Oscar Sohbetleri: Sıra kimde?

Oscar Sohbetleri: Sıra kimde?

Channing Tatum (Foxcatcher)
Channing Tatum (Foxcatcher)

Uzunca bir süredir online olarak Oscar yarışını takip etmeye çalıştığım ve sizlerle de bildiğim, okuduğum, hissettiğim her şeyi paylaşmaya çalıştığım için bu seneki yarışla alakalı olarak ekstra bir şeyler karalamak istedim. Henüz sezonun çok başında olduğumuzun farkındayım. Amerikan bağımsızlarını değerlendiren Gotham Ödülleri’nin adayları haricinde elimizde bir veri yok. Eğer ki Cannes’dan ödülle dönen Bennett Miller‘ı (Foxcatcher) da “bildiklerimiz” başlığı altına ilave etseniz bile çok belirsiz bir tabloya bakıyoruz. Özellikle son birkaç yıldır Toronto ve Telluride gibi iki majör festival sonrası favorilerin belli olmasına o kadar alışmıştık ki, 87. Akademi Ödülleri’nde verilecek En İyi Film ödülü için tek bir kesin cümle dahi söyleyememek can sıkıyor. Ama en azından soru işaretlerimiz bir süre daha sezonun heyecanını yaşamamıza yardımcı olacak diye umuyorum.

Peki benim Oscar Boy olarak karşınıza çıktığım günden bu yana yarış hangi aylarda şekillendi diye bir düşünsek… 2009’dan başlayalım hemen. Eylül ayında hala Nine ve The Lovely Bones‘u büyük umutlarla bekliyorduk. Lakin Ekim ortasında Avatar ile The Hurt Locker‘ın iddiası kesinleşti. Yarışta Inglourious Basterds ya da Up in the Air haricinde tehdit oluşturabilecek bir filmin olmadığı kesin gibiydi. 2010’da uzunca bir süre The Social Network‘ün kazanacağını düşündük. Özellikle eleştirmen birlikleri tek bir ağızdan yılın en iyisinin The Social Network olduğunu haykırdı. Ama DGA’i Tom Hooper‘ın almasıyla birlikte düzen bozuldu ve ödül The King’s Speech‘in oldu. Yine de yarıştaki pozisyonundan emindik. Güz festivallerinde gelen tepkiler başımıza geleceklerin habercisi olmuştu.

Derken 2011’de The Artist, Mayıs ayından fitili ateşledi. Cannes’dan itibaren hep favori olarak liste başında kaldı. Çoğu sinemasever The Descendants‘ın bir sürpriz yapmasını umut ediyordu, fakat film yarışta erken havlu attı. Martin Scorsese‘nin Hugo‘su ise Akademi’nin teknik yetkinliğe fazla da aldırış etmediğinin bir başka örneğiydi. Ayrıca içerik olarak da doyurucu olmayı tam olarak başaramadı. 2012’de erken bir favoriyle yola çıktık. Ben Affleck‘in Argo‘su karşısına çıkan tüm filmleri teker teker devirdi. Önce Lincoln ve Silver Linings Playbook ile mücadele etti. Ardından geç gösterime giren Django Unchained ve Les Miserables‘ın zaaflarından yararlandı. Bir tek Zero Dark Thirty korkutuyordu; ama o da ucuz bir çamur atma kampanyasıyla yarışta geriye düştü.

Geçtiğimiz sene ise Ağustos sonunda ne konuşuyorsak yılı da öyle tamamladık. İlerleyen haftalarda Her ve The Wolf of Wall Street gibi kaliteli yapımlar sinemaseverleri doyursa da 12 Years a Slave ile Gravity arasında geçecek yarış Telluride & Toronto döneminde kendini hissettirmişti. American Hustle‘ın aldığı sayısız adaylık bu ikiliyi devirmeye yetmedi ve David O. Russell‘ın filmi törenden eli boş döndü. Yani demek istediğim o ki Ekim sonunda artık bazı şeylerden emin konuşabiliyorduk. En İyi Film ödülü için “frontrunner”lar aşağı yukarı sıralayabiliyorduk. Ama bu yıl gittiğimiz yol, daha evvel üzerinden geçtiğimiz rotayla benzerlik göstermiyor. Yarışın ön saflarında mücadele ettiği iddia edilen filmler bile o tatmin duygusunu yaşatmıyor. Tabii ben yine de teker teker seyirciyle buluşanları ve buluşacakları konuşup fırtınalar kopmadan evvel şöyle bir bakalım istiyorum olanlara, olacaklara.

Ellar Coltrane ve Ethan Hawke (Boyhood)
Ellar Coltrane ve Ethan Hawke (Boyhood)

Eleştirmenlerin ve Oscar bloggerlarının büyük bir kısmı bu yılın Boyhood‘un yılı olduğundan adı gibi emin. Peki neden? Artık En İyi Film Oscar’ının en iyiye değil en güzel pakete sahip olan filme gittiğini hepimiz gayet iyi biliyoruz. 12 Years a Slave vicdan lobisi yaptı. The Artist sinemanın köklerine saygı duruşunda bulundu. Argo, bir zamanların kum torbası Ben Affleck’in yeniden doğuşunun kutlamasıydı. The King’s Speech sinema adına oldukça karanlık geçen bir yılda seyircilerin kendilerini daha iyi hissetmelerini sağladı. The Hurt Locker küçücük bir bütçeyle imkansızı başardığı gibi ilk kez bir kadın yönetmene Oscar getirdiği için de tarih yazdı. Boyhood da işte bu söylediğim yapımlar gibi 12 yılda çekilmiş olması sebebiyle merak uyandırıyor ve ödülü alması halinde gazetelerde iyi bir manşet oluşturacak gibi gözüküyor. Peki ben bu zafere inanıyor muyum? Kesinlikle hayır.

Her ne kadar IFC Films, geçen sene Inside Llewyn Davis kampanyasında batırdığı için Boyhood’un arkasına deneyimli bir ekip getirse de kafalarda büyük soru işaretleri var. Emmy’de AMC dizileri için çalışan ödül stratejistleri Boyhood’a En İyi Film haricinde kaç adaylık almayı başaracak? En İyi Yönetmen ve En İyi Özgün Senaryo dışına çıkabileceklerine inanmakta güçlük çekiyorum. Patrica Arquette‘in kötü performansı tıpkı Oprah Winfrey gibi dışarıda kalacak gibi geliyor. Ethan Hawke zaten tam bir rüya. Filmin kurgusuna da bir şey çıkmayacağı kesin gibi. Ama ne var? Filmin paketi buram buram ödül sezonu kokuyor. “12 yılda mı çekilmiş? O zaman bu filmin senaryosunu sokaktaki sıradan bir adam bile yazabilecek olsa da alkışlamalıyız!” mantığı sonumuzu getirecek.

Keira Knightley ve Benedict Cumberbatch (The Imitation Game)
Keira Knightley ve Benedict Cumberbatch (The Imitation Game)

Eleştirmenler şimdilik Boyhood’un en büyük rakibi olarak Birdman‘i göstermekte. Venedik’ten sonra ABD’deki birkaç festivale uğrayan yapıma gelen eleştiriler de olağanüstü. Filmin üç oyuncusuna (Michael Keaton, Emma Stone ve Edward Norton) birden adaylık getireceğinden, hatta bunlardan birinin ödülü alabileceğinden kimse şüphe etmiyor. Alejandro Gonzalez Inarritu da En İyi Yönetmen kategorisinin kesinlikle en iddialı aday adaylarından biri. Lakin manşetleri süsleyebilir mi? Biraz zor. 60’ını geçmiş ihtiyar Akademi üyeleri ve yarım akıllı Amerikalı izleyici tamamı tek plan olarak çekilmiş bir filmi ne yapsın, öyle değil mi? Birdman bizim gibi sinemaseverleri duyurup yılın Black Swan’ı, Her’ü olacak gibi duruyor.

Benim şimdilik zirveye en uygun gördüğüm yapım The Imitation Game. Ödül sezonunu tek başına şekillendiren Harvey Weinstein’in gücüne hepimiz tanıklık ettik. Geçen yıl elindeki filmler zayıf olmasaydı büyük ihtimalle ana kategorilerden birinde (en azından oyuncularına) ödül getirebilirdi. Bu sene ise bambaşka bir yol izliyor. Gittiği güz festivallerinde özellikle sıradan izleyicinin kalbini çalan yapımı vizyon tarihine kadar kimsenin önüne sunmaya niyeti yok Harvey’nin. Hatta bir anda tarihi de değiştirdiler. Çünkü The Artist ile The King’s Speech’in gösterime girdiği haftada izleyiciyle buluşmasını istiyormuş. Bu da sanıyorum filme ne kadar güvenildiğini gösteriyor. Lakin Alan Turing’i anlatırken eşcinsel kimliğinden biraz uzak kalıp, homofobik bir dil kullanıldığı söyleniyor. Ki bu da Hollywood’un büyük bir kısmını oluşturan liberallerin tepkisine maruz kalabilir.

Felicity Jones ve Eddie Redmayne (The Theory of Everything)
Felicity Jones ve Eddie Redmayne (The Theory of Everything)

Konsepti biraz The Imitation Game’i andıran The Theory of Everything adını mutlaka anmamız gereken filmlerden bir diğeri. Bir başka İngiliz dahi, Stephen Hawking’in hayatı anlatılmakta filmde. Weinstein kadar büyük bir şirkette değil. Focus Features bünyesinde olması filmi geri planda tutsa da bu yılın iddialı işlerinden bir diğeri. Eklemeden de geçemeyeceğim İngiliz tarihinden önemli isimlerin biyografilerini izlediğimiz bu yılda The Imitation Game ve The Theory of Everything’in varlığı Mr. Turner‘ı egale ediyor. Bu arada Eddie Redmayne‘le ilgili güzel bir benzetme de Daniel Day-Lewis‘in My Left Foot performansı üzerinden yapılmış. Yarattığı tehlikenin ve bünyesindeki potansiyelin umarım herkes farkındadır.

Bu birbirinden önemli dört aday adayından sonra bir de Foxcatcher‘dan bahsetmek lazım tabii. Film Cannes’da beklenmedik bir başarı elde ederek En İyi Yönetmen ödülünü aldı. Herkes Steve Carell, Mark Ruffalo ve Channing Tatum‘un performanslarının ne kadar güçlü olduğunu konuşuyor. Tek problem Bennett Miller‘ın bu sefer temposunu fazla arttırmayan, aynı çizgide ilerleyip yarattığı bu gerilimle seyirciyi vuran bir film yapmış olması. Ki bu da Akademi’nin Foxcatcher ile Capote ve Moneyball kadar bağ kuramama ihtimalini güçlendiriyor. Yalnız ben yine de gereken desteği alacağına, hatta yarışın ilerleyen safhalarında Foxcatcher’ın daha da üst sıralara tırmanacağına inanıyorum. Eğer ki Carell’i yardımcı oyuncu olarak yarıştırırlarsa Tatum’a da gün doğabilir. Yalnız bu senaryoda Mark Ruffalo’nun liste dışı kalacağı kesin gibi. Gerçi yardımcı oyuncu dallarında aynı filmden iki oyuncu görme ihtimali daha yüksek.

Miles Teller ve J.K. Simmons (Whiplash)
Miles Teller ve J.K. Simmons (Whiplash)

Sundance’den ödül aldıktan aylar sonra Cannes, Toronto ve New York’a uğrayan, ardından da ABD’de gösterime giren Whiplash izleme fırsatı bulduğumuz ender aday adaylarından biri. Ben giderek büyüyen fırtınayı biraz Beasts of the Southern Wild‘a benzetiyorum. Bu kadar gürültü koparacağını zannetmediğimiz ama izleyenleri büyüleyen bir yapım. Üstelik Benh Zeitlin‘in filminden çok daha üstün niteliklere sahip. J.K. Simmons‘ın Oscar’ı için “cepte” tabirini kullansam kimse itiraz etmez diye düşünüyorum. Ve birincilik oyları sisteminden de çok kolay bir şekilde yararlanabilecek gibi duruyor. Bana kalırsa vizyon görmüş ya da festivalde / özel gösterimde izleyiciyle buluşmuş yapımlar arasında kesinlikle yarışın ilk beşinde. Sony Pictures Classics’in elinde Foxcatcher’ın da olması biraz kafaları karıştırsa da pek sorun yaratmaz diye umut ediyorum.

Gelelim Gone Girl‘e… Açık konuşayım, kitabı okumayan herkes filme ölüp bitse de o yetkin David Fincher filmlerinden biri değil benim için. Trent Reznor & Atticus Ross‘ın müzikleri kafamda sürekli çalmış, Kirk Baxter‘ın kurgusu aklımı almış değil. Fincher‘ın bir önceki filmi The Girl with the Dragon Tattoo gibi daha “commercial” sayılabilecek bir iş. Yalnız gişedeki başarısı ve beyazperdede kadın karaktere odaklı hikayelerin azalmış olması ses getirdi. Bu da bir Oscar adaylığı alınmasına yardımcı olabilir. Yalnız emin miyiz? Hayır. Unbroken, Into the Woods, Selma, A Most Violent Year ve American Sniper’ın akıbeti belli olana kadar da Gone Girl’ün adaylık alabileceğine kesin gözüyle bakamayacağız sanırım. Zaten bana kaderi The Girl with the Dragon Tattoo ile aynı olacak, Rosamund Pike haricinde birkaç adaylık daha alıp köşesine çekilecekmiş gibi geliyor.

Jessica Chastain (Interstellar)
Jessica Chastain (Interstellar)

Herkesin Oscar ihtimallerini öğrenmek istediği bir başka film de Interstellar. Şu ana kadar yapılan gösterimler sayılı olduğu için kesin bir yorumda bulunmak güç. Lakin film pek çok dalda adaylık yakalasa bile düşünüldüğü gibi En İyi Film ödülünü evine götürecek yapım olmayacak gibi gözüküyor. Inception’da da benzer yorumlar duymuştuk, ama bu sefer “Filmi anlamadık.” diyen ve hatta tekrar izleme ihtiyacı duyanların sayısı oldukça fazla. Özellikle duygusal olarak seyirciyi manipüle etmeye çalıştığı ve zorladığı söyleniyor. Yalnız bir yandan da Nolan‘ın en iyi filmi olduğu söylenmekte. İşte bu iki uçtaki yorumlar bildiğiniz gibi aday olurken filmlerin işine yaramakta. Aynısı The Wolf of Wall Street’in de başına gelmişti. Yalnız iş ödülleri kazananları belirlemeye geldiğinde hem sevilmek, hem de nefret edilmek bir dezavantaja dönüşüyor.

Hiç görülmemiş filmlere geçmeden evvel kısa kısa birkaç filmi daha anmakta yarar var. Wild ve Still Alice başrol oyuncularının başarılı performansları sayesinde mutlaka ilgi çekecektir. İkisi de başarılı uyarlamalar ve kadınlara odaklanmakta. Bu da Akademi’deki Kathryn Bigelow ve Jane Campion gibi sinemacıların lobi yapmaları için geçerli bir sebep. Henüz bir şey söylemek için erken olsa da ikisi de ihtimaller arasında. The Grand Budapest Hotel belki yılın ilk yarısında gösterime girmemiş olsa çok daha büyük şeyler başarabilirdi. Yalnız ben Moonrise Kingdom kadar iyi olmadığını ve senaryosunun pürüzlerinin de sıkıntı yarattığını düşünmekteyim. Üstelik Fox Searchlight’ın bu filme ayıracak pek vakti de yok. Inherent Vice‘ın kesinlikle Akademi’nin ağzına layık olmadığı kesinleşti. Yine de SAG gibi gruplara yapılan gösterimleri takip etmekte yarar var. Uzaktan uzaktan yarışı seyreden The Homesman ciddi bir kampanyaya ihtiyaç duyarken, Fury de unutulacak gibi gözüküyor.

Miyavi (Unbroken)
Miyavi (Unbroken)

Ve geldik yarışın tüm ritmine değiştirebilecek o filmlere… Öncelikle Unbroken ile girmek lazım söze. Her sene böyle kağıt üzerinde mükemmel bir film oluyor sezon başlamadan evvel. Bir zamanlar Revolutionary Road, Nine, War Horse, August: Osage County için de aynısını hissetmiştik. Bu sefer de karşımıza buram buram ödül kokan bir biyografi var. Angelina Jolie yönetiyor, Joel & Ethan Coen yazıyor. Hakikaten tüm ödülleri süpürüp ortalığı kasıp kavurabilir. Önümüzdeki 2-3 haftalık süreçte ilk gösterimlerini yapacağı söyleniyor bu arada. Filmle ilgili duyduğumuz tek yorum ise Domhnall Gleeson ile Miyavi‘nin harikalar yarattığı. Yalnız yarattığı aşırı beklentiyi karşılaması biraz zor olacak. Yine de Oscar’dan yana eli yüzü düzgün olduğu müddetçe başarılı olacağına inancım tam. Fırtınalar koparıp koparamayacağını hep beraber göreceğiz.

Clint Eastwood‘un heyecan yaratan fragmanıyla sezona damgasını vurmasını beklediğimiz American Sniper‘ı da sırasını bekliyor. Noel günü gösterime giriyor olması Million Dollar Baby‘nin kaderini hatırlatıyor. O yıl yarışı takip etmiş olanlar Eastwood’un son dakikada tüm dengeleri değiştirip önemli ödüllerin hepsini toparladığını hatırlar. Yakın tarihte Big Five yapmaya bu kadar yakın başka bir film olmuş muydu bilmiyorum. American Sniper ile ilgili en büyük umut Bradley Cooper tabii ki. En İyi Erkek Oyuncu yarışında hala bir boşluk var ve David O. Russell filmleriyle kariyerini baştan yazan Cooper’ın aynı düzenle yoluna devam etmesi bekleniyor. Yalnız dedikodular Eastwood’un yeni filmine çok da bel bağlamamamızı söylüyor. Ben bunlara kulak asmayıp tahminlerimde American Sniper’a yer vermeye devam edeceğim yine de.

Anna Kendrick (Into the Woods)
Anna Kendrick (Into the Woods)

Gotham Ödülleri’nde Oscar Isaac’e gelen adaylık sebebiyle aklımıza giren yeni J.C. Chandor filmi A Most Violent Year ile ilgili de çok güzel şeyler söylenmekte. Yalnız henüz resmi bir gösterim yok, sadece küçük ödül grupları ve test gösterimlerinden gelen yorumlar var elimizde. Jessica Chastain‘in bu yıl yer aldığı her filmle yarış dışı kalması A24 Films’i Chastain’i yardımcı oyuncu olarak yarıştırmaya itmiş bu arada. Tabii bu da sürekli sezonun yanlış haberlerini veren Awards Circuit’den geldiği için ne kadar güvenilir bir haber bilmiyorum. Yalnız In Contenion’ın kurucularından Kris Tapley de Chastain’i yardımcı dala atmış tahminlerinde. Eğer ki All Is Lost’u satmayı beceremeyen ekip deneyimlerinden yararlanarak hareket ederse bir şeyler çıkabilir. AFI’da gösterilecek olması da ayrıca umut vaat ediyor.

Disney’in sessiz sedasız sezona hazırladığı Into the Woods‘dan büyük beklentileri olanlar da var tabii. Yalnız müzikaller her daim Oscar yarışına girmekte sıkıntı yaşadı biliyorsunuz. En İyi Film ödülüyle dönen Chicago bile The Pianist‘in attığı son dakika golüyle yerle bir olmuştu, ki sinema tarihindeki en iyi müzikallerden biriydi. O yüzden Into the Woods’un beklentileri karşılaması çok mühim. Bu kadar fazla yıldızı buluşturmuş olması ve Meryl Streep gibi önemli bir yüzü kadrosunda barındırması nasıl sonuçlanacak bilemiyorum. Yine dedikodulara dönecek olursak… Disney bu filmin kampanyası ve gösterimleri için kesenin ağzını açmış deniyor. Hatta Emily Blunt‘ın ana kategoriye, Streep’in yardımcıya gönderilmesinin de geçerli sebepleri varmış. Hep beraber göreceğiz.

Mark Wahlberg ve Brie Larson (The Gambler)
Mark Wahlberg ve Brie Larson (The Gambler)

Paramount’un Interstellar’dan vakit bulursa zaman ayıracağı Selma ise henüz bitmiş değil. Ama filmin yönetmeni Ava DuVernay, Michael Luther King’i anlatacağı yapımı bu seneye yetiştirmekte kararlı. Sadece önemli eleştirmenlere ve gazetecilere filmin görüntülerinden oluşan bir sunum yapıldı. Geçen yıl Akademi’ye yapılan gösterimde olduğu gibi David Oyelowo burada da çıkıp epey ağlamış. Bu ucuz taktikler bu sefer işe yarayacak mı merak ediyorum. Film aday olsa bile 12 Years a Slave’den sadece bir sene sonra ödülü alamayacak bana kalırsa. Irkçılığıyla ünlenmiş endüstri için fazla radikal. Geç vizyon tarihi de pazarlanma problemi yaşatabilir gibi geliyor. Ama tahminlerime koymaktan çekindim mi? Asla!

Görülmemiş olanlardan bir de The Gambler var ki, onun da ilk fragmanı pek bir etki yaratmadı açıkçası. Mark Wahlberg‘ün rolü için kilo vermiş olması belki birilerini etkiler. Ama sarhoş olup Graham Norton‘ın kucağına oturduğu günden beri Wahlberg’ün para hırsından epey rahatsızım. Filmin yapımcılığını üstlenmiş olması ve açık açık ödül sezonu için kampanya yapacaklarını söylemiş olmaları de pek iştah açmıyor. Zaten akıbeti belli olmayan yarış için fazla soru işaretli bir aday adayı. Peki şöyle bir dediklerimi özetleyip sıralama yapacak olursak…

Seyirci karşısına çıkmış ve aday olma ihtimali yüksek olan yapımlar
The Imitation Game
Birdman
Foxcatcher
Whiplash
The Theory of Everything
Boyhood
Interstellar

Seyirci karşısına çıkmış, ama aday olma ihtimali düşük olan yapımlar
Gone Girl
Wild
Still Alice
The Grand Budapest Hotel
Mr. Turner
Inherent Vice
The Homesman

Seyirci karşısına çıkmamış, ama Oscar radarına girebilecek yapımlar
Unbroken
American Sniper
A Most Violent Year
Into the Woods
Selma
The Gambler (???)

Sizi isterseniz son olarak bir de tahmin sayfalarıma yönlendireyim. Buyrun en güncel halleriyle önümüzdeki sezon hakkında görüşlerimi belirttiğim listeler:
En İyi Film
En İyi Yönetmen

En İyi Erkek Oyuncu
En İyi Kadın Oyuncu
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
En İyi Özgün &Uyarlama Senaryo

Yazar Hakkında

1990 doğumlu. Kuir. İkizler. 2009'da ödül sezonu portalı Oscar Boy’u kurarak sinema yazarlığına başladı. 2014’ten beri O Podcast’in moderatörlüğünü yapıyor. 2023 yılında da SİYAD üyesi oldu.

0 Yorum

  1. Refik Eren Uysal

    Bu zaman kadar okuduğum en şahane Oscar Sohbetleri yazısıydı teşekkürler =) Sadece ek olarak The Gambler”ın fragmanında Jessica Lange’in her zaman olduğu gibi nevrotik ve abartılı bir role büründüğünü gördüm (ki yanılıyor da olabilirim).Bu da (her ne kadar sıkılsam ve tekrara düştüğünü düşünsem de) gösterişli bir performans belki ilgileri üstüne çekebilir diye düşünüyorum.Kendisi de zaten American Horror Story sayesinde gündemde bu yüzden ben ismini duyacağız gibi hissediyorum.

    Bir de geçen sezonun sonunda bu sezon ismini duyabileceğimiz yapımlardan bahsettiğiniz yazının altına Big Eyes ile ilgili Amy Adams’ın Oscar almasını ne kadar istesem de sanki bu filmle olmayacakmış gibi hissettiğim ve filmden pek umutlu olmadığım yorumunu yazmışım.Şom ağzımı bir daha bu konularda açmamaya dikkat edeceğim =D

    Ek olarak bizi ta oralardan öksüz bırakmadığınız ve zaman ayırıp böyle ayrıntılı,emek harcanmış,şahane bir yazıyı yazdığınız için de ayrıca teşekkürler =)

    Yanıt

Yorum yazın...