eleştirel başarısızlığa rağmen bu çürüyen evreni ayakta tutabilecek kadar kalabalık değil. Beşinci safhadan altıncıya geçmeye hazırlanan Marvel sinematik evreninin üstüne çoktan sifon çektik bile. Antikahramanları bir araya getirerek Suicide Squad misali yeni bir takım kuran Thunderbolts, vizyon öncesinde “bağımsız film gibi”, “Marvel geri döndü”, “uzun zamandır bu kadar iyisi çıkmamıştı” gibi çaresiz pazarlama yalanlarıyla sunulduysa da aynı bataklıkta debelenip duruyor. Bolca görsel efekt, her kusuru sergileyen deri tulumlar ve yaralı ruhlar eşliğinde, depresyonu kötü kahramana çeviren bu kısmen yeni fikir de, ne yazık ki önceki filmlerden farksız.

Scarlett Johansson’ın canlandırdığı merhum Black Widow’un kız kardeşi olarak hayatımıza giren Yelena (Florence Pugh), son görevinde patronu Valentina’nın (Julia Louis-Dreyfus) emriyle, birbirlerini öldürmesi beklenen bir grup süper/kötü kahramanla aynı kapana kısıldığını fark ediyor. Kaçışın neredeyse imkânsız olduğu bu karargahtan birlikte tüymeye çalışırken, kobay Bob’un (Lewis Pullman) hikâyeye dahil olmasıyla Thunderbolts’un şablonu iyice belirginleşiyor: Aslında dertleri birbirleriyle değil, kendileriyle. Kimlik sahtekârlığından düpedüz yağmacılığa uzanan bir günahlar karmasını sırtlanan bu sözde kötüler, Bob’un el vermesiyle geçmişlerindeki travmalara ışınlanarak üç boyutlu karakterlere de dönüşüyor neyse ki. John Walker (Wyatt Russell) ve Ghost’u (Hannah John-Kamen) hatırlamak için Google’a başvurmamız gerektiğini bilen Marvel, kadroya tanıdık bir yüzü, artık kötülüğüne kimsenin inanmadığı Bucky Barnes’ı (Sebastian Stan) da sıkıştırıvermiş. Hani olur da yabancılık çekerseniz diye, bu hikâyeyle uzaktan yakından ilgisi olmayan Winter Soldier da sahne alıyor kısacası.

Thunderbolts

Marvel, anlamsız çatışmalar zincirine gelen eleştirileri dikkate almış olacak ki bu kez elini biraz artırmış. Vurdu kırdı yine eksik değil, ama iç çatışmalar daha çok ön planda. Ne var ki bu defa da, karakterlerin iç dünyasına gösterdiği özenin yarısını dış dünyadaki hikâyeye göstermiyor. B takımı, ellerindeki silahı yere koyup ortak bir paydada buluştuğu andan itibaren, onları aynı yola sürükleyen nedenler hakkında Thunderbolts yalnızca muğlak ifadeler geveleyip duruyor. Şiddeti estetize eden o bildik tavır bu kez rafa kaldırılmış. Aksiyonun temposunu bütçe değil, merkezdeki karakterlerin bu evrende başlarına gelen hakikatler belirliyor, evet. Ancak filmin “başka bir filme” benzeme çabası, sanki küçük bir stüdyonun bağımsız işiymiş gibi görünme arzusu onu Disney+’taki izlenmeyen MCU dizilerine dönüştürüyor. Görsel olarak da, öykünün ölçeği bakımından da tek bölümde kenara atılıp bir sonraki haftaya geçilebilecek kadar önemsiz bir koşturmaca izliyoruz. Bir de, üzerine basa basa işlediği kaygı bozukluğu, kronik mutsuzluk ve depresyon teması var ki…

Marvel evreninin olduğu gibi kalmasına, bir eğlence parkı deneyiminin sınırlarını aşmamasına açıkçası benim bir itirazım yok. Sinema olarak görülmemeye içerleyen, darılan asıl isim Kevin Feige. Thunderbolts da bir devri kapatırken — ki bunu da Wikipedia’dan öğrendim, yoksa safhaları takip ettiğim sanılmasın — ciddiye alınmayı o kadar arzuluyor ki, anlatının son yarım saatinde Florence Pugh ve Lewis Pullman eşliğinde, uzun uzun, o dakikaya kadar kullanageldiği pek anlaşılır metaforları (!) açıklamaya girişiyor. Depresyon ve benzeri ruhsal sarsıntıların öfkeyle ya da yalnızlıkla bertaraf edilemeyeceğinin altını çizen finalinde bile, karakterlerden birinin seyirciye dönüp “Nasıl da iyi düşünmüşüz, değil mi?” bakışı atmasından korktum bir an. Bu gövde gösterisine gelene kadar keşke Yelena’nın Bob’ı bu kadar çabuk sahiplenmesini de açıklayabilseymiş film. Oysa Black Widow’la aralarındaki paraleli kurmak hiç zor değil. Ama babasıyla filtresiz yüzleştiği sahnedeki aceleci tavrını da düşününce, Thunderbolts’un çapını pek büyütememesi şaşırtmıyor.

Thunderbolts

Çaba güzel şey elbette; fakat her emek verenin başarıya ulaşacağına dair bir kaide yok. Thunderbolts’un da yenilenmek ve özgünleşmek için gösterdiği eforu takdir etmekten öteye geçemiyorum. O ucuz mizahın arka planı değişse de sonuç yine aynı: Özelliksiz. Bob ve çevresindekilerin duygularıyla yüzleşme sürecindeki yüzeysellik ise Thunderbolts’u anlamak için asıl anahtar. Bir fikrin ta kendisi olmaktansa, o fikri “mış gibi” yaparak kucaklamaya çalışan film, her boşluğundan kapitalizm kokusu salıyor. Ama bakın, buna da laf çarpıyorum sanılmasın. Böylesine devasa bütçeler harcanan işlerin parayı arzulaması kadar doğal bir şey yok. Benim derdim, bunun aksini iddia etmesinde. Olduğundan başka bir şeymiş gibi davranmasında. “Olduğu gibi davrandığında da sevmiyorsunuz,” diyenlere de cevabım hazır: Hiç olmasın o zaman.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin